Ankara

ANKARA (Eski adları: Ankyra, Ancyra, Ancora, Engürü, Anker, Ankas, Aghuridha, Enguriya, Ancras, Beldet-i Selasil)

Şehir, içinden Engürü Suyu’nun (Ankara Çayı) geçtiği ovanın bir kenarında kurulmuştur. İlk çağ tarihçilerinden bazıları Ankara bölgesine yerleşen Galatların Mısırlılarla yaptıkları bir savaşı ve bu savaşta elde ettikleri bir çapayı söz konusu ederek Ankara adının çapa anlamına gelen “Ancir”der çıktığını yazmışlardır.Onlara göre şehir Galatlar tarafından kurulmuştur. Galatların Anadolu’ya geçişi M.Ö. 278 yıllarına rastlar. Son arkeolojik buluşlar Ankara adının, Etiler’den önce Anadolu’da yaşayan insanlar tarafından konulduğunu ve Ankara sözünün “Ank” kökünden türediğini ileri sürer. Çeşitli dönemlerde, Frigler, Hititler ve birçok kavimlerin yerleşim yeri olan Ankara, Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldığı sırada Ankavra Doğu Roma İmparatorluğu’nun elinde kaldı. Şehir 931’de Tarsus’tan gelen Arapların istilâsına uğradı. Ancak 956‘da Tarsus’un Bizans İmparatoru Nikiforos Fokas II. tarafından alınması ile bu tehlike ortadan kalktı.

Malazgirt’te Bizans Ordusu Selçuk Sultanı Alparslan’a yenilip İmparator esir alınınca, Anadolu Türk akıncılarına açıldı. Ankara’nın birkaç yıl sonra (1073) Türklerin eline geçtiği kabul edilir. Haçlılardan Raimond deTaylouse, 1101’de Ankara‘yı alarak şehirdeki küçük Türk garnizonu askerlerini kılıçtan geçirdi.Ankara, daha sonra önce Danişmend HükümdarıEmir Gazi’nin (1127), sonra oğlu Mehmed Gazi‘nin ve nihayet Selçuk Hükümdarı t. Mesud’un eline geçti (1143).Esud ölünce 7755; bu bölgeye oğlu Şehinşah egemen oldu İse de, II. Kılıçarslan buraları zapt etti. Kılıçarslan’ın saltanat yıllarında Ankara sakin yaşadı. Daha sonra Kılıç-arslan yurdunu oğulları arasında paylaştırdı. Bu bölüşmede Ankara, Muhiddin Mesud’a düştü. Fakat Rükneddin Süleyman sultan olunca Ankara’yı uzun süren bir kuşatmadan sonra aldı ve Mesud’u çocuklarıyla birlikte öldürttü.

anıtkabir ankara

anıtkabir ankara

Moğolların Anadolu’yu istilâsı sırasında, diğer Selçuklu şehirleri gibi Ankara da sarsıldı. Bununla birlikte kuvvetli bir kalesi olduğu için Kösedağı‘nda Moğollara yenilen V. Gıyaseddin Keyhüsrev, Ankara‘ya kaçtı. II. Keyhüsrev, 1250’de Ankara Kalesi‘ni onarttı. Bu sıralarda Selçuk hükümdarlarının nüfuzu kalmamıştı. Mahallî beyler Moğallara bağlanmışlardı. Bu devir uzun sürmedi, Ankara’nın bu dönemde Ahiler tarafından yönetildiği sanılmaktadır. Şehir, 1308 yılında İlhanîlerin eline geçti. Ankara Kalesi’ndeki bir kapının üzerinde bulunan 1330 tarihli ilhan Kitabesi bu çağa ait bir emirdir. İlhanîler Anadolu’yu geniş yetkili beylerle yönetiyorlardı. Bunlardan biri de Eretna Beyi para bastırmıştır. Şehir bir süre de bunların egemenliği altında kaldı. Bundan sonra başlayan karışık çağda ise Ankara’nın kimin yönetiminde olduğu bilinmemektedir. Bu sırada şehirde Ahilerin bulunduğu ileri sürülür.

Osmanlı Devleti’nin gelişmesinde Ahiler önemli bir rol oynadı. Hatta Yeniçeri ordusunun kurulmasında da Ahiliğin etkisi oldu. Karamanlılarla Osmanlılar arasındaki uzun rekabet didişmesinde Ahiler Osmanlıların tarafını tuttular. Osman Gazi‘nin kayın babası Şeyh Edebali, o sıralarda Ahi ulularındandı. Bir süre sonra I. Murad Osmanlılardan ayrılan Ankara’yı savaşsız ele geçirdi (1360).

Ankara Meydan Savaşı‘nda Timur tarafından esir alınan Yıldırım, oğulları Musa ve Mustafa, bir süre Ankara Kalesi’ne kapatıldı(1402). Timur’un çekilmesinden sonra Anadolu’da süregelen karışık çağda, Ankara birçok kere sahip değiştirdi. 1403 yılında Mehmed Çelebi, 1404 yılında İsa Çelebi, 1406 yılında Süleyman Çelebi’nin eline geçti. 1411 de Mehmed Çelebi, kaleyi Yakub Bey‘den aldı. Karışık çağ bitince Ankara, sınırlardan uzak sakin bir şehir olarak kaldı.

XVII. yüzyılında bu bölgede başlayan Celâli ayaklanmaları sırasında birkaç kez eşkıya baskınına uğrayarak büyük bir bölümü yandı. Celâlîlerden özellikle Kalenderoğiu Mehmed Paşa, bu bölgeye çok zarar verdi. Bir zamanlar Beylerbeyliği merkezi olan Ankara, bu dönemde çok sönük bir devre geçirdi. Şehrin surları içinde 600, dışında ise 6 bin kadar kerpiçev vardı. Tahıl ve meyve yetiştirilen, koyun, özellikle Ankara keçisi (Tiftik keçisi) beslenen bir yörenin alım satım merkezi oldu. XIX. yüzyılın başlarında Ankara’da 10 bin kadar dokumacı çalışmaktaydı.Ankara keçilerinin yumuşak ve parlak tüylerinden sof ve şâlî denilen kumaşlar dokunarak, bunlar, önce İstanbul’a, oradan da Mısır ve Avrupa‘ya ihraç edilirdi.

Sancak olarak Ankara, Osmanlı Devleti‘nin Anadolu toprakları üzerindeki idare teşkilâtı içinde Anadolu Eyaleti’nin bir sancağı idi. Ankara San-cağı’nın Kanunîzamanındaki aslîşekli ve unvanı, hiçbir değişikliğe uğramaksızın, XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar sürdü. II. Mahmud devrinde, merkeziyetçiliğin kuvvetlendirilmesi amacıyla, 1836’da Müşirlikler kurularak Ana-dolu eyaleti üç müşirliğe bölündü ki, bunlar Ankara, Aydın ve Hüdavendigar (Bursa) Müşirlikleri idi. Böylece Ankara Sancağı, Ankara, Çankırı, Kastamonu, Viranşehir ve Çorum sancaklarından oluşan bir müşirlik oldu. Daha sonra Sultan Abdülaziz devrinde, Fransız yönetim teşkilâtı örnek alınarak, 13 Safer 1280 (30 Temmuz 863) tarih ve 22 bin 132 sayılı Meclis-i Vâlâ iradesiyle eyalet merkezi haline getirildi. Ankara vilayeti, merkez Ankara olmak üzere, Ankara, Bozok ve Kayseri Livalarından oluşmuştu. Liva, son olarak II. Abdülhamid (1876-1909) devrine ait bir Ankara Salnamesi’nde Ankara vilayetinin, Ankara, Yozgat, Kırşehir ve Kayseri‘ye adlı dört sancaktan ibaret olduğu görülür.

ankara kızılay

ankara kızılay

Bir ara Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa‘nın orduları tarafından 1833‘te ele geçirilen şehrin surlarının bir bölümü onarıldı. Kısa bir süre sonra da kurtuldu. Şehir bu sıralarda, bölgenin önemli gelir kaynağı“sof” ticaretinin merkeziydi. Ankara‘nın çöküntü sebeplerinden en önemlisi ticaretin gerilemesi, tiftiğin Afrika ve Amerika‘ya kaçırılıp orada da üretilmesi (evvelce yasak idi) ve üst üste gelen kuraklık ve kıtlıktır. Bir de büyük yangın, eski şehrin büyük bir kısmını mahvetmiştir.  XIX. yüzyılda şehrin iktisadî durumu gerilemiştir. Dokumacılık ve boyacılık önemini kaybetmiştir. Ocak 1815‘te Ankara’da önemli bir veba hastalığı baş göstererek 1500’den fazla insan ölmüştür. Yine aynı yüzyılda ile bağlı Beyanâbî kazasında meydana gelen sıtma hastalığı çok kısa bir sürede ilin birçok yerlerine dağılmış ve bu salgın hastalıkta da halkın çoğu ölmüştür (1887).

1830 tarihinde yapılan nüfus sayımında Ayaş, Murtazâabâd, Arapsun, Haymantsteyn, Şorba, Çukurâ-bâd, Yabanâbâd ve Yörügân kazaları ile Sufla ve Bâlâ nahiyelerinden oluşan bölgenin sancak merkezi olan Ankara, il. Mahmud devrinde birçok sancakları da bünyesine aldı.XIX. yüzyıl sonunda Ankara merkez -sancağı, Kuzey’de Kastamonu vilayeti, Güney’de Konya vilayeti, Batı’da Bursa vilayeti ve Doğu’da Kırşehir san-cağı ile çevrelenmişti. Bu dönemde merkez-sancakta 283 bin 133 kişi yaşamaktaydı. Sancak idarî bakımdan 11 kazaya ayrılmıştı. Bunlar: 1-Ankara, 2-Çubuk, 3- Ayaş, 4-Beypazarı, 5- Nallıhan, 6- Sivrihisar, 7- Mihalıççık, 8- Haymana, 9- Yaban-Abâd, 10- Bâlâ, 11-Zir. Ayrıca Cheik Bezenli.Charbe, Yabanlı, Gunguzu ve Uruş olmak üzere beş de nahiyesi yardı.

Sancağın güneybatı kesiminde, kaplıca ve şifalı suların çokluğundan dolayı “Haymana” (Galatia Salutaire) adı verilmişti. Şehir civarında şifalı suların bir bölümü bağlantılarla şehre getirilmiştir. Örneğin, 1889 yılında Elmadağ Suyu, şehre 1.5 saat uzaklıktaki bir başka kaynak suyu sayılabilir.Gayrimüslim halkın Ankara şehrinde 4 Ermeni Katolik kilisesi, 2 Rum kilisesi, 2 Ermeni Gregoryen kilisesi, bir Protestan tapınağı ve bir de Rum Ortodoks manastırı vardı. Bu kiliselerden Keçiören‘de bulunan Aya Yani adlı kilise, yıkık durumda olduğundan 1888 yılında yapımına hükümetçe izin verilmiştir.

Şehirde Türk okullarından başka 11 Hıristiyan okulu vardı.Şehre 30 Nisan 1850 tarihli bir onayla Ankara Piskoposluk Dairesi’nin kurulmasına karar verilmiştir.Ankara, XIX. yüzyıl sonunda gümüşle karışık kurşun madenleri ve bakır yatakları ile ün yapmıştı. Bunlardan başlıcaları uzun süre devlet tarafından işletilmiştir. Bu madenler, Akdağ madeni, Denek madeni (Gümüşlü kurşun), Moalic madeni (kil), Elmadağ bakır ve gümüşlü kurşun madeni. Ancak bu madenlerin işletilmesine 1870 yılında son verilmiştir. 1890 yıllarına doğru Hassa-i Bai Balia yakınlarında çok iyi kalitede olduğu anlaşılan linyit yatakları bulunmuş, ancak bu ve varlıkları bilinen daha başka madenler bu yüzyılda birçok olanaksızlıklar sebebiyle işletilmeye açılamamıştır.

1860 yılından sonra Ankara vilayeti, civar bölgelerde elde edilen ürünlerin toplanıp dağıtıldığı bir pazar olmuştur. Bu tarihten önce, Ankaralı tacirler tarafından satın alınan tiftik taranır ve yumaklar haline getirilerek dışarı ihraç edilirdi. 1880 yılından sonra Ankara’da bazı ham maddelerin ihracına da başlanmış ve bu durum yerli sanayii tamamen öldürmüştür. 1890 yılında uzman kişiler bizzat kendileri pazar yerine gelerek, tiftik, yün ve afyon gibi maddeleri satın alarak imalâthanelere yollarlardı.1794 yılında Ankara‘da bulunan pamuk ipliği mukataası Şah Sultan uhdesinde idi ve pamuk ipliği mukataası rüsumunda değişiklikler yapılarak bu yerlerden tahsili ile Şah Sultan‘a gönderilmesi için Ankara‘ya bağlı kaza naiplerine emirler gönderilmiştir.

İlde, 1847 yılında büyük bir kıtlık baş göstermiş, ülkenin birçok yerinden hükümet emirleriyle yardım gönderilmiştir. 1886 yılında Ankara’nın vergi sisteminde değişiklikler olmuştur.
XIX. yüzyıl sonunda Ankara bölgesinde yaşayan Türklerle Kafkaslardan, Arnavutluk ve eski Galya‘dan gelen ahalinin dinî inançlarında, gelenek ve göreneklerinde büyük benzerlik vardı.
Bölgede yaşayan ve gayrimüslim halkın büyük bir çoğunluğunu oluşturan Ermeniler, Ankara vilayetine Sivas, İran ve Kafkasya yakınlarından gelmişlerdi.

Ankara Ataturk

Ankara Ataturk

Şehirde yaşayan Yahudilerin sayıları önemsenmeyecek kadar azdı. Kafkasyalılar 1865 yılından sonra Yozgat ve Kayseri sancaklarına yerleşmişlerdir.1890 yıllarında Ankara vilayetinin belli başlı sanayi dalları şöyle idi: Ankara pamuklu ve yünlü kumaşlar, keçi kılından yapılan koyu kahverengi, kalın ve dayanıklı kuşaklar, boyacılık, güherçile ve barut.Osmanlı Düyûn-ı Umumiyesi‘ne ait gelirlerin yönetimiyle uğraşmak üzere Ankara’da bir başmüdürlük, Yozgat ve Kayseri şehirlerinde ise birer müdürlük kurulmuştu.

Eldeki 11 Ağustos 1887 tarihli bir belgeye göre, Ankara ile diğer yerlerde bulunan tiftik keçilerinden alınmakta olan verginin düşürülmesi hakkında 1887 yılında bir irade çıkmıştır.
Ankaralı madenciler yurdun çeşitli yerlerinde maden ocaklarını işleterek elde edilen madenleri yurt içine satmakta veya dış piyasalara ihraç etmekteydiler. Linyit kömürü, demir cevheri, krom, bakır, kurşun, manganez, civa, çinko, antimuan, betonit, kireç taşı, mermer, kaolin, diotöit, bor tuzları, pirit, kükürt, sodyum borat, asbest, perlit, alçı taşı, pomza.barit bunların arasındadır.

1892 yılında şehir demir yolu ile İstanbul’a bağlanmış ise de kalkınamamıştır. XX. yüzyıl başlarında şehrin nüfusu tahminen 30 bin kişi idi. 1917’de çıkan yangında çok sayıda ev yanmıştır.Birinci Dünya Savaşı yenilgi ile son bulunca, Mustafa Kemal’in çevresinde birleşen kuvvetler, Ekim 1919‘da düşünüldüğü gibi, İstanbul’a ve Batı illerine yakın olan Ankara’yı yeni devlete merkez seçtiler. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi, başlarında Mustafa Kemal olduğu halde Ankara‘ya geldi (27 Aralık 1919). Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de Ankara‘da toplandı. Böylelikle, Ankara, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin fiilî merkezi oldu. 1921 yazında Sakarya‘yı aşarak Ankara’nın güneybatısına inen Yunan kuvvetleri, kanlı savaşlardan sonra bozguna uğratıldı.

20 Ekim 1921‘de Türkiye ile Fransa arasında Ankara Antlaşması imzalandı. 24 Temmuz 1922’de imzalanan Lozan Antlaşması ile Misak-ı Millî sınırlarına kavuşuldu ve saltanak kaldırıldı. 13 Ekim 1923‘te Ankara’nın devlet merkezi olduğu bir kanunla saptandı ve iki hafta sonra da (29 Ekim 1923) Cumhuriyet ilân edildi.Tarihi çok eskilere dayanan Ankara, buna bağlı olarak kültür yönünden özellikleri olan bir ildir. Klasik Çağda Galata (Galatia) adı ile tanınan İç Anadolu Bölgesi’nin merkezinde yer alan bugünkü Ankara kentinin içinde yapılan çeşitli kazı ve araştırmalar, kentin tarih öncesi çağlardan günümüze kadar iskan görmüş bir alanda kurulmuş olduğunu kesinlikle ortaya çıkarmaktadır.

Osmanlılar döneminde Ankara’daki arkeolojik çalışmalara XIX. yüzyılın sonlarında başlanmış, 26 Ağustos 1895 yılında Alman Arkeolog Dr. Egurte, coğrafyacı ve etnograf E. Oberhummer ve araştırmacı H. Zimmer adlı kişilere 1896 yılında Ankara dahilinde topografik araştırmalar yapmaları ve kendilerine gerekli kolaylık gösterilmesi için hükümetçe ilgililere emirler verilmiştir.XIX. yüzyıl sonunda Ankara‘da bir çok iptidaiye, rüşdiye ve idadiye mektepleri açılmıştır. Nitekim, 1890 yılında yapılan bir istatistikte Ankara’da Müslüman okullarının sayısı 1.026‘ya ulaşmıştı.

Şehirde, Çubuk Suyu vadisinde Kalkolitik ve Eski Tunç Çağları’na ait buluntular, Ankara’nın 60 kilometre güneyinde Gâvurkale’de, Hitit çağına ait buluntular, Ankara’nın güneyindeki Karaoğlan, Hacılar höyüklerinde ve Gavurkale’de yapılan kazılar sonucu Frig Çağı’na ait buluntular ile Roma, Bizans Çağı’na ait buluntular mevcuttur.Selçuklu sultanları Ankara’yı önemli bir askerîüs saydıklarından, yalnız kale duvarlarının onarımıyla ilgilenmişlerdir. Bundan ötürü Ankara, Selçuk eserleri bakımından Konya, Sivas ve Erzurum‘dan çok fakirdir. Selçuklu eseri olarak Ankara Kale içinde bir tek Selçuklu Camii bulunduğu bazı kaynaklarda belirtilir. Ankara Çayı üzerinde bulunan Ankara’nın en eski köprüsüyle (Akköprü), Alâeddin Camii ve Arslanhane Camii bu devirlerden kalmadır.

Augustus Tapmağı, Hacıbayram Camii’nin hemen yanında yer alır. Bu tapınağın Hellenistik Çağda ve M.Ö. II. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. İlk kez 1926-1928 yıllarında bu tapınakta Alman arkeologlar tarafından araştırma yapılmış daha sonra 1939 yılında Türk Tarih Kurumu adına kazılar yapılarak olumlu sonuçlar alınmıştır.Direkli Yol, Ulus Meydanı‘ndan Ziraat Fakültesi’ne giden cadde açılırken, Augustus Yolu‘yla Çankırı kapı arasındaki direkli yola ait baştaban ile birlikte yapılmış büyük bir frize ait parçalar bulunmuştur. Sütun başlıklarının özelliklerinden Hadrianus (M.S. 117-138) devrinde yapıldığı anlaşılan direkli yol ve öteki Roma eserleri üzerinde yapılan kazılarda bazı Frigya ve Roma çağına ait yazıt parçaları bulunmuştur.

Gordion (Yassı Höyük); Ankara‘nın bir ilçesi olan Polatlı’ya ve oradan Yassı Höyük köyüne giderek Sakarya Nehri kıyışında, Frigyalıların başkenti olan ve M.Ö. VIII. yüzyılda kurulan Gordion şehri görülür. Yapılan kazılar sonunda Frigya Pers devrinden kalma eserler bulunmuş olup, bu eserler Ankara Arkeoloji Müzeşi‘nde sergilenmektedir. Julianus Sütunu, Ulus’ta Hükümet Meydanı’nda yer alır. Halk arasında “Bekıs Minaresi” olarak da adlandırılır. Roma İmparatoru Julianus‘un 362 yılında Ankara’dan geçişini anmak için dikildiği sanılmaktadır.

Türk Tarih Kurumu adına yürütülen 1938-1943 yılları arasındaki kazılarda, Ulus’la Dış kapı, arasında, Çankırı Caddesi üzerinde, imparator Caracalla çağında (M.S. II. yüzyıl sonu III. yüzyıl başı) yapıldığı bilinen Roma hamamları bulunmuştur. Hamamda insan elinden daha büyük ve yılan tutan bir elin bulunması buranın, simgesi yılan olan sağlık tanrısı Asklepios adına yapıldığı kanısını verir.

Ankara gezisi

Ankara gezisi

Ankara Kalesi, Ankara’nın ortasında, yalçın bir tepe üzerinde yer alır. Kalenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bazı tarihler, tarih öncesi devirlerde kalenin bulunduğu yerde insanların yaşadığını yazar. Bazıları da kalenin Hititler tarafından yapıldığını söylen Bir başka söylentiye göre ise, kale, Ankara şehrini kuran Frigya Kralı Midas tarafından yaptırılmıştır. Romalılar, Galatya’yı ele geçirdikleri zaman Tektosa’lar Ankara Kalesi‘ne sığınmışlardı. Bu olay kalenin M.Ö. II. yüzyılda var olduğunu kanıtlar. Harun-ür Reşid’in saldırıları sırasında Mutasım’ın ordularının kaleye girmesiyle yıkılan surları İsaurialı III. Leon‘un onarttığı bilinmektedir. Bu arada üst kalenin duvarları da yükseltilmiştir. 805 ve 859’da kale duvarları onartılmıştır. I. Alâeddiri de kaleyi onartmış, II. Keykâvus ise bazı yeni eklemeler yaptırmıştır. (1249-1250).

Osmanlılar kaleyle ilgilenmişler, ancak şehrin dış duvarlarını genişletmişlerdir. Mısır Valisi Mehmed  Paşa‘nın oğlu İbrahim Paşa, Anadolu içlerine kadar gelmiş ve bu arada Ankara Kalesi’ni de ele geçirerek dış duvarlarını onartmıştır.Dış kalenin 20 kulesi sağlam olarak kalmış, 15’i Cumhuriyet devrinde esaslı bir onarım görmüştür. Dış kaleye iki kapıdan girilir. Evliya Çelebi, “Seyaanâmesinde “yüksek bir tepenin zirvesinde beyaz taştan yapılmış, dört katlı, metin ve yüksek bir kale” olduğunu vurgular.

Hitit Anıtı, Hitit devrine ait bir kalıntıdır. Bir kaya kabartması biçiminde olup, Ankara‘nın 60 kilometre güney batısında bulunur. Kayanın üzerinde sivri külâhlı bir ilâh oturmakta ve elinde ne olduğu anlaşılmayan bir şeyi ileri doğru uzatmaktadır.Ankara, gerek Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma eserler, gerekse Cumhuriyet döneminde yapılan modern yapılarla ilginç bir mimarî görünüme sahiptir. Arslanhane Camii ve hemen hemen tamamen yenilenmiş olan Saraç Sinan ile Alâeddin camileriyle çok az örnek veren Selçuk dönemi camileri hakkında genel hükümlere varmak güçtür. Arshanhane Camii mihrabı tek örnektir. Ahşap camiler grubu çini mozaik malzeme kullanımıyla dikkati çekmektedir.

Alâeddin Camii, İç hisar Mahallesi’nde, Aktaş Sokağı’nın başında, Zindan kapı’dan girince solda yer alır. Minber kitabesine göre, burada ilk yer alan cami, 1178 tarihlidir. XIV. ve XV. yüzyıllarda ve daha yakın tarihlerde yapılan onarımlarla temel kişiliğini yitirmiştir. Minberin de XIII. yüzyılda onarıldığı anlaşılmaktadır. Planı uzunlamasına dikdörtgen ve son cemaatlidir. Son cemaatte birbirinden farklı mermerden sekiz adet antik sütun ve sütun başlığı, müezzin ve kadınlar mahfili çıkmasını taşır. Arazi eğimi sebebiyle, cami, yüksek taş kaide üstünde yer alır. Harim, ahşap tavanlıdır ve yenilenmiştir.

Arslanhane veya Ahi Şerafeddin Camii, 1290 yılında Ahi ustalarından Şerafeddin tarafından yaptırılmış ve Saman pazarı’nda, Arslanhane Mahallesinde bulunmaktadır. Çok sade bir dış görünüşü vardır. Taş duvarlıdır. XIII. yüzyılda yenilenen camiin planı uzunlamasına beş sahınlı bazilikal tiptedir. Tek şerefeli minare camin kuzeydoğu duvarına bitişiktir ve taş kare tabanlı, silindir tuğla gövdelidir. Cami içer de, nefis bir işçiliğe sahip, düz ve ahşap tavanla örtülüdür. Ahi Şerafeddin‘in türbesi, camin kuzeydoğusunda bulunur.(1330).

Selçuklu dönemi olarak Ankara’da iki köprü bulunmaktadır. Bunlardan Ak köprü, 1222 yılında Selçuklu Ankara Valisi Kızıl bey tarafından, bugün Ankara İstanbul yolunun başlangıcında, ki Akköprü semtinde, Çubuk Çayı üstüne yaptırılmıştır. Köprü bazalt taşından yapılmıştır. Arada mermer antika devşirme taşların da kullanıldığı görülür. Süssüz olan köprüde antik taşların üstünde Yunanca, Latince yazılar göze çarpar.Çeşnigir Köprüsü, Ankara Kırşehir yolunda, Kızılırmak üstünde bulunur. Antik malzemeyle yapılan Selçuklu eserin, kızıl renkli yontma taştan inşa edildiği anlaşılmaktadır. Boyu 110 metre, eni 5.80 metredir. Köprünün esası sivri kemerli tek bir gözdür.

Osmanlılar zamanında Ankara‘da yapılmış, çeşitli devirlere ait pek çok cami, türbe, medrese ve hamam vardır. Bunlardan XIV. ve XV. yüzyıla ait olanlar belirgin Selçuklu etkisi taşımaktadır.Günümüze kalan Selçuklu devri camilerine oranla Osmanlı dönemi camileri çok kalabalıktır. Osmanlı dönemi cami ve mescitleri yüzyıllarına ve kişiliklerine göre şöyle sıralanabilir:

XIV. ve XV. yüzyıl düz ahşap tavanlı kerpiç cami ve mescitlerden, ana karakterini koruyanlar: Ahi Elvan Camii, Eyüp Mescidi, Geneği Mescidi, Hacı vaz Mescidi, Kul derviş Mescidi, Molla Büyük Mescidi, Örtmeli Mescit, Poyracı Mescit, Sabunî Mescit. Yenilenmelerle ana karakterini kısmen yitirmiş olanlar: Ahi Tura Mescidi, Ahi Yakub Mescidi, Balaban Mescidi, Boyacı Ali Mescidi, Direkli Camii, GecibMescidi, Hacettepe Camii, Hacı Arap Camii, Hacı Doğan Mescidi, Hacı Seyid Mescidi, Hemhüm Mescidi, Rüstem Nail (Dmdın) Mescidi, Şeyh izzed-din Mescidi.

XV. yüzyıl taş tuğla cami ve mescidleri ise: Karacabey Camii, Abdülkadir İsfahanî (Tabakhane Mescidi); XVI. yüzyıl taş tuğla cami ye mecsitleri: Mimar Sinan’ın yaptığı Cenabi Ahmed Paşa Camii, Hallaç Mahmud Mescidi, Kurşunlu Cami; XVII. ve XVIII. yüzyıl kerpiç, taş-tuğla cami ve mescitleri: Ağaç Ayak Camii, Celâl Kaddanî Mescidi, Çiçeklioğlu Camii, Devdıran Mescidi, Eskicioğlu Camii, İbadullah Camii, Hacı Bayram Camii. Hacı tlyas Camii, Hacı Musa Camii, İki Şerefeli Cami, Kağnı Pazarı Camii, Leblebicioğlu Camii, Mukaddem Camii (Yeni Cami), Ramazan Şemseddin Camii, Saraçlar Camii, Sarıkadı Mescidi, Telli Mescit, Yeşil-Ahi Mescidi, Zeynelâbi-din Mescidi, Zincirli Cami.XIX. ve XX. yüzyıl başı kerpiç, taş tuğla cami ve mescitleri ise: Hamidiye Camii, Kayabaşı Camii, Koyun Pazarı Mescidi, Mehmed Çelebi Mescidi, Misafir Fakih Mescidi, Şükriye Camii, Tabakhane Camii, Taceddin Camii, Yenice Mahalle Camii.

Ahi Elvan Camii, 1291 yılında, Saman pazarı’nda, Ahi Arap Mahallesi‘nde, Koyunpazarı Sokağı‘nda, Elvan Mehmed Bey tarafından yaptırılmıştır.Dış görünüşü oldukça sade olan bu yapı, eğimli bir kayanın üstüne inşa edilmiştir. Duvarlarının alt kısmı taş, üst kısmı kerpiç,iç konstrüksiyonu ahşaptır. Çatı bugün kiremit örtülüdür. Dört sahınlı bazilikal plana sahiptir. İçerde ahşap olan düz örtü sistemi bugün üstü boyalı on iki ahşap sütun tarafından taşınır. Mermer sütun başlıkları korint ve dortipi, Roma devri devşirme malzemesidir. Tavan konsolları, yan sarımlarda tek, ortada çift kattır. Güzel işçiliğiyle dikkati çeker.

Eyüp Mescidi, Dörtyol’da Sarıca Sokak ile Kümbet Sokağı’nm kesiştiği yerde bulunan ve örnekleme yoluyla, XIV. yüzyıl sonunda veya XV. yüzyıl başında tarihlenmiştir. Tabanı taş, duvarları kerpiçtir. Üstü kiremit çatıyla örtülüdür. Planı enine asimetrik dikdörtgen biçimindedir. Minaresi bulunmaz.Geneği Mescidi, Oğuzlar Mahallesi’nde, Ulucanlar Caddesi’yle Oluk Sokağı’nın kesiştiği yerde bulunur. XIV. yüzyıl sonuna veya XV. yüzyıl başına tarihlenir. Tabanı moloz taş, üstü kerpiç malzemedendir. Planı uzunlamasına dikdörtgendir. Mescidin batı cephesinde bulunan son cemaat yeri sonradan kerpiç duvarlarla kapatılmıştır.

ankara atakule

ankara atakule

Hacı İvaz veya Helvaî Mescidi, Hacı İvaz Paşa tarafından 1423 yılında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planda ve beden duvarları kerpiç olan mescit, ahşap tavanlı ve alaturka kiremitlidir. Eski Ankara evlerini andırır. Mihrap, beden duvarlarından hafif çıkıntılı ve alçıdandır. Nişi beş kenarlı ve üzeri bindirmeliklidir. Kenarları burmalı bir çizgiyle çevrilmiş olan nişin iki köşesini, altıgen kenarlı sütunçe süsler. Mihrap nişinin üzeri içi geçme motifler ile süslenmiş ve mihrabın üç kenarını dolaşan üç bordürle çevrilmiştir. En dışta yazıtlı bir bordur, ikinci sırada geometrik geçmelerle süslü bir bordur, üçüncü sırada ise bitki ve çiçek motifleri ile süslü bordur vardır. Mihrabın üst kenarlarında iki sıra palmet yer alır.

Direkli Camii, dikdörtgen planlıdır. Bu yaının yanında birtakım ek yapılar bulunmaktadır. Bir kaya üzerindedir. Mihrap nişi altı kenarlı ve köşeleri sütunçelidir. Niş içinde âyet yazılı bir yazıt kuşağı kenarları dolaşır. Niş üzeri bindirmeliklidir. Mihrabı iç içe iki bordur çevreler.Eskici oğlu Camii, Ankara‘da hangi tarihte yapıldığı bilinmemekle beraber 1905‘te onarım gördüğü belgelerde mevcuttur. Dikdörtgen planda, kerpiç duvarlı basit bir yapıdır. Mihrap nişi bindirmeiiklerte yukarı doğru sivrilir.

Duatepe (Hacettepe) Camii’nin kesin yapım tarihi bilinmemektedir. Kapı üzerindeki yazıtta onarım gördüğü kaydedilmektedir. Dikdörtgen planda kerpiç duvarlı, önünde ahşap tavanlı bir son cemaat yeri olan yapının üst örtüsü yenilenmiştir. Minaresi bulunmayan yapının giriş kapısı üzerindeki mermerde dört satırlık yazıt bulunur.Hacı Arap Camii, enine dikdörtgen planda ve iki kısımlı camidir. Düz ahşap tavanlı basit yapının içinde iki mihrap vardır. Sağ mihrap şekil ve düzen bakımından soldakine benzemek-le beraber daha basit ve tek bordürlüdür.

Hacı Bayram Velî Camii, XIV. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Hacı Bayram Velî adına mimar Mehmed b. Ebubekir Hamdanîtarafından 1427 yılında yaptırılmış, XVI. yüzyılda Mimar
Sinan tarafından onarılmıştır. 1714 yılında Hacı Bayram Velî’nin torunlarından Mehmed Baha Efendi tarafından onarıldı. Cami dört köşeli ve kiremit damiıdır. Yapının ibadet mekânı, alt pencere sıralarına kadar mavi-beyaz Kütahya çinileriyle kaplıdır. Camiin önündeki türbede Hacı Bayram Velî yatar. 1803 yılında yeniden onarılmıştır.

Hacı Musa Camii, 1421 yılında Şerafeddinzâde Musa tarafından yaptırılmıştır. Boyuna uzanan büyükçe dikdörtgen planlı olan camiin beden duvarları zemin düzeyinden itibaren kerpiçten yapılmış ve ahşap tavanlıdır. Camiin kuzeyindeki son cemaat yeri, iki direk ile desteklenir. Kuzeybatıda da bulunan minarenin tabanı kesme taştandır. Pabuç bölümünden sonra tuğla oiarak devam eder. Minare gövdesi yenilenmiş ve biraz daha yükselmiştir. Cami, 1923 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.

İki Şerefeli Camii, 1674 yılında Resul Efendi tarafından yaptırılmıştır. Eğimli bir arazide, boyuna dikdörtgen planlıdır. Doğu kenarına bitişik minaresi iki şerefelidir. Yapının planı gerçekte düzgün bir dikdörtgen değildir. Minare doğu kenarda beden duvarlarından çıkıntı yapar, kare tabanı kesme taştandır. İkinci bir kapı ile esas ibadet mekânına girilir. Yapının beden duvarlarında iki sıra halinde pencereler açılmıştır. Mihrabı kıble duvarının ortasındadır.

Kayabaşı Camii, büyük bir kayalığın üzerinde kurulduğu için bu adı al-Tiıştır. Bugün tümüyle yeni olan camin çok eski olduğuna dair söylentiler vardır. Altı taş, üstü kerpiç olan beden duvarları kırmızı bir çatı ve ahşap tavanla örtülmüştür. Camiin önünde Barok üslûpta taştan bir de çeşmesi vardır.Kızıl bey Camii, 1210-1219 tarihleri arasında Kızıl bey tarafından yaptırılmış olup, Ankara’daki ilk Selçuk eserlerindendir. 1299 yanda I. Yakup Bey‘in :emriyle, Ebubekiroğlu Dülger Mehmed tarafından onarıldı. Cami minberlerinin parçaları halen Etnografya Müzesi‘ndedir.

Leblebicioğlu Camii, Ankara Müftüsü Kantarzâde Mustafa Bey ve oğulları tarafından 1713 yılında yapılmış olup büyük dikdörtgen planlıdır. Mihrap, mekftnı çok yüksek olmasına rağmen tavana kadar devam eder. Ahşap tavanı ince çıtalarla karelere ayrılmıştır. Nişi, en dışta Kelime-i Tevhid, onun içinde örgülü ve en içte de Ayet-ül Kürsî yazılı üç bordur çevreler.Molla Büyük Camii, XV. yüzyıl eseri olup, kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Dikdörtaen planlıdır. Duvarları kerpiçtendir, içerde Kıbleye paralel iki nef halindedir. Camiin mihrabı oldukça ilgi çekici özelliklere sahiptir. Mihrap nişi beş kenarlı ve her kenar, boyuna dikdörtgen panolarla süslüdür.

Mukaddem Camii, Çelebi Sultan Mehmed zamanında II. Murad adına 1450 yılında yaptırılmış olup dikdörtgen planlıdır. Kerpiç duvarlı ve ahşap tavanı olan yapının Kıble duvarı üzerindeki mihrap, alçıdan ve niş üzeri bindirmeliklidir. Mihrap üç bordürle çevrilmiştir.Tabakhane Camii’nin yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak kapı üzerinde bulunan 1900 tarihli yazıttan Şükrü adlı bir hayırsever tarafından onarıldığı anlaşılmaktadır. Boyuna dikdörtgen planda ve kalın kerpiç duvarlarla yapılan camin bugün birçok yanı tümüyle değişmiştir.

Taceddin Camii, ilk kez Kanunî Sultan Süleyman devrinde Celvetî tarikatı için tekke olarak yapılmıştır. Boyuna dikdörtgen planlıdır. Tamamen kesme taş kaplama olarak yapılan beden duvarlarındaki pencereler ve kapı kemerlerinin şekli, şimdiki yapıtın çok geç devre ait olduğunu gösterir. Sultan Abdülmecid devrinde onarılarak yenilenen camiin Kıble yönünde Taceddin İbrahim ve oğlunun gömülü olduğu bir de türbe bulunmaktadır. Camiin türbe yönüne açılan penceresinin üzerinde 1863 tarihi kayıtlıdır.

ankara evleri

ankara evleri

Zincirli Camii, bugün Anafartalar Caddesi’nde bulunur; Şeyhülislâm Ankaravî Mehmed Emin Efendi tarafından 1685’te yaptırılmıştır. Boyuna dikdörtgen planlıdır. Duvarları kerpiç olmasına karşın Cumhuriyet’ten sonra yapılan onarımda dış duvarlar tamamen tuğla ile kaplanmıştır. Aralarına konan beton hatıllarla tuğla kaplama sağlamlaştırılmıştır. Batı kenarında esas ibadet mekânının beden duvarlarına bitişik olarak yapılan minareninin tabanı kesme taştandır. Kuzey cephede son cemaat yeri kemerlerinin üzerinde kadınlar mahfiline açılan iki sıra pencerenin birinci sıradakiler dikdörtgen ve sivri kemer almlıklı, ikinci sıradakiler ise küçük ve alçı şebekelidir.

Yapının minberi ayrı bir özelliğe sahiptir. Üzerinde aşı boyalı nakışlar vardır. Minberin merdiven altı panolarında geometrik geçmeler ve kenar pervazlarında bol bol sarı, kırmızı ve neftî yeşil ve siyah renkli lâle, karanfil, gelincik motifleri ve bazı bölümlerde de fırıldak motifler ve rozetler kullanılmıştır. Cami, 1811 ve 1876 yıllarında onarılmıştır.Karacabey Camii veya İmaret Camii, Sümer Mahallesi, Samsun Sokak’ta bulunan külliyenin camiidir. Bitişiğindeki türbe, kitabeye göre, 1440 yılında Karacabey tarafından, camii vakfiyesi olarak yapılmıştır. Taş ve tuğla karışımı bir yapıdır. Camiin planı, kapalı avlu ve namaz kılınan eyvan biçimi bölüm, yan odalar ve son cemaat yerinden oluşur. Yan odalar zaviye olarak da kabul edilir.

1892 depreminde büyük yangın gören yapı, 1938 yılında İzzet Karacabey‘in çabalarıyla onarılmıştır. Son cemaat yeri, arası ahşap hatıllı beş sivri tuğla kemerli cepheye sahiptir ve beş kubbeyle örtülüdür. Minare tabanı yarıya kadar kesme taşlı, yarıdan sonra tuğladır. Tuğla böiüm, minarenin pabuçluk bölümünü oluşturur. Camiin portalindeki Arapça kitabeler giriş kapısı üstünde ve ayrıca iki yanında yer alır.Cenabî Ahmed Paşa Camii (Yeni Camii), Kanunî döneminde Ankara Beyler beyliği yapmış olan Cenabî Ahmed Paşa tarafından 1565-1566 yıllarında inşa edilmiştir. Kesme taş duvakları, kubbeleri kurşun kaplı klasik Osmanlı yapılarındandır. Kuzeydoğusunda Azimi Türbesi ve Cenabî Ahmed Paşa Türbesi yer alır. Bu cami Mimar Sinan’a atfedilmektedir.

Planı kare mekan üstüne tek kubbelidir. Son cemaat yeri üç kubbeli olup yanları açıktır. Kare tabanlı, silindir gövdeli ve tek şerefeli minare kesme taştan örülmüştür ve harimin kuzeybatısında yükselir. Mihrap mermer ve stalaktit nişlidir.Kurşunlu Camii, Saman pazarı’nda Anafartalar Caddesi üstünde, Daracık Sokağının köşesinde bulunur. Klasik Osmanlı yapısı olan bu camiin kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kuzey bölümündeki son cemaat yeri ile birlikte dikdörtgen bir plan oluşturur. Temel platformu kesme blok taşlardan, cami duvarları ise moloz taşlardan yapılmış ve tuğla hatıllarla desteklenmiştir.

Ağaç Ayak Camii, Ulucanlar Mahallesinde, Ulucanlar Caddesi üstünde bulunur. 1705 yılında tarihlenen yapının, su basmasına kadar moloz taş malzeme, onun üstünde ahşap hatıllı ve tuğla kerpiç duvarlıdır. Planı kareye yakın uzunlamasına dikdörtgendir. Camiin ön cephesi ortasında sade bir giriş kapısı, iki yanında birer dikdörtgen penceresi vardır. Cami, ahşap minberi, boyalı nakışlarıyla dikkati çeker.

Boyacı Ali Mecsidi, mimari tarzı ve malzemesinden, XIX. yüzyılda yapıldığı sanılan bir yapıdır.Devdira Mescidi, çok küçük ve basit bir mescit olup mihrap, mescide göre oransızdır.
Din Din Mescidi, XVII. yüzyıl mimari özelliklerini taşımakta olup, Rüstem Nail adında biri tarafından yaptırılmıştır. Enine dikdörtgen planlı ve beden duvarları kerpiçtendir. Kuzeyinde iki yapıya ait olmayan ahşap kadınlar mahfili vardır.Gecib Mescidi, 1443 yılında yaptırılmıştır. Yaptıranı belli olmayan yapının yanından geçen cadde alçaltılmış olduğundan mescit bir platform üzerinde kalmaktadır.

Hacı Doğan Mescidi, dikdörtgen planda basit bir yapıdır. Duvarındaki mihrabı oldukça güzeldir. Kim tarafından ve kaç tarihinde yaptırıldığı bilinmemektedir.Hallaç Mahmud Mescidi, Abdullah b. Ali tarafından 1545 yılında yaptırılmış, daha sonra yapılan bazı eklentilerle özelliğini kaybetmiştir. 1878’de kurşunları sökülmüş, 1950-1955‘te de onarım gören kare plandaki küçük mescidin beden duvarları tümüyle moloz taştandır. Taşlar arası kırmızı bir harç ile derz yapılmıştır. Kıble duvarındaki mihrap dikdörtgen nişli ve bindirmeliklidir.

Hemhüm Mescidi, boyuna dikdörtgen planda, kerpiç duvarlı ve çok basit, sanat değeri olmayan bir yapıdır.Koyun Pazarı Mescidi, XIX. yüzyılda yapılmış olup, boyuna dikdörtgen planda, ahşap tavanlı ve kerpiç duvarlı çok küçük ve basit bir yapıdır.Kurtuluş Mescidi, Kul Derviş adında biri tarafından yaptırılmıştır. Boyuna dikdörtgen planlı, beden duvarları kerpiçten olan yapı, bugün harap durumdadır.Misafir Fakih Mescidi, dikdörtgen planda ve çok basit bir yapıdır.

estergon kalesi

estergon kalesi

Poyracı Mescidi, basit ve dikdörtgen planda bir yapıdır. 1948’den sonra yeniden onarılmıştır. Eskiden tekke olduğu bilinmektedir.Saraç Sinan Mescidi, Selçuklu hükümdarlarından II. Gıyaseddin devrinde El Hac Siraceddin tarafından 1288 yılında yaptırılmıştır. Bitişiğindeki türbe ile birlikte enine dikdörtgen bir plan oluşturur. Sarıkadı (Mimarzâde) Mescidi, bazı bölümlerdeki eski izlerden XVIII. yüzyıl veya XIX.yüzyıl içinde yapıldığı tahmin edilir. Boyuna dikdörtgen planda ve oldukça büyük ölçüdedir.

Şeyh izzeddin Mescidi, boyuna dikdörtgen planda duvarları kerpiçten, küçük bir yapıdır. Üst örtüyü oluşturan ahşap tavan, Ankara’daki geç Selçuklu veya erken Osmanlı camilerinin özelliklerini taşır.Tabakhane Mescidi, Abdülkadir Isfahanıadında biri tarafından 1570 yılında yaptırılmıştır. Boyuna dikdörtgen planlıdır. Kuzey cephede beden duvar-ları yontma, diğer cephelerde ise moloz taştandır. 1963 onarımında sol yan duvarının köşe sıvaları altında 1570 tarihi okunur.

Yeşil Ahi Mescidi, Ahi Hüsameddin tarafından 1349-1392 yıllarında yaptırılmıştır. Boyuna dikdörtgen planda, kuzey cephe hariç, diğer üç cephesi kerpiç duvarlardan yapılmıştır. Tavan ortasında pervazlarla çerçevelenmiş altıgen bir göbek bulunur. Son cemaat yeri doğu ve batı duvarlarının uzantısı ile bu duvarlar arasına konmuş, kesme taştan iki paye ile üç bölüme ayrılır.Telli Hacı Halil Mescidi, Hacı Halil Efendi adında biri tarafından 1759 yılında yaptırılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Mihrap tavana kadar yükselir. Minaresi ahşaptır.
Zeynelabidin Mescidi, Zeynelabi’din adında bitişiğindeki türbede gömülü biri tarafından yaptırılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planda taş temeller üzerinde kerpiç duvarlı olarak yapılan mescidin ahşap tavanı ile çatısı yenilenmiştir.

Çoğu XV. XVI. yüzyıl Osmanlı türbelerinden ibaret olan Ankara türbeleri çatı örtüleri ve plan tipleri açısından çeşitli gruplara girerler. Taş ve tuğla malzeme kullanılmıştır. Osmanlı dönemi türbeler tiplerindeki bu yapıların adları şöyle sıralanabilir: Yörükdede Türbesi, Kesik baş Türbesi, Hacı Bayram Türbesi, Karacabey Türbesi, Cenabî Ahmed Paşa Türbesi, Karyağdı Türbesi, Osman Fazıl Paşa Türbesi, Saraç Sinan Türbesi, Azimi Türbesi, Zeynelabidin Türbesi, Taceddin Türbesi.

Hacı Bayram Camii’nin mihrap durumuna bitişik, cami ile Fazıl Paşa Türbesi arasında bulunan Hacı Bayram Türbesi 1429 yılında yaptırılmıştır. Kare planlı, sekizgen tamburlu ve üstü kubbeyle örtülüdür. İki tabla halinde kemer altında yer alan arabesk zeminli neshî yazıda, Arapça şu sözler yazılıdır: “Eğer dünya bir kişi için devam etseydi, onda ebedî kalacak kişi ancak Allah’ın Resulü (Muhammed) olurdu.”

Ankara‘nın özellikle XVI. yüzyıldan itibaren önemli bir ticaret merkezi olduğunu, yöreden yapılan, sayısı kabarık hanlar göstermektedir.Mevcut örneklere göre, Ankara hanlarının büyük bir avlu çevresinde iki katlı olduğu, ön cephede dükkânların sıralandığı söylenebilir. Üçüncü kata, ancak arazinin eğimli olması halinde rastlanmaktadır. Ankara’nın belli başlı hanları şöylece sıralanabilir: Attarbaşı Hanı, Ağazade Hanı, Kurşunlu Hanı, Yeni Han, Pirinç Hanı, Çengelli Han, Çukur Han, Sulu Han, Taş Han, Bakır Han, Tuz Han, Pembe Han, Kabama Hanı.Kurşunlu Han’ın bitişiğinde ve Zaf-ran Han’ın yanında bir de bedesten mevcuttur. Çevredeki hanların bolluğu ve bedestenin varlığı, bu semtin önemli bir ticaret merkezi olduğunu göstermektedir.

Tuz Hanı, Mimar Cafer adlı bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Hanın XVI. yüzyıl yapılarından olduğu sanılmaktadır. Çengel Ham Atpazarı’nda olup, kitabesinde 1522-1523 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Rûsdem Paşa Vakfı’ndan olduğuna dair sicillerde kayılar vardır.Bakır Hanı da At pazarı’ndadır. Karaca Paşa’nın oğlu Ahmed Çelebi tarafından yaptırılmıştır. 1462-63 tarihli tahrîr defterinde “Akçaoğlu Kervansaray”denilen bir hanın Ahmed Çelebi Vakfı olduğuna dair bir kayıt vardır.

ankara üniversitesi

ankara üniversitesi

Ankara‘nın önemli eserlerinden biri olan bir bedesteni vardır.Mahmud Paşa Bedesteni, At pazarı’nda, kalenin güneybatısında, Kurşunlu Han’a bitişik olan ve bugün Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır. Fatih Sultan Mehmed‘in veziri Mahmud Paşa tarafından 1460 yılında yaptırıldığı sanılmaktadır. Ön cephede üç sıra tuğla hatıllı, moloz,taştan yapılmış bir eserdir. Üstü kurşun kaplıdır. Çatı altında iki sıra kirpi saçak vardır. Çeşitli yangınlar geçiren yapı, 1881 yılında yangından sonra terk edilmiş, ancak 1933 yılından itibaren onarılmıştır.

Planı klasik bedesten tipindedir. Ortada uzunlamasına dikdörtgen planlı, duvarları taştan, kurşun kaplı, içten tuğla örgülü on kubbe ile örtülü bir yapıdır. Kubbeler iki sıra halinde beş bölüm oluşturur. Ortadaki kubbe sekiz dilimli ve tekdüzeliği bozar. Duvarlar iki sıra taş, bir sıra tuğla örtülüdür. Kubbeli kapalı salon, karşılıklı simetrik yerleştirilen, üstü beşik tonozlu 102 dükkândan oluşan arasta ile çevrilmektedir. Bedestene doğuda iki uçta birer, kuzeyde ortada bir, batıda bir kapıyla girilir.

XV.  XVII. yüzyıllardan bugüne kadar Ankara hamamları moloz taş üstüne sıva beden duvarları, tuğla kemer, tonoz ve kubbe sistemleriyle tipik Osmanlı örneklerinden ayırt edilmez. Planda da soyunma odaları, ılıklık, halvet ve halveti kuşatan odalar, üç  dört eyvan, Osmanlı dönemi hamamlarında görülen geleneksel düzene uyar. Bugün kullanılan eski Ankara hamamları şunlardır: Karacabey Hamamı ve Şengül Hamamı.

Bu yapılardan başka, Ankara‘da birçok kışla, okul, hastane ve mektebin açıldığına veya onarıldığına Hazine-i Evrak‘taki belgeler tanıklık etmektedir. Akköprü‘de inşası tamamlanan kışlanın törenle açılışının yapıldığı (20 Aralık 1804), yanmış bulunan kışlanın yeniden onarıldığı (Ocak 1844), Ankara’da mevcut hamam, çeşme ile su mecralarının onarıldığı(1845), yıkık köprülerin onarıldığı(1845), vali konağının 1848 yılında onarıldığı, yeni bir vilayet binasının yapımının 1851 yılında tamamlandığı, Sultan Murad‘ın Kızılırmak üzerine yaptığı Çaşnigir Köprüsü‘nün ihaleye verilerek yaptırıldığı (1852), Kasaba-ı Zîr kazasına bir hükümet konağı inşa edildiği, 1868 yılında Rüşdiye Mektebi açıldığı, Ankara’nın su yollarının onarımına sarfedilmek için pazar yerlerinde satılacak zahireden geçici olarak vergi tahsil edildiği (1884), Ankara’nın su yolları için demir boruların getirtilerek, Gümrük Vergisi’nden muaf tutuldukları, Ankara Hükümet Konağı‘nın 1896 yılında onarıldığını biliyoruz.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git