Divriği

DİVRİĞİ(Eski adları: Apbrike, Nicopolis, Tephrice, Tâphhkâ, Tefrike, Ebrik, Madınat al-Biyalika, Divkik, Livriki, Divrik).

Hititler devrinde önemli bir yerleşim merkezi olduğu bilinen şehrin Mithridat’ı yenen Pompeus tarafından kurulmuş Nikopolis’in yerine kaim olduğuna dair ileri sürülen söylentiler asılsızdır. Nikopolis’in çok daha kuzeyde, bugünkü Su Şehri (Enderes) yöresinde bulunduğu tespit edilmiştir. Bununla beraber, Bizans devrinde “Tephrice” (Tefrike) denilen bu şehrin, buna benzer bir ad taşıyan kadim bir çağ beldesi yerine kaim olmuş bulunması şüphesiz gibidir ve bu beldenin adı, Grimme tarafından, Hitit aslına irca edilmektedir.

VII. yüzyıl başında Sasanilerin istilasına uğrayan ve bunların Herakteios tarafından yenilmelerinden sonra, çok geçmeden Arap ordularının saldırısına ve Malatya, Maraş ve Samsad gibi merkezlere yerleştirilen askerî kolonilerden gelen akınlara hedef oldu.

Malazgirt Savaşı ile Türk egemenliğine giren Divriği, 1072 yılında Mengûcük Gazi’ye verildi ve Kayı, Bayat, Karaevii, Akevli gibi Oğuz boylarının yerleşme merkezi oldu. 1142 yılında Mengûcük Gazi’nin oğlu İshak’ın ölümü ile ikiye ayrılan Mengücük Beyliği, Divriği kolu Süleyman Bey tarafından kuruldu. Bu beylik bir yandan kültürel gelişme içerisinde iken, öte yandan Anadolu Selçuklu Sultanlığı’na bağlı olarak Hristiyanlara karşı savaşlara da katılmaktaydı. Bu devirde Ahmed Şah tarafından yaptırılan Ulu Cami ile Turan Mettk’in yaptırdığı Darüşşifa, Mengücüklerin kültürel gelişmelerinin en güzel örneklerindendir.

Divriği’deki son Mengûcük Beyi Salih’e ait olan kitabede 1252 tarihi vardır. Bu tarihten dokuz yıl önce Anadolu Selçuklu Sultanlığı Moğol baskısı altında eski gücünü yitirmişti ve ilhanlı Hakanı Abaka Han, 1277’de Baybars’a karşı yaptığı seferde kent Mengücüklülerin egemenliğinde değildi.

Divriği halkı tarafından büyük saygı ile karşılanan Abaka Han, buna rağmen stratejik değeri çok büyük olan Divriği Kalesi’nin yaktırılmasını istedi. Şehir 1301 yılında, son Selçuklu Hükümdarı III. Keykubat akıncıları tarafından yağmalandı.

Anadolu’daki Türk beyliğinin dağılmış olduğu bu dönemde Sivas’ın Eretna Oğulları, Divriği’nin de Mısır Memluk egemenliğine girdiği görülür. Kara Yülük Osman’ın 1398 yılında Sivas Sultanı Kadı Burhaneddin’i Zara Divriği arasında yenilgiye uğratıp öldürmesinden sonra yöreyi egemenliğine alan Osmanlı Beyi Yıldırım Bayezid, Divriği Kalesi’ni de Mısırlı Vali İbrahim Şuhri’nin oğlundan teslim aldı. Ancak 1401‘de Timur’a karşı Memluk imparatorluğu ile anlaşma yaparken bu kaleyi yine onlara bırakmak zorunda kaldı. Günümüzde Divriği’de mevcut bulunan ve 1470 veya 1489 tarihli bir kitabeyi içeren türbede Memluk Sultanı Sayf al-Din Kaystbay’ın adını taşıyan ve onun devrinde burada bulunan bir Mısır Valişi gömülüdür ve bunun yanında da, sonradan inşa veya ihya edilen ve halk tarafından Kantaban Camii diye adlandırılan bir cami vardır. Mısır egemenliği sırasında Divriği, Halep eyaletine bağlı ve az önemli bir ileri karakol rolünü oynamış, XV. yüzyılın ikinci yarısında Uzun Hasan’m savaşlarında ve XVI. yüzyılın başında Şah İsmail’e mensup kuvvetlerin hareketleri sırasında, mevkiinin sapalığı yüzünden, saldırılardan masun kalmıştır. Divriği’de Mısır egemenliğinin ne zaman sona erdiği iyi bilinmiyorsa da, bu egemenlik Mercidabık Zaferi yılına (1516) kadar sürmüştür.

I. Selim devrinde Osmanlı mülküne katılan Divriği, Sivas eyaletine bağlanan bir sancak merkezi oldu ve daha sonra kazaya çevrildi. Düzenin sağlandığı yıllarda Divriği, Harput’a Arapkir üzerinden Zara’ya ve Karadeniz kıyılarına bağlanan yol üzerinde bir merhale rolü oynardı. XVII. ve XVIII. yüzyılda devlet nüfuzunun zayıflaması, esasen mevkii itibariyle soyutlanmaya eğilimli bulunan Divriği yöresini, Orta çağ’da olduğu gibi fiilen mahallî sergerdelerin hükmü altında bıraktı ve şehrin geleceği, bunların kuvvetlerine ve komşuları ile iyi geçinip geçinmemelerine göre değişik safhalar gösterdi.

XVII. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar sergerdelerin Divriği’deki eylem ve hareketlerini şu şekilde sıralayabiliriz: 1697 yılında Cihanbeğli, Keleçorlu, Şamatorlu aşiretleri oymakları Divriği toprağında yurt tutma amacıyla şehirde birçok eylem sürdürmüşler, vatandaşların topraklarını ve mallarını gasb etmişler, 1840 yılında Mahalli Meclis açılmasına ilişkin Sadaret Yasası ile Padişah tarafından onaylanmış, bundan sonra Akçadağlıçetelerin kan davası bahaneleri ile Divriği köylerini basarak mal yağmalamış ve kan dökmüşler, Sivas Beylerbeyi Çapanzade Ahmed Paşa, Divriği halkından zorla para toplanmış, Dalyanlu, Umranlu, Rumyaniu Cemaatleri, Divriği köylerindeki eşkiyalık ve cinayetlerinden ötürü, yakalanarak Besni mahkemelerinde yargılanmışlar (1765), Divriği derebeyleri arasındaki mücadeleyle ilgili olarak Memiş Paşa‘nın oğiu Osman Bey, Kangal subaşısı Hasan Ağa’yı öldürmüş.(1744), Malikâne Mutasarrıfı Osman Ağa, reayaya sürekli baskı ve zulümlerde bulunmuş(1765), Karamahmudoğlu Mehmed adlı kişi, halka zulümlerinden dolayı, yakalanarak idamı emredilmiştir (7854).

XIX. yüzyılın ilk yarısında merkezin nüfuzu yeniden kurulunca, şehrin önemi büsbütün kaybolmuş, bu kez Divriği yöresi, Dersim Dağları’ndan kaçan eşkıyanın saldırılarına uğramıştır. Bunun üzerine, kaza halkı, şehri terketmek zorunda kalmıştır. Nitekim XIX. yüzyıl sonlarında kaza merkez nüfusunun 5 bin 600 oluşu, bunu doğrulamaktadır.XIX. yüzyılın sonunda Divriği kazası, Sivas Merkez Sancağı’nın doğusunda yer alırdı. İdarî bölünüşü açısından 9 nahiye ve 125 köye sahipti. Merkez kaza ile birlikte toplam nüfusu 48 bin 907 kişi idi (1890).

Bugün ilçede ayakta duran Mengücükoğulları’na ait önemli yapılar şunlardır:

Kale Camii (Hisar Camii); Bir Mengücüklü yapısı olan ve Süleymanoğlu Şehinşah tarafından mimar Maragalı Firuzoğlu Hasan’a yaptırılan (1180-1181) eşer, uzun, dikdörtgen biçimindedir. Üç nefli olup biraz daha geniş olan orta nef, kıbleye dikey uzanan bir tonozla, yan nefler dörder pandatif kubbe ile örtülüdür. Portal kemerinin üstünde uzanan iki satırlık çiçekli kûfî kitabesi vardır. Bugün ağaç oyma minberi çeşitli nedenlerle yok edilmiş, yalnız minberin yan tarafından bazı geçmelerle kapı sövesinden bir parça ve eksik olarak kitabesi kalmıştır.

Aşağı Hamam (Hamam-ı Süflâ, Acı Hamam, Kayaoğlu Hamamı); Ulu Cami ve dolaylarındaki eski yerleşme yerine göre biraz batıda ve uzaktadır. XII. yüzyılda yapılmış, 1667’de onarılmıştır.Bekir Çavuş Hamamı, Ulu Cami ile beraber Ahmed Şah tarafından XIII. yüzyılda yapılmıştır.

Burma Han Kervansarayı, Divriği Erzincan yolunda, Mengücükler döneminden kaldığı sanılmaktadır. IV. Murad tarafından onartılan kervansarayın XIII. veya XIV. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. IV. Murad’ın Revan Seferi’he giderken burada gecelediği söylenmektedir.

Dumluca Hanı(Diblihan): Kasabanın güneybatısında yer alır ve Dumluca köyündedir. XIII. yüzyıl sonları ile XV. yüzyıl başları arasında tarihlenen han, dikdörtgen planlıdır.Pamuk Hanı, Divriği’nin 5 kilometre kuzeybatısında, Demirdağ istasyonu yakınında, küçük bir tepenin üzerinde bulunur. XIII. yüzyıl sonları ile XV. yüzyıl başları arasında tarihlenir.

Divriği Kalesi, ilin kuzeyinde, Çaltı Irmağı’na bakan kayalığın üzerinde bulunur ve Mengücükoğullan’ndan Süleyman Şah oğlu Ahmed Şah tarafından 1236-37 yılları arasında yaptırılmıştır. Yaklaşık ölçülerle, dış kalenin sur uzunluğu 1 kilometre kadar olup, iç kalenin iyice yıkılmış bulunan surları ile bu uzunluk 1.5 kilometreye ulaşmaktadır. Kalede bulunan en önemli yapı, Kale Camii’dir.

Ulu Cami ve Darüşşifası (Ahmedşah Camii ve Meliketuran Darüşşifası Medresesi): Yapı topluluğundan I. Keykubad zamanında Mengücük Beyi Süleyman Şah oğlu Ahmedşah tarafından 1228 yılında yaptırılan camii ve aynı yıl karısı Erzincan Emiri Fahreddin Behram Şah’ın kızı Melike Turan tarafından inşa ettirilen Dârüşşifa ile kendilerine ait türbeden oluşur. Cami ile ona bitişik darüşşifaların birlikte meydana getirdiği dikdörtgen planlı yapı bloku, Divriği Kalesi’nin bulunduğu kayalık tepenin güneybatı yamacında, eğimli bir arazide, kısmen hafriyat, kısmen doldurma suretiyle tesviye edilmiş yapay bir düzlükte inşa edilmiştir. Bugün şehir içinde camie eğimli rampa halindeki kavisli bir toprak yoldan, güney batı yönden gelinmekte ve caminin sadece batı kapısı kullanılmaktadır. Minaresi caminin, kuzeybatı köşesinde yapılan silindirik bir payandanın üzerinde ve tabanı ile pabuç bölümü cami duvarına bitişik olarak inşa edilmiştir.

Caminin kıble doğrultusunda uzanan ve her biri dörder desteğe oturtulmuş, dört sıra kemer dizisi ile beş şahına ayrılmış olan harimi, muntazam bir dikdörtgen sahayı kaplamaktadır. Yapının üstü tonozlu veya kubbeli yirmi beş bölümden meydana gelen bir örtü sistemiyle kapatılmıştır. Orta şahın da mihrap nişinin önündeki bölüm ile merkezi bölüm birer kubbe ile örtülmüş olup, yan kapılar (batı kapısı) orta şahının merkezi bölümünden geçen ve diğeri ile kesişen bir eksen üzerine yerleştirilmiştir.

Caminin, kuzey cephedeki cümle kapısı, Anadolu Türk sanatının benzersiz bir örneğidir. Kenarı profilli bir taş sahanlık ile dış çevre zemininden yükseltilen kapı kütlesi, dışarıdan çok içeriye doğru çıkıntı yapacak şekilde duvarlara bağlanmıştır. Sahanlık profili, kapı çıkıntısının yanlarında geriye dönerek kapının duvarla birleştiği köşelerden itibaren yükselmekte, tepede tekrar ileri kıvrılarak, ince bir silme profili ile cephenin son kademesini meydana getirmektedir. Sahanlığın bu silindirik profili, kapı kütlesinin duyarla birleştiği köşelerde ve sahanlık seviyesinin biraz üstünden itibaren ucuca birleştirilmiş, kabartma sekizgen yıldız motifleriyle süslenmiştir. Kapı kaidesinin üzerinden itibaren yükselen ve iri mukarnaslarla süslü başlıklardan sonra bir sütunce demeti halini alan köşe sütunceleri, cephe yüksekliğinin üçte ikisi seviyesinde basit bir kordon biçimine girdikten sonra cephenin üst çerçeve sınırını tayin etmektedir. Bu köşe süslemelerinin iç kenarında yer alan iki şerit kapı cephesinin asıl tezyinat kuşaklarını oluşturmaktadır. Dıştaki ince kuşağın üzeri, zemini bitkisel dolgulu zikzaklarla, geniş olanı ise, yer yer şerit sınırlarını geçen bitkisel ve geometrik plastiklerle süslenmiştir.

Cephenin ortasında, kenarı ince bir kordon biçiminde süslenmiş sivri bir kemerle belirlenen kapı nişi, üzeri sekizgen yıldızlarla süslü bir pah şeridi ile derinleşmektedir. Caminin cümle kapısının taşa işlenmiş süslemesi başka benzeri bulunmayan bir eserdir.

Bu yapı topluluğundan olan Darüşşifa, caminin güney cephesinde bitişik olarak inşa edilmiş, simetrik bir plana sahiptir. Bir iç avlu etrafında sıralanan aksiyal üç eyvan ile bunların aralarında yer alan odalardan ibaret, kapalı avlulu medreselerin genel plan şemasına uygun bir yapıdır. Darüşşifanın mimari kompozisyonu içinde yer alan türbe, ana eyvan ile caminin güney duvarı arasında kalan, dikdörtgen köşe odasına tahsis edilmiştir. Türbesinin kuzey duvarında, camiye açılan iki pencere bulunur. Türbenin içinde değişik büyüklükte ve malzeme ile yapılmış, üç sıra üzerine dizili, on altı sanduka görülmektedir. Bu yapı toplulukları XVI. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman devrinde esaslı bir onarımdan geçmiş, daha sonra 1747 yılında, XIX. yüzyılda Ve 1823, 1923, 1938, 1940-1945 yıllarında çeşitli onarım ve tadilatlardan geçirilmiştir.

İlçedeki türbeler ve kümbetler şunlardır: Ahiyusuf Türbesi, Dilber Kümbeti, Emir kamereddin Türbesi, Kemankeş Nureddin Salih Kümbeti (1240-1241 tarihli), Sittemelik Türbesi (Şehinşah Türbesi; XIII. yüzyıl).

Divriği Kalesi

Divriği Kalesi

divriği

divriği

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git