Edirne

EDİRNE(Eski adları: Orestas, Orestia, Orestias, Uscudama, Adrianapolis, Adrianopölis, Hadrianupolis, Hadrianopolis, Edrinus, Edrune, Edrinabolu, Endriye).

Osmanlı döneminde bütün tarihive siyasî olayların yaşandığı ve kültür hareketlerinin oluşup geliştiği bir başkent olarak Edirne, gerek Türk milli hayatında, gerekse Türk Avrupa ilişkilerinde, uzun süre baş rolü oynayıp önemli bir merkez olarak yaşamını sürdürmektedir.Edirne’nin o devirdeki önemi, özellikle İstanbul yolu üzerinde oluşundan gelir. Bu bakımdan Roma devrinde bir ordugâh şehir, bir castrum olarak biçimlendirilmiştir.

Sosyal, siyasî, özellikle ekonomik yönden önem taşıyan bir yerde kurulan Edirne’de eski frak soylarından birinin açık bir kent veya bir açık pazar yeri kurduğu, sonradan burasının Makedonyalılar ve Romalıiar’la genişletilerek kullanıldığı tarih belgelerinden anlaşılmaktadır. Bugün Edirne’nin bulunduğu yerdeki bu eski kent, Trak soylarının en büyüklerinden biri olan Odrisler tarafından Meriç Nehri’nin Tunca ile birleştiği yerde kurulmuştu. Sonraları Makedonyalılar burasını Orestler’in bir kolonisi yaptılar ve kente Orestia dediler. II. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yeniden kurulan kente, Hadrianopolis denildi. Uzun bir süre de bu adla anıldı.

Edirne, M.S. II. yüzyılda kurulduktan sonra türlü yönlerden üstünlüğe de kavuşur. Çünkü askerî kuruluşları,silâh yapım yerleri ile önemli bir üs durumuna gelmiştir. Ayrıca Nymehea adına yaptırılan bir tapınakla da dinî bir merkez olmuştur. Sonraları İstanbul’dan Balkanlar’a doğru uzanan yolun üzerinde önemli bir hareket üssü olma niteliğini korumuştur. Roma egemenliği sırasında kent, daha çok askerî etkinliklere sahne oldu. Diocletianus (284-305) devrinde yeniden kurulan Hemimantos (Haemimontus) eyaletinin merkezi haline getirilen Edirne’de ilk siyasî ve askerî olay, imparatorluğa sahip olmak için çatışma halinde olan Constantinus ile Licinlus arasındaki savaştır.

İkinci önemli bir olaysa, 9 Ağustos 378 tarihinde olmuştur. İmparatorluk memurları Moesia’ya yerleşmiş olan Gotlar’a baskı yapınca, Gotlar, Alan ve Hunlar’ın yardımını sağlayarak, İmparator Valens’in (364-378) ordularını Edime yöresinde ağır bir şekilde yenilgiye uğratmışlardır. Hıristiyanlığın Trakya’ya ve Edirne’ye yerleşmesi açıklık kazanmamıştır. Havari Andreas’ın bu dolayları Hrıstıyanlaştırması sadece bir efsane ve tahminden ibarettir.

Askerî yönü yanında, çevre miletlerlnin dikkatinden kaçmayan Edirne, yeni saldırılara dayanmak zorunda kalmıştır.Edirne, yeryüzünde en fazla göz dikilen, en fazla istilaya uğrayan kentlerden biridir. Örneğin tarih boyunca komşusu olan Bulgarlar’ın saldırıları çeşitli aralıklarla sürüp gitmiştir. Bu saldırıların ilki, 813 yılında Krum Han tarafından yönetilmiştir. Bu saldırıda I. Mikhael komutasındaki Bizans orduları, Edirne yöresinde ağır bir yengilgiye uğratılmış, bunun üzerine Krum Han, yürüyüşünü sürdürmüş, ama bu ilerleyiş, İstanbul surlarını aşamamıştır.

914 yılında Edirne, Bizanslıların elinde bulunmaktaydı. Bulgarlar, bu yıllarda, onların Araplarla olan geçimsizliklerini kendi çıkarlarına kullanmayı bildiler. Selanik ile birlikte Edirne’yi sınırları içine aldılar (Eylül 914). Fakat Bulgar Çarı Simeon’un (893-927) bu başarısı, uzun sürmedi. Çünkü Macarlar‘la anlaşmayı kazançlı sayan Bizanslılar, Kuzey Bulgaristan’ı istila ettiler. Bulgarlar Edirne’den boşaltıldı.

Şehir Osmanlılar’a geçene kadar, uzun süre Bizanslılar’ın elinde kaldı. Bu arada birçok olaylara sahne oldu. Şehrin Bizans’ın elinde bulunduğu son yıllarda, Bizans ile Osmanlılar arasında karşılıklı yardımlar oldu.Umur Bey ve Orhan Bey‘in, Bizans İmparatoru Kantakuzinos’a gönderdikleri yardımdan sonra, Türkler verinin Trakya yöresini tanıdılar. Özellikle Edirne’nin önemini kavradılar.

1353 yılında Süleyman Paşa komutasındaki 20 bin kişilik kuvvetle Dimetoka’da Sırp Bulgar ordusunu yendikleri zaman amaçları, Kantakuzinos ve oğlu Mathias’ı kurtarmaktan çok, buralara yerleşme hazırlıklarını tamamlamaktı. 1359 yılında kente üçüncü gelişlerinde ise maksatları, kente sahip olmaktı. Ancak Süleyman Paşa’nın ölümü bu isteğin gerçekleşmesini engelledi, Türkler kenti boşaltıp geri çekildiler. Bu sırada Rumeli Kuvvetleri Başbuğluğu’na Murad Bey getirilmişti. O, Türk ilerleyişini, önce Edirne’nin çevresiyle ilişkisinin kesilmesi ve daha sonra ele geçirilmesi olmak üzere iki bölümde tasarladı. Bu plan gerçekleşirse, İstanbul’dan gelecek akın, Lüleburgaz ve Çorlu’nun alınması ile önceden engellenmiş olacaktı. Dede ağaç, İpsala, Oimetoka’nın elde edilmesi ise, Sırp yardımlarının önünü kesecekti. Murad Bey, bu tasarısının ikinci maddesini Orhan Gazi’nin ölümü ile, 1360 yılında Osmanlı Bey’i oluşundan sonra uyguladı.

Lüleburgaz’da toplanan komutanlar, Lala Şahin Paşa’nın Edirne üzerine yürümesine karar verdiler. Yine aynı heyet, Evrenos Bey’den de Hacı II bey’in iki yanını güven altına almasını istedi. Hacı llbey, öncü güçlerle yola çıktı. Karşısına çıkan Burğaz’ı bir baskınla ele geçirdi. Edirne Tekfuru için yardım sağlanacak tek millet, Bulgarlar’dı. Onlarla birlikte Sazlı dere yöresinde Türkler’! durdurmaya çalışanlar da başaramadılar ve Tekfur, Sırbistan’a kaçtı. Bunun üzerine Edirne halkı, kale İçinde oturma hakkı kendilerine bırakılmak koşuluyla, kenti Lala Şahin Paşa’ya teslim etti. Bundan sonra Edirne‘de Türk dönemi başladı.

Edirne Selimiye Camii

Edirne Selimiye Camii

Şu dönemde Edirne, siyasî olayların bir numaralı sahnesi durumunda oldu. Kentin yönetimi, ilk önce, akınlarda büyük emeği geçen Lala Şahin Paşa‘ya verilmişti. Bu dönemde, Edirne, yavaş yavaş, fakat köklü bir gelişmeye yöneldi. Çirmen, Türk sınırları içine alınıp burada bir sancak kurulunca, Edirne Kalesi savunma noktası olarak büyük bir değer kazandı. Sefere giden ve seferden gelen Türk birlikleri, burada dinleniyor ve her türlü ikmal olanaklarını buluyordu. Böylece fetihler ölçüsünde Edirne, gelişip büyümeye başladı.Kale, fetih sırasında verilen söz gereğince Hristiyan halkın yerleşme alanı olarak bırakıldığından, Edirne’ye gelmeye başlayan ve çoğunluğu sipahi ailelerinden oluşan Türkler, kale çevresinde yeni mahalleler kurdular.

XVI. yüzyıl başlarında Edirne’de 144’ü Müslümanlar’a ait olmak üzere, 170 kadar mahalle bulunmakta idi. XVIII. yüzyıl ortalarında da mahalle sayısı 160’ı bulmakta idi.Edirne’nin Türkler döneminde kurulup geliştirilmesinde başlıca metod, vakıf yolu ile kurulup idare edilmekte olan imaret sistemi idi.Edirne kenti böylece kurucu ellerde oluşup gelişirken, siyasî olaylar da yeni bir denge içinde gelişti. Edirne alındıktan sonra İlk savaş, Macar Kralı Yanoş komutasındaki Sırp, Boşnak, Eflak ve Macarlar’dan derlenen Avrupa ordusunun Sırp Sındığı’nda yenilgiye uğratılmasıdır.

Yıldırım Bayezid hükümdar olduktan sonra giriştiği Rumeli savaşları arasında Edirne’yi merkez edindi. 1402 yılında Ankara’da uğranılan bozgundan sonra kent, Osmanlı Devleti’nin siyasî yaşamından büyük bir önem kazandı.Süleyman Çelebi, hükümdarlığını, Ankara bozgununu izleyen günlerde Edirne’de ilan etti. Bu sırada İsa Çelebi de, Anadolu’da Çelebi Mehmed ile çatışma halindeydi. Ulubad yöresinde yenilgiyi kabul etmek zorunda kalınca, Bizans Imparatoru’na sığındı. Süleyman Çelebi’nin çağrısı üzerine de Isa Çelebi, kardeşinin yanına geldi. Bu iki kardeş, birliği ile düzenlenen ordu, İsa Çelebi’nin emrine Verilince, o da yine Anadolu’ya yürüdü. Orada Çelebi Mehmed’i, kardeşi ile anlaşmış olarak karşısında buldu. Fakat Anadolu’da toplanan bu kardeşler ordusunun Edirne’ye saldırıları olumlu bir sonuç vermedi. Siyaset değiştiren Musa Çelebi, karşı taraftan bazı birlikler elde ederek Edirne’yi bastı. Süleyman Çelebi, kendi adamları yardımı ile kaçtıysa da Babaeski yakınındaki Düğüncülü Köyü’nde yakalanarak öldürüldü. Musa Çelebi, Temmuz 1413’te ölünceye kadar Edirne’de saltanat sürmüş ve burada ilk Osmanlı parasını bastırmıştır.

Musa Çelebi‘nin ölümü, Çelebi Mehmed’in şansını açtı. Saltanatının bundan sonraki dönemi için o da Edirne’ye geçmiş ve bu kentte ölmüştü. Çelebi Mehmed’in ölümünden sonra Limni Adası’nda tutsak olan kardeşi Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa), İmparator Manuel tarafından serbest bırakılarak Rumeli’ye geçirildi. Bunun anlamı, Osmanlı tahtında II. Murad’a karşı bir rakip çıkarmaktı. Mustafa Çelebi de ona göre hareket etti. Edirne‘de hükümdarlığını ilan etti ve adına bir para bastırmaya girişti (1419). Ancak II. Murad’ın politikası karşısında fazla dayanamadı. Anadolu seferin’de yenilgiye uğradı, kuzeye doğru kaçmayı denedi ise de, yakalanıp Edirne’ye getirildi ve Hisar Burcu’nda öldürüldü. Böylece 1422’de Edirne’ye gelen l|. Murad, kentin onarımı ile uğraştı. Onun zamanında şehir hızlı bir gelişme gösterdi. 1429-1439 yılları arasında, çeşitli yabancı elçi, kurul ve hükümdarların uğrağı oldu. Germiyan Beyi Yakub Bey, ülkesini, kızkardeşinin torunu olan II. Murad’a vasiyet etmek üzere Edirne’ye geldi. Onu, Venedik, Ceneviz, Leh, Fransa kurullarının ve Balkan ülkeleri hükümdarlarının ziyaretleri izledi. II. Murad, bu parlak yaşayışı içinde “Ebü’l-Hayrat” ününü almış, Edirne de Darüssaitana sıfatına layık görülmüştür,

II. Murad, kenti bir askerî üs olarak değerlendirdi ve çeşitli seferleri buradan yönetmekle şehrin gelişmesine katkıda bulundu, ancak Szegedin Antlaşması, padişahın ününe gölge düşürmüştü. Buna dayanamadı ve tahtı oğluna bırakarak Manisa’ya çekildi. Fakat olaylar buna izin vermedi. Bir Haçlı ordusu Osmanlı sınırını geçmek üzereydi. Murad tekrar Edirne’ye döndü ve Varna seferini yönetmek üzere yola koyuldu.Bu sefer sırasında, oğlu Sultan I. Mehmed, hükümdar olarak Edirne’de kaldı. Varna Savaşı’nı kazannan Sultan Murad, Edirne’ye uğrayıp tekrar Manisa’ya çekildi.

1445 yılında, Bedesten’de çıkan yangın, Tahtakale’ye yayılma tehlikesi gösterince, karışıklıktan yararlanmak isteyen bazı yeniçeriler ayaklanma girişiminde bulundu. Bunun üzerine Murad, yine buraya dönmek zorunda kaldı. Ayaklanmayı bastırdı ve yönetimi eline aldı, bir daha da Edirne’den uzun süreli ayrılmadı. Bu arada oğlunu, Dulkadirli Beyi Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile evlendirdi. 1451 yılında da bu kentte öldü. Edirne’de doğan Fatih Sultan Mehmed, böylece kesin olarak tahta oturdu.

Fatih, babasının Bursa’da toprağa verilmesinden sonra Karaman seferini yapıp Edirne’ye geri geldi ve İstanbul kuşatmasının hazırlıklarına başladı. 1453 yılında Edirne, gerek askerî, gerek siyasî etkinliklerin merkezi oldu,İstanbul’un alınması, Edirne’nin hükümet merkezi olarak üstünlüğüne gölge düşürdü. Ancak Fatih, çoğu seferlerini bu kentte planlamakta, komutanlarına da direktiflerini buradan vermekteydi.

Padişah, Trabzon Rum Devleti üzerine hareket ederken, bütün Rumeli ile birlikte Edirne koruyuculuğunu İshak” Paşa’ya bıraktı. Trabzon’un alınmasından sonra Hükümdar Davit Komnenos, Edirne’ye gönderildi, sonra Serez’e taşındı. Burada da rahat durmayınca idam edildi.Fatih’in Akkoyunlu seterinde de Edirne’nin koruyuculuğunu Şehzade Cem yaptı. Günlerinin çoğunu Edirne’de geçiren Fatih, Ragusa, Venedik, Ceneviz vb. kurul ve elçilerini burada kabul etti.

Şehzade Cem olayının yatışmasını fırsat bilen padişah, Edirne’ye gelerek bazı işleri yoluna koydu. Bu arada bazı yeniçeri kıpırdamaları da olmuştu, onları da bastırarak kışı Edirne’de geçirdi. Bu tarihten sonra Edirne’ye 1484 baharında II. Bayezid uğramış ve buraya ölümsüzlük kazandıran cami, medrese, imaret, hastahane gibi yapıların temellerini attırmıştır. Padişah hemen sonra, Boğdan seferi için yola çıkmış, aldığı ganimetleri dönüşünde, başlatılan binaların yapımı için kullanmıştır. Seferin başlangıç günlerinde yanan Bedesten ve Tahta kale çarşılarını kârgir olarak yeniden yaptırtmıştır.

Ağustos 1530’da meydana gelen, ve Küçük Kıyamet diye anılan deprem üzerine II. Bayezid, yine Edirne’ye geldi. Fakat 15 gün sonra yeni birdeprem oldu. Bunun üzerine Mimar Hayreddin, padişah için on beş gün içinde çatma ahşap bir konak yaptı.Sultan Selim, daha şehzadeliğinde kendini göstermişti. Onun Rumeli’ye geçmesi padişahı telaşlandırdı, karşılamak üzere o da Edirne’ye geldi. Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa’yı da öncü kuvvet olarak gönderdi. Ancak Hasan Paşa, şehzade ile çatışmaktan çekindi, kente geri döndü. Bunun sonucunda Edirne’de düzenlenen bir toplantıda Şehzade’ye Semendire Sancağı’nın verilmesi kararlaştırıldı. Şehzade bu buyruğa karşı çıkarsa, eski hükümet merkezi olan Edirne’de sessizce oturmasına izin verilecekti. Şehzade bütün önerileri geri çevirince, vezirleri II. Bayezid‘i İstanbul’a geri dönmeye zorladılar. Bu zorlamalar sonucunda Selim, padişah oldu. Babası da Dimetoka’ya giderken Söğütlüdere’de öldü.

I. Selim, Edirne’yi seven bir padişahtı. Kutlamaları Edirne Sarayı’nda kabul etti. Gerek iran, gerekse Mısır seferlerinin hazırlıkları da bu kentte yapıldı, iran seferine çıkarken, oğlu Süleyman’ı, Manisa’dan getirterek Edirne’de koruyucu olarak bıraktı. Mısır seferi hazırlıklarında da 1516 kışını Edirne’de geçirdikten sonra, yola çıktı. Yine Şehzade Süleyman’ı Edirne koruyuculuğuna bıraktı. En sonunda kendisi de bir Edirne yolculuğunda öldü.Kanunî, padişah olunca, ilk seferi olan Belgrad’a, Edirne’den yola çıktı. Kendisine, önce Edirne medreseleri daha sonra da onları örnek tutan Filibe ve Sofya Medresesi öğrencileri katıldılar.

Kanunî devri, kentin en çok gelişme gösterdiği dönemlerinden biri oldu. Onun giriştiği Avrupa seferlerinin önemli bir bölümü de Edirne’de hazırlanmıştır. Şehrin su yolları da onun zamanında gerçekleşti. Kanunî hemen hemen bütün kışlarını Edirne’de geçirmeyi adet haline getirmişti. Kentin etrafında kışlık av alanı da bu sırada oluşmuştu.II. Selim de Edirne’yi seven hükümdarlar arasındadır, saltanatının önemli bir bölümünü burada geçirmiştir. Kentin en güzel eseri olan Selimiye Camii de, bu sevginin bir armağanıdır.

Padişahlar arasında Edirne’ye uğramayan tek hükümdar,ili. Murad’dır. Onun saltanatının son zamanlarında Kird Abdal adlı biri türedi, kentin sükûnunu bozdu.III. Mehmed, bir süredir uygulanmayan padişah seferlerini yeniden uygulamak üzere 1596 Nisan‘ında ordusunun başında Avusturya üzerine yürümek için Edirne’ye geldi.Edirne, I. Ahmed devrinde de ilgi görmeye devam etti. Bu ilginin başta gelen sebebi, Edirne’nin, yüzyılın ilk yarısında moda haline gelen avcılığın, iyi bir uygulama yeri olması idi. Bu spora bir de Avrupa seferlerinin eklenmesi, Edirne’yi büsbütün üstün tutulan bir yer durumuna getirdi. Tunca üzerinde kayıkla gezme eğlencesi de I. Ahmed’den kalmıştır. Bu tutkular sonucu, Edirne, XVII. yüzyılda, Osmanlı Devleti’nde çıkan politik, askerî ve sosyal olayların büyük bir bölümünün sahnesi oldu.

1612‘de I. Ahmed’in, 1620’de Genç Osman’ın Edirne ziyaretleri genellikle avlanmak içindi. 1634’te Edirne’ye gelen IV. Murad, kentteki bütün kahvelerin yıktırılmasına buyruk vermiştir. 1658 yılından sonra Edirne’ye gelen IV. Mehmed, zamanının çoğunu bu kentte geçirdi. Şehir onun ilgisiyle yeni bir gelişim gösterdi. Çevresi gezinti yerleri, avlaklar ve köşklerle donatıldı. Padişah, özellikle, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın çıktığı seferlerde, Edirne’den başlayarak katılıyor, kent, sürekli seferler ve seferlerin getirdiği canlılık içinde en parlak devrini yaşıyordu. Ayrıca bu yıllarda şehir, Leh, Venedik, Rus, Avusturya, Kazak, elçi ve kurullarını da karşıladı.

1683 yılından sonraki günler, Edirne’nin kötü günleri oldu. Kent yine her yıl Osmanlı ordularının toplandığı bir merkez görevinde idi, ama yenilgi haberleri sık sık çalkalanıyor.Macaristan’dan, Balkanlar’dan ve düşen Osmanlı kalelerinden gelen asker ve göçmenlerle dolup taşıyordu.IV.Mehmed, bu acı günlerde ava olan düşkünlüğünden caymamıştı, ama yine de ordunun güçsüzlüğü ve yenilgiler, kentin gelişmesini engellemiyordu.

II. Süleyman da, Avusturya savaşları sebebiyle Edirne’de oturmak zorunda kaldı ve orada öldü. Yerine geçen II. Ahmed’in kılıç kuşanma töreni de Edirne’deki Eski Camii’de yapılmıştır. II. Ahmed seferde iken, eski saray baltacılığından çıkma Benli Hasan Paşa, Selimiye Camii‘nde toplanan halkı ayaklandırmak istedi. Amacı, Şehzade Mustafa’yı padişah yapmaktı. Olay haber alınarak önlendi, ancak kent epeyce kargaşalı günler yaşadı. Aynı yıl içinde II. Mustafa da Edirne’de tahta çıktı ve Eski Camii’de kılıç kuşandı. Bu padişah da ordunun başında üç kez sefere çıktı. Türkler’in Bega zaferine karşılık Zenta’da yenilgiye uğramasıüzerine, 1699’da Karlofça Barışı imzalandı. Edirne, böylece 16 yıldır yaşadığı fırtınalı devri atlatmış oldu.

Bundan sonra, bir aralık İstanbul’a gelen II. Mustafa, çok sevdiği Edirne’nin ve avlaklarının özlemini yenemedi. Öğretmenliğini yapmış olan Feyzullah Efendi, onun bu tutkusunu bildiğinden, Edime halkının uysallığı ve burada askerî ayaklanmanın olmaması gibi yönlerini sık sık övünce, padişah Edirne’ye yerleşti. Devlet yönetimi Feyzullah Efendi’ye kalmıştı. Bu tutum İstanbul halkının, özellikle ulemâ sınıfinin geçim sıkıntılarına sebep sayıldı ve “Edime Olayı” diye anılan ihtilâli yarattı. Böylece, III. Ahmed de Edirne’de tahta çıktı.

Edirne ayaklanması, kentin gelişmesini büyük ölçüde etkilemiştir. Eski üstünlüğünü yitirmiş, ancak yeni seferler için İstanbul ve Anadolu’dan gelen birliklerin konakladığı bir üs durumuna girmişti.III. Ahmed’den sonra, XIX. yüzyılınbaşlarında II. Mahmud’un gezilerine kadar, Edirne, uzun yıllar boyunca padişahların uğrak yeri olmaktan çıktı.1806’da III. Selim yeniliklerini, Edirne bölgesine getirmek istedi. Yerli halk ve dere beylerinin karşı çıkması üzerine bu düşüncesinden caymak zorunda kaldı.

II. Selim ve II. Mahmud devirlerinde Edirne’de çiçek aşısı, güllerin açtığı zaman, genellikle çiçek meraklısı, “Aşıcı Hatun, Aşıcı Kadın, Çiçekçi Hanım” adları ile bilinen yaşlı kadınlar tarafından yapılırdı. 50-60 çocuk, aileleri ile genellikle Mehmed paşa Hamamı’nda toplanırdı. Bu süre içinde hamamın erkekler bölümü de kadınlara tahsis edilirdi. Yemekler götürülür, soğuk şerbetler hazırlanır, hamamın her tarafı güllerle donatılır, türkülerle çocuklar aşılanırdı. Aşıcı kadınlar aşılarını, incir yaprağına sarılı olarak getirirlerdi. Bu kadınlar aynı zamanda gül, şebboy, sünbül ve lâlenin çeşitli türlerini yetiştiren kişilerdendi.

IV. Murâd’ın İstanbul sarayları bahçesindeki gülleri aşılamak için, kalemleri buradan götürülmek suretiyle bir kaç aşıcı kadın İstanbul’a getirilmişti.1808’de Rusçuk yaranı ile işbirliği yapan Alemdar Mustafa Paşa, 10 bin kişi ile Edirne’ye gelerek burada bulunan Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa’yi âdeta esir alarak yeniçeri zorbalıklarını sindirdi, onlarla birlikte İstanbul’a yürüdü.

1826‘da bazı zorunluklarla Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, Edirne esnafını büyük bir yasa boğdu. Çünkü yeniçerilerin çoğu Edirneliler’den oluşmuştu. Ocağın eski merkezi olmakla görevli kentte 12 kadar Bektaşî tekkesi, yeniçeri zabiti ve serdarlıkları ile kalede Ağa Kapısı bulunmaktaydı. Bu yüzden, İstanbul’dan sonra en önemli yeniçeri merkezlerinden biri olan Edirne’de, kurumun dağılışı, patırtıçı karmaya uygun bir ortam hazırladı. Ancak, Çirmen Mutasarrıfı ve Edirne Muhafızı Esad Muhlis Paşa’nın çalışmaları ve bilginlerden Eskicizade’nin yatıştırıcı tutumlarıyja olaysızca geçiştirildi. Ağa Kapısı, istanbul’da olduğu gibi, şer’i mahkeme haline getirildi. Bu arada ocağı yeniden canlandırmaya girişenler oldu ise de, yine Esad Paşa’nın davranışı ile bastırıldı. Bu arada bazı ağalar, başka kentlere sürgün edildiler.

1828-1829 Osmanlı Rus savaşının sonunda, Edirne, Türkler’ce ele geçirilmesinden sonra, ilk kez düşman baskınına uğradı. Rus ordularının Aydos  İlimye  Yanbolu üzerinden Edirne’ye doğru hızla ilerlemesi karşısında Edirne yöresinde yeterli savunma çalışmaları da yapılmışsa da, Rus ilerleyişi karşısında tutunmanın olanaksızlığı fark edilmiş, kente duydukları büyük sevgi ve bağlılık üstün gelince, Serasker Kaymakamı Halil Rıfat Paşa ve İbrahim Paşa ile Çirmen Kaymakamı Vecihi Paşa, karşı koymanın ancak şehrin yıkımına yol açacağını anladıklarından, teslim etme kararına vardılar.

Rus Ordusu, 22 Ağustos günü Edirne’ye girdi. Kent az sonra Osmanlı tarihinin ağır antlaşmalarından birinin görüşme yer oldu. Bu olay, Edirne halkını dağıttı. Nüfus bir anda 50 bin kadar azaldı ve 100 bine düştü. Hükümet daha fazla boşalımı önlemek için kesin yasaklar koymak zorunda kaldı. Bu arada şehirde önemli bir salgın hastalık baş gösterdi. Yapılan araştırmada bu salgın hastalığın, Rus işgalinden sonra Rus askerlerinin bulundukları kışlalardan çıktığı anlaşıldı ve buna göre gerekli karantina önlemleri alındı.(1828-1829).

Edirne, kuşatma acısını ikinci kez 93 Savaşı’nda gördü. 20 Ocak 1878 tarihinde kent ileri gelenleri, şehri Ruslar’a teslim etme düşüncesinde birleştiler. Kuşatma 13 Mart 1879’a kadar sürdü. Bu dönemde kentin pekçok semti yıkıma uğradı ve salgın hastalıklar on binlerce insanı yok etti. Bu arada Edirne Sarayı, ikinci Rusya işgalinden önce, içindeki cephaneliğin berhava edilmesi ile yandı yıkıldı ve harabe haline geldi. Rus işgalinden sonra Edirne’ye gönderilen ilk Türk Valisi Rauf Paşa, 11 Şubat 1879’da şehre girdi. Rus kuvvetleri birdenbire demir yolu ile Burgaz Limanı’na çekilmek durumunda bırakıldılar. Sağlanan barış havası, Rumeli’den kaçıp gelen 40 bin kadar Türk göçmeninin yerleştirilmesinden doğan sıkıntı ve yoksulluk yüzünden, halkı beklediği mutluluğa getirmedi.

Balkan Savaşı’nda, Edirne Kalesi önemli rol oynamış ve Edirne kenti çok acı günler yaşamıştır. Edirne Kale Komutanı Şükrü Paşa idi. Kale komutanlığına verilen görev, en çok 40-50 günlük bir savunma idi. Oysa kaledeki savunma tesisleri, yiyecek ve diğer yaşam olanaktan yeterli düzeyde değildi. Buna rağmen yokluk ve sıkıntı içinde kale, 160 günlük bir savunmayı gerçekleştirmiş ve dünyanın hayranlığını kazanmıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, Ruslar Edirne‘yi terk ederken, bütün tabyaları söküp atmışlar ve tahrip etmişlerdi. Kalanlar, harap bazı tabya ile cephanelikten ibaret idi. Devletin savaş politikası taarruz esasına dayandığı için fazlaca bir hazırlığa da gerek görülmüyordu. Savaştan ancak 6 ay önce verilen ödenekle tahkim ve silahlandırılması işine girişilmiştir.

Balkan Savaşı, 5 Ekim 1912’de ilan edildi. Birkaç gün, beklemekle geçti. Bu sırada Osmanlı kuvvetleri, Cesri Mustafa Paşa demir yolu köprüsünü atarak Edirne’ye çekiliyorlardı. Bulgar
lar da birkaç noktada, Edirne-Kırklareli hattından sınırı geçiyorlardı. Genelkurmayın planı dışında, ikmal işleri bitmeden, buradaki savaşla görevli Şark Ordusu erken bir saldırıya geçmiş, Kırklareli  Poloz  Petre taarruzu kısa bir savaştan sonra yenilgi ile bitmiş, ordu da Vize  Lüleburgaz hattına çekilmek zorunda kalmıştı. Bu çekilme, Edirne kuşatmasının başlangıcı olmuştur. Çekiliş sırasında orduyu düzeninde tutmak için çaba sarf eden kale kuvvetleri, 25 Ekim 1912 gününden itibaren kaleye çekilmiş ve savunmaya geçmiştir.

Kasım 1912 başlarında Lüleburgaz Vize savaşlarından şortra, Edirne tamamen kuşatıldı. Bulgarlarla Edirne civarında ve Edirne Kalesi’nde yapılan uzun ve şiddetli çarpışmalar sonunda, şehir, büyük çapta zarar gördü. 25 Mart 1913’te şehir teslim oldu. 30 Mart 1913 Londra Antlaşmasıyla, sınır Midye  Enez hattı kabul edilmiş, Edirne Türk sınırı dışında kalmıştır. Fakat bunlardan hemen bir ay sonra, Balkanlılar arasında 2. Balkan Savaşı baş gösterince, Osmanlı Ordusu fazla bir dirençle karşılaşmadan 21 Temmuz 1913‘te Edirne’yi geri aldı.

I. Dünya Savaşı’nda da Edirne’nin bir kısım topraklarıÖdün olarak Bulgarlar’a bırakıldı. 22 Temmuz 1920’de de Edirne Yunanlılar’ın eline geçti. Sevr Antlaşması’nı Osmanlı Hükûmeti’nin kabul etmesiyle, Yunan Hükümeti, Doğu ve Batı Trakya’yı bir genel valilik haline getirdi ve Edirne’yi bu vilayetin merkezi yaptığını ilan etti. Daha sonra Lozan Antlaşması’nda Edirne kesin olarak Türkiye sınırlarına girdi. Cumhuriyet döneminde de yapılan Montreux Antlaşması ile Trakya ve Anadolu bütünleştirildi ve 20 Ağustos 1938’de Türk Ordusu yeni karar gereğince törenle Edirne’ye girdi.

Kuruluşu M.S. II. yüzyıla kadar uzanan ve çok eski bir yerleşme yeri olan Edirne, Osmanlı döneminde büyük bir gelişme göstermiş ve oldukça kalabalık nüfuslar barındırmıştır. 1700-1750 yıllarında Osmanlı imparatorluğu’nda toprak kayıplarının başlaması sebebiyle, Batı’da kaybedilen topraklardaki Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Macaristan sakinlerinin doğuya doğru göçü ve bunların ilk durak ve yerleşme yeri olarak Edirne’yi seçmeleri sonucunda kentte önemli ölçüde birikim olmuştur. Edirne’nin, devrin en büyük Türk garnizonu durumuna getirilişi, burada yaşayanların sayısını birden 350 bine ulaştırmıştır. Bu nüfusla Edirne, o dönemde Paris, Londra, İstanbul ile birlikte dünya ölçüsünde birinci sınıf bir kent durumuna yükselmişti. XIX. yüzyılda, başlangıçta 300 bin olan kent nüfusu, yüzyılın ortalarında 200 bin ve sonlarında 80 bine düşmüştür. Giderek bu düşüş 100 bine varmıştır.

edirne uzunköprü

edirne uzunköprü

1835 yılında Edirne kazasında nüfus yoklaması yapılmış ve Edirne’de yaşayan Bulgar, Yahudi, Ermeni ve Rumlar’ın durumları tespit edilmiştir.Geçmişte Edirne eğitim  öğretim kurumları bakımından zengin dönemler yaşamıştır. Evliya Çelebi, XVII. yüzyıl başlarında, Edirne’deki 14 “Mekteb-i Etfal”den söz etmektedir. Bunlar selâtin camilerinin yanına kurulmuşçocuk okullarıdır. XIX. yüzyıl sonlarında Edirne’de yaşamış olan Badi Efendi’nin “Riyaz-ı Belde-i Edirne” adlı el yazma eserinden öğrendiğimize göre, bu dönemde kentte 47 medrese ile 54 mahalle mektebi kurulmuştur. Medreselerin her türlü giderleri vakıflarca karşılanır, mahalle mekteplerinin masraflarını, mahalle halkının vakfı destekler, ayrıca öğrenciler de devam ettikleri okula aylık, yahut haftalık ücret öderlerdi. 1882 yılında Vali Kadri Paşa, Rumeli Vilayeti Kanunü’nun 214’üncü maddesi uyarınca Cemaat-i islâmiye örgütünü kurarak mahallelerde açılan okulların yönetimini bu örgüte bağlamıştı. XIX. yüzyıl sonunda Edirne’de 5 Ermeni, 12 Rum, 2 Yahudi, 11 Bulgar, 1 İtalyan, 1 Santa Maria Avusturya okulu, 1 Fransız okulu bulunmaktaydı.

XVIII. yüzyıldan itibaren Edirne’de inşa edilen veya onarılan mekteplerin arşiv belgelerine göre edinilen bilgileri şöyle sıralayabiliriz:
1762 yılında Edirne depreminden yıkılan ve kısmen harap olan Sultan Murad’ın yaptırdığı mektep onarılmış, 1848 yılında Edirne’de bir idadi mektebi açılmış, 1850 yılında bir rüşdiye mektebi, 1868-1870 yıllarında idadi mektebi açılmış. 1883 yılında Edirne vilayetine bağlı ibrik tepe Köyü, Rum halkı için bir mektep yapılmasına izin verilmiş, 1884 yılında Edirne’de açılan Sanat ve Ticaret Tarım Okulu masrafları ödenmiş, 1885 yılında Edime vilayeti içindeki Havsa kazasında bulunan Rum kilisesi avlusu içinde bir Sıbyan mektebi yapılmasına karar verilmiş, kale içindeki Rum halkına mahsus Hristos Kilisesi avlusu içinde bulunan okulun yeniden genişletilerek yapımına izin verilmiş(1886). Kadriye İdadi Mektebi, diğer kız mektebi ile birleştirilerek Kadriye Kız Rüşdiyesi olarak eğitime geçmiş(1888). Ortaköy kazasında Gökçe Peykâr Köyü’ne, Rum çocuklarına/bir okul yaptırılmış(1895), aynı yıl Kirişhane adlı yerde bulunan Aya Konstantin Kilisesi avlusunda Bulgar Eksarhı’nın mülkiyetinde bulunan arsa üzerinde Bulgar cemaati çocuklarına ait kârgir bir okulun yapımına ruhsat verilmiş,

1895 yılında Edirne İdadi Mektebi’nin bir şubesi olan eski Rüşdiye Mektebi onarılmış, 1896 yılında da yatılı hale getirilen Edirne İdadi Mektebi’ne bir yatakhane, bir yemekhanene bir mutfak eklenmiş, aynı yıl Yıldırım Ak mescit Mahallesi’nde yanan Rum Kız Mektebi’nin yerine yenisi yapılmış; Ahi Çelebi kazasına bağlı Lagaç Köyü’ndeki Bulgar okulunun yeniden yapımına izin verilmiş(1897). Yine aynı yıl Ahi Çelebi kazasında Karışlı Kebir Köyü’nde yanan Bulgar okulunun arsasıüzerine yeniden bir okul yapımı için ruhsat verilmiş, 1898 yılında Edirne merkezinde Bulgar cemaati çocukları için yeni bir okul yapımına, 1903 yılında Karaağaç’takı Rum mektebinin harap olması sebebiyle yeniden genişletilerek yapılmasına izin verilmiş, 1907 yılında Edirne’de bulunan ibtidai mekteplerinin ihtiyaçlarının karşılanması için bir otel ve bir gazino inşa edilmiş, 1908 yılında Edirne’de Hıristos Mahallesi’nde bir mektep inşa edilmiş, 1911 yılında Edirne Kal’a altında kız ve erkekler için bir İngiliz okulu yaptırılmış, bir yıl sonra da Edirne’nin  (=Enez) kasabasında yanan Rum okulu yeniden inşa edilmiştir (1912).Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilde giysi geleneği çok zengindir. Bu sebeple bu zengin giysi çeşitleri için gerekli kumaşların dokunulması, boyanması, dikilmesi, süslenmesi, Edirne’de ayrı ayrı sanat dallarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Geçmişte yüzlerce evde dokuma tezgâhları olduğu söylenir.

Eski Edirne erkek giysileri şunlardan oluşurdu: İç gömleği (ten fanilası), iç donu, mintan, salta, cepken, yelek, aba, çuha, potur, kürk, içi koyun postu ile kaplı gocuk, cübbe, bele sarılan yün kuşak, boyun atkısı. Başlıklar ise: Takke, sarık, kavuk, külah, yün başlık, fes.
Kadın giysileriyse: işlemeli gömlek, entari, yelek, kaftan, şal, hırka, ipek, kuşak, tülbent, yemeni, ferace, yeldirme, çarşaf, baş atkısı, başörtüsü, eldiven, bindallı.
Edirne, Türk kültür tarihinde sanat değeri ve sanat inceliği olan pek çok el sanatları alanında özel bir yer tutar..
Bu el sanatlarından bazıları şunlardır: Lake kaplar ve kutular (Edirnekârî), Talik yazı ve oyucular; hattatlar.
En eski Edirneli hattat, Fatih devri şöhretlerinden Yahya es Sofî’dir. Gelî sülüs hattatıdır. Zamanımıza kadar saptanabilen hattatların sayısı, aslen Edirneli olanlar için 240’tır.
Spor olarak şehirdeki tarihî Kırkpınar güreşlerinin oldukça eski bir geçmişi vardır.
Şöyle ki: Türk tarihi; Orhan Gazi’nin kardeşi Süleyman Paşa’nın “Rumeli’ye ilk sıçrama” hareketine, yanında kırk gazi olduğu halde giriştiğini, bir gece yarısı, sallarla Anadolu yakasından Rumeli’ye geçerek Bizanslılar’ın elindeki Domuzhisarı’na baskın verdiklerini ve bu kaleyi kolayca ele geçirdiklerini yazar.

Gün doğuncaya kadar kalenin işgali tamamlandıktan sonra karşı kıyılardan gelen takviye kuvvetleri Domuz hisarı’na yerleşmişler, kırk öncü gazi de Rumeli içlerinde yeni baskınlar vermek üzere Edirne’ye doğru yola çıkmıştır. Halk arasındaki söylentilere göre, Süleyman Paşa’nın bu ilk sıçrama hareketi için seçip yanına aldığı kırk gazi de, yiğit ve kahraman kişilerdi. Üstelik hepsi de yapılı birer pehlivandı. Edime üzerine doğru yürürken, verdiklerfher mola sırasında en büyük eğlenceleri, aralarında güreş tutmak olurdu. Bu güreşlerle, sefer sırasında çektikleri yorgunlukları unutur ve büsbütün zindelik kazanırlardı. Bu kırk gazi, Edirne çevresindeki Ahırköy merasına geldikleri zarfları Arda Nehri kıyılarındaki Ahırköy mevkiinin güzelliğine hayran olmuş ve burada mola verip, yemyeşil çayırları üzerinde doya doya güreş tutmak istemişlerdi.

Aralarında bulunan iki yiğit, daha Anadolu topraklarından beri güreşlerini ayıramamış ve her seferinde “sefer” sebebiyle yarıda kesmek zorunda kalmışlardı. Çayırın ve havanın güzelliği karşısında her ikisi de aşka gelip “Bu güreşi bu çayırda ayırırız gayri” demişlerdi. O gün Hıdrellez idi. Yiğitler arasında çok şiddetli bir güreş başlamış. Bu, havanın kararmasından gece yarısına kadar sürmüş. Boğuşme gece yarısında sonuçlanmış, iki pehlivan er meydanında cansız yere yığılıp kalmışlar. Onların er meydanında can verişleri diğer pehlivanlarıçok duygulandırmıştır. Hemen orada iki pehlivanı toprağa verirler. Sonra da yollarına devam ederler. Edirne’nin fethinden sonra hayatta kalanlar, er meydanında ölen arkadaşlarının mezarları başına birer taş koymak üzere Ahırköy çayırına giderler. Oraya vardıklarında, arkadaşlarını gömdükleri incir ağacının altından, iki yanından buz gibi sulu pınarların kaynadığı görülür. O günden sonra çevre halkı arasında burası“Kırkların Pınarı” adıyla anılmaya başlandı. Aradan geçen yıllar içinde “Kırkların Pınarı”, halkın dilinde “Kırkpınar”a dönüştü.

Bir iç şehir olan Edirne, XVI. ve XVII. yüzyıllarda daha çok Eflak, Boğdan ve Macaristan ticaretine yönelmiştir. Bu ülkelere özellikle İstanbul’dan getirilen kumaşlar satılmış. XVII. yüzyılda da bu durum sürmüş, yalnızca ticaret hayatında panayırların önemi daha da artmıştır. Edirne, Akdeniz ile Tuna boyu arasında ticaret yapan bir şehir olmuştur. Edirne, Akdeniz ticaret alanında, İstanbul ve İzmir limanları yoluyla bağlanmıştır. Edirne’yi İstanbul’a bağlayan ticaret kara yolu çok işlek olup, bu yol üzerinde daima 4-6 kervan bulunurdu, İstanbul’dan Edirne’ye her gün iki kervan kalkardı. Şehir, yabancı mal alırdı ki, bunlar genellikle yünlü kumaşlardı.Karşılığında, yün, manda derisi ve ipek, balmumu ihraç ederlerdi. XVİI. yüzyıldan itibaren birçok yabancı kuruluş temsilcileri ve tacirleri şehre yerleşmiş, bu yüzyıldan sonra şehirde canlı bir ticaret başlamıştır.

Edime”de bulunan sayısız eski eserlerden Edirne Kalesi’nin, Roma imparatorlarından Hadrianus tarafından yaptırıldığı sanılmakta (M.Ö. 177-138) ve Tunca Nehri kıyısında, bugün Kale içi denilen yörede 360 bin metre karelik bir yeri kaplamaktaydı. Çevresindeki surlar 3 metre kalınlığında, 6 metre yükseklikte ve 1 kilometre ka dar uzunlukta idi. Dört köşesinde birer kulesi, ayrıca dört duvarı üzerinde belirli açıklıkta 12 kulesi, 9 adet de kapısı vardı. 1867 yılında Vali Hurşit Paşa, kale duvarlarının yıktırılarak taşlarının ve yerlerinin satılması, elde edilen paraların da hastahane vb. yerlerin onarımına ayrılmasını öngördü. Kale yıktırıldı. Bugün, Saat Kulesi tabi nıy (Büyük Kule) ile Topkapı, Kafeskö pı arasındaki bazı kalıntılardan başka bir şey kalmamıştır.

XVII. yüzyılın ilk yarısında, IV. Murad devrinde, kentte Türkler’in kurdukları cami ve mescitlerin sayısı, on dördü selatin camii olmak üzere 300 olarak saptanmıştır.
Ayşe Kadın Camii, şehrin en doğu bölümündedir. Çelebi Sultan Mehmed‘in kızı Ayşe Hatun tarafından 1468’de yaptırılmıştır. Cami çevresindeki çeşme, abdest muslukları ve sebil ile birlikte çok çekici bir görüntüsü vardır. Cami, yandan kapılı ve ahşap revaklıdır. Kapısı geniş sitmeli, dış mihrabı bir çerçeve ortasında altı sıra sarkıtlıdır. Cami, 23 pencere ile aydınlatılmıştır. Yapı kesme taştır. 1895 yılında onarım görmüştür.

Atik Ali Paş Camii, 1893 yılında onarılmıştır.Beylerbeyi Camii, Sultan Murad’ın Beylerbeyi Yusuf Sinaneddin Paşa tarafından 1429 yılında yaptırılmıştır. Cami, son yıllarda onarılmıştır.
Cedid Ali Paşa Camii: Babayı Atik (Babaeski) kasabasında bulunan cami, 1896 yılında onarım görmüştür.Cesr-i Mustafa Paşa Camii, Cesr-i Mustafa Paşa kasabasında olup, 1885 yılında onarılmıştır. Çelebi Sultan Mehmed Han Camii ise, 1862 yılında onarım görmüştür. Cesr-i Mustafa Paşa, bugün Bulgaristan’dadır; adı da Svilengrad’dır.

Dar’ül-Hadis Camii, II. Murad zamanında, kale dışında Manyas kapısı önüne yaptırılmıştır. Söylentiye göre, Hz. Muhammed, II. Murad’ın rüyasına girerek bu camin yapılmasını istemiştir. Medrese şeklinde inşa edilen yapı, 1435 yılında bitirildiği ve daha sonra da camie çevrildi. Tek kubbeli ve minareli olarak kurulmuş, 1912 kuşatmasında minaresi yıkılmıştır. Cami, 1859 ve 1865 yıllarında onarım görmüştür.

Defterdar Mustafa Paşa Camii, Kanunî döneminde Defterdar Mustafa Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır .(1576). Duvarları kesme taş ve tuğla karışımıdır. Son cemaat yeri yuvarlak, 4 sütun üzerine üç kubbelidir. 1752 yılı yer sarsıntısında kubbesi yıkılmış, 1872 yılında Hacı Ruşen tarafından kubbe yerine çatı yaptırılmıştır.Eski Cami ve çarşı, çarşı içindedir. “Ulu Cami” de denilen bu camiin yapımını Süleyman Çelebi  başlattı (1403), Musa Çelebi devam ettirdi ve Çelebi Sultan Mehmed tarafından tamamlatıldı.(1414). 2 bin 116 metrekarelik dört köşe bir alandır. Camiin batıya, doğuya ve Kıble yönüne açılan üç kapısı vardır. Ön tarafında bugün de kullanılan çeşmeler dizilmiştir. Önceleri, ibadet edeceklerin sıcak su ile abdest almaları için Özel bir tesisatı olduğu söylenir. Camide II. Murad’ın daveti üzerine Edirne’ye gelen Hacı Bayram Veli’ye ait bir kürsü bulunmaktadır.

Kadınlar mahfili, 1612 yılında, Filipeli Ramazanoğlu adında bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Duvarlarda bulunan ve ayakları kaplayan yazılar, XVIII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar, aralıklarla yazılmıştır. Bunların bir bölümüI. Mahmud devrindeki onarımda, diğer bir bölümü ise 1863 yılındaki onarım sırasında eklenmiş olmalıdır. Kesme taş duvarlıdır. Taş ve tuğla karışımlı yapılan son cemaat yeri, dört köşeli 6 sütun üzerine 5 kubbelidir. İki minaresinden soldaki tek, sağdaki sonradan yapılmış çift şerefeli minaresi çift yolludur. Cami, 1896 ve 1898 yıllarında onarım görmüştür.

Gazi Mihal Camii, Gazi Mihaİ Bey tarafından, Bulgaristan sınırından kente girerken, Gazi Mihal Bey Köprüsü yanında yaptırılmış(1422) olup tabhaneli camilerin güzel bir örneğidir. Avlusunda bir imaret ile şadırvan vardir. Gazi Mihal Bey’in mezarı da camiin Kıble yönüne düşer. Minaresi, camiin sol tarafında, köşe duvarları üzerine oturtulmuştur.Halebî Camii, I. Murad tarafından kale içinde Kazancılar Kapısı yanında yaptırılmıştır. Edirne’de ilk cuma namazının kılındığı camidir. II. Murad devrinde, yanına bir de medrese eklenmiştir. Fatih’in öğretmenlerinden Seraceddin Halebî’nin ders verdiği medrese olduğundan, Halebî adını almıştır. 1751 yılı depeminde harap olmuş, yeniden onarılmış ise de, XIX. yüzyılda çökmüş ve ortadan kalkmıştır.

İkinci Bayezid Camii, Tunca Köprüsü yanında, II. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Cami çok büyük bir külliyenin parçasıdır. Cami,.klasik tabhanelidir. Ayrıca darüşşifa, aşhane  imareti de vardır. Cami, kemersiz ve sütunsuzdur. Kubbesi duvarlarıüstüne oturur. İki yanında dokuz kubbeli dörder odası, birer tabhanesi vardır. Camiin batı yönünde bir hamam İle bir değirmen yer alır. Mermerden oluşmuş minberi ayrı bir değer taşımaktadır. Somaki sütunlara dayalı mahfil, ilk kez bu camide kurulmuştur. Camiin batı yönündeki Darü’ş-Şifa, 30 metre çapında, 6 köşeli bir yapıdır. Kubbeli altı odası, sedirli beş sofası vardır. Camiin iki minaresi sağ ve sol tarafta misafirhanelere bitişiktir. 1960’da soldaki ve 1970’de sağ ve sol tarafta misairhanelere bitişiktir. 1960‘da soldaki ve 1970‘de sağdaki minare kürsüye kadar yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır.

Camiin hünkar mahfili, birbirine sivri kemerlerle bağlanmış, somaki sütunlar üzerinde zemin kat pencerelerinin üst sövesine kadar yükseltilmiştir. Mihrabın sol tarafı da hünkâr mahfeline ayrılmıştır. Cami, 1859, 1894, 1895 ve 1898 yıllarında onarım geçirmiştir.Kadı Bedreddin Camii, kimin tarafından ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Aslında tek kubbeli olarak yaptırılan cami, 1752 yılındaki büyük depremden çok etkilenmiş, bir kubbesi yıkılmıştır. Yapılan onarımda üstüçatı ile örtülmüştür.Kasım Pasa Camii, Kirişhane semtinde, Tunca Nehri kıyısında, Fatih devrinde Rumeli Beylerbeyi olan Evliya Kasım tarafından yaptırılmıştır. 12×12 metre boyutlarındaki yapının şadırvanı basamaklarla nehre iner. Kapı ve minare soldadır. Camiin altta sekiz, üstte alıt ve kasnaklarda dört penceresi vardır.

Kasım Paşa’nın mezarı camiin kuzeybatısında yer alır. Üstü rûmî oymalı sivri kemerlidir. Kitabesi yoktur. Camiin minare basamakları ilk Osmanlı tarzında yani çekirdeksiz ve meşe ağacı ile kaplıdır.Lârîçelebi Camii, Fatih’in özel hekimi Abdülhamid Lârî Çelebi tarafından 1514 yılında yaptırılmıştır. Kesme  taştan üç cepheli, revaklı bir camidir, içinde alçı mihraptakinden başka süsleme yoktur. Eşkenar dörtgen başlıklı on üç mermer sütuna oturur, on bir kubbeli revakı vardır. Depremden zarar gördükten sonra çatısı ve tavanı ahşaptan yapılmıştır. Son yıllarda restore edildi. Minaresi son cemaat yerine bitişik ve sol taraftadır.

Mezid Bey Camii, Edirne’de 1442 yılında Mezid Bey adlı bir kahraman tarafından yaptırılmıştır. Önceleri minaresi yeşil çinilerle kaplı olduğu için bir adı da “Yeşilce Camii”dir. Tabhaneli bir camidir. Minaresi camiin sağ tarafındadır. Minarenin ve camiin 1889’da II. Abdüihamid tarafından onarılması sırasında değişikliğe uğradığı sanılmaktadır.Muradiye Camii, Muradiye Mahallesi’nde Saray içi’ne giden tepe üzerinde olup 1435-1436 yıllarında yaptırılmıştır. Cami tamamen kesme taştandır. Mihrabıçinilidir. Önemli bir özelliği de kalem işleridir. Ancak tamamı ortaya çıkarılmamıştır. II. Murad tarafından önce Mevlevihane olarak yaptırılmıştır. Cami, arka arkaya iki büyük, yanlarda da iki küçük kubbeden oluşmuştur. Yani bir tabhaneli camidir. Öndeki kubbeli bölüm Türk üçgenleri ile Bursa örneklerine göre yapılmıştır. Camiin süslemeleri oldukça büyük önem taşımaktadır. Özellikle çini süslemeleri çok ünlüdür. Tarihi kayıtlardan minaresinin eskiden çinilerle kaplı olduğu öğrenilmiştir. Ancak 1751 yılındaki depremde bu minare yıkılarak yerine düz bir minare yapılmıştır. Günümüzde camiin ancak mihrap ve duvar çinilerinden söz edilebilir. Kırktan fazla türü bulunan Muradiye Camii çinilerinin en büyük özelliği, çoğunun nakkaşlar tarafından desen kalıbı hazırlanmadan birer birer çizilmiş olmasıdır. Cami, 1859, 1867 ve 1884 yıllarında onarılmıştır.

Süleçelebi Camii, Hacı Süie adlı bir hayırsever tarafından 1560 yılında yaptırılmıştır, ilk yapısı kubbeli olan cami, depremden yıkılmasından sonra ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Zarif görünüşlü bir minaresi vardır.Selimiye Camii (Sultan Selim Camii), Edirne‘nin en büyük camiidir. Mimar Sinan, Şehzade ve Süleymaniye’de öğrendiklerini bu camide uygulamıştır. 1568 yılında yapımına başlanan camiin açılma töreni 26 Kasım 1574 Cuma günü yapılmıştır. Sinan burada taşıyıcı ayakları beden duvarlarına yaklaştırmak suretiyle bu ibadet yeri için ideal olan mekân bütünlüğünü sağlamıştır.

Aynı boyda ince uzun dört minaresi vardır. Her bir minarede üçşerefe bulunmaktadır. Harem bölümünde yer alan minaredeki üçşerefeye üç ayrı merdivenle çıkılır. Minare ve şerefe 1584 yılında yıldırım düşmesiyle yıkılmış ve yeniden yapılmıştır.Mimari değerinin büyüklüğü yanında camiin süslemeleri de büyük önem taşımaktadır. Cami, 1859 yılında bir onarım geçirmiş, 1877 yılında minaresi ile diğer yerleri bazı onarımlar görmüş, 1881,1883,1884 ve 1907 yıllarında yeniden onarılmış, 1893 yılında ise dört minaresine de paratoner konulmuştur.
Süleymaniye Camii (Sûleymanpaşa Camii), Fatih’in ümerâsından, Rumeli ve Anadolu Beyler beyliği görevinde bulunan Süleyman Paşa tarafından Mimar Hayreddin’e 1499’dan önce yaptırılmıştır. Bayezid Camii üslûbunda kesme taştan yaptırılmış yüksek, tek kubbeli bir camidir. Zarif bir minaresi, dört sütun üzerine üç kubbeli bir son cemâat yeri vardır. 1752 yılında yıkılan yapı, I. Mahmud devrinde esaslı bir onarım geçirmiş, bugün üç kubbeli son cami yeri ile minaresi yıkıktır.

Şahıelek Paşa Camii, Şah Melek Paşa tarafından 1429 yılında tek kubbeli, kesme taş ve tuğla duvarlı olarak yaptırılmıştır. Kapı, mihrap ekseninin sol tarafındadır. Minaresi Balkan Savaşı’nda yıkılmıştır. Alt kat pencereleri boyunca duvarlar çiniyle kaplıdır. Bu çiniler, Bursa’da Yeşilcami ve türbesinde görülen çinilerle aynıdır. Yapı, 1897 yılında ve son yıllarda onarım görmüştür.Sitti Sultan Camii, Duldakiroğlu Süleyman’ın kızı ve Fatih’in eşi Sitti Sultan (ölm. 1485) tarafından yaptırılmıştır (1482). Duvarları kesme taştan yapılmıştır. Planı 13.50 m. kenarlı bir karedir. Son cemaat yeri yoktur. Tek şerefeli minaresi sağdadır. Minberi mermerden yapılmıştır. Mihrabı alçı işlemelidir. Sitti Sultan’ın 1485 tarihli mezarı camiin kıblesindeki bahçesinde yıkık bir haldedir.

ÜçŞerefeli Camii, Edirne’de, kentin ortasında II. Murad devri eseridir. “Yeni Camii”, “Cami-i Kebir” ve üçşerefeli minaresinden dolayı“ÜçŞerefeli Camii” adlarıyla da anılmaktadır. Dıştan dışa 60 x 74 metre ölçülerinde, kareye yakın bir alanı kaplar. Harem ile avlu eşit bölümde olmayıp, avlu daha büyük tutulmuştur. Camiin orta kubbesi güney ve kuzeyde beden duvarlarına, yanlarda ise sivri kemerlerle 6 metre kalınlığındaki altı köşeli ağır taş ayaklara biner. Böylece camide kubbe altıgen bir tabana oturtulmuştur.

Rus işgalindeki bir yortu sırasında Baklavalı minarenin külahı, 1913 yılında da üçşerefeli minarenin külahı yıktırılmıştır. Kurtuluştan sonra Edirne’ye gelen Hacı Adil Bey, bunları onanmıştır. Camiin kadınlar bölümünde bir şadırvan vardır. Kuruluşta, Eski Camii’de olduğu gibi, kışın abdestliklerden sıcak su akmakta ve cemaat safları arasındaki vazolarda çiçekler bulundurulmaktaydı. Yapı, 1859,1892 ve 1895 yıllarında onarım görmüştür.

Yıldırım Camii, Yıldırım Mahallesi’nde, Gazi Mihal Köprüsü batısında Meriç ve Tunca nehirleri arasındadır. IV. Haçlı savaşlarında Yıldırım Bayezid tarafından Bizans dönemine ait bir yapının temelleri üzerine oturtularak yaptırıldı(1400). Duvarları tuğla ve yontma taştandır. Tek şerefeli minaresi soldadır. Bahçesinde sağda I. Murad’ın oğlu Şehzade Ahmed ile diğer bir şehzadeye ait şehzadeler türbesi yıkık durumdadır. Yanında evvelce bir aşhane imareti olduğu, kalan büyük ocak harabesinden anlaşılıyor.Hazine-i Evrak’da mevcut bazı belgeler Edirne’deki kışlalarla ilgili olarak aşağıdaki bilgileri vermektedir.

1825 yılında Asakir-i Mansure için 2-3 bin kişi alabilecek kapasitede bir kışla yaptırılmıştır. Yine 1825 yılında Edirne’de yapılacak kışlanın planı ve içine alacağı kişilerin defteri Cermen Mutasarrıfı Esad Paşa tarafından takdim edilmiş ve kışlanın bina eminliğine Tophane Nazırı Sadık Efendi atanmıştır. Kışlanın yapımı için Abbas Bey görevlendirilmiştir (1827). Bu kışla için Haremeyn Müfettişi izzed Molla tarih düşürmüştür. Yine 1827 yılında Edirne Sarayı içindeki Bostancı Kışlası’nın yeniçeri askerleri hastalarına tahsis edilmek üzere onarılması ile ilgili olarak Cermen Mutasarrıfı Esad Paşa tarafından sadarete bir dilekçe yollanmıştır. Edirne’de yeniçeri askerleri için yapımına başlanan kışlanın en kısa zamanda bütünüyle tamamlanacağı, gümüş anahtarının da gönderildiği Cermen Mutasarrıfı Esad Muhlis Paşa tarafından sadarete bildirilmiştir.

1838 yılında Edirne’de inşası biten kışla için Ziver Efendi tarafından tarih düşürülmüştür. 1844 yılında Nizamiye askerleri için Edirne’de bir kışla inşa edilmiştir. 1848 yılında Edirne Kışlası’nın yarım kalan yerlerinin tamamlanması için Ebniye-i Hassa halifelerinden Süleyman Efendi’nin keşfi gereğince 210 bin 458 kuruşa sağlam bir şekilde bitirilmesine karar verilmiştir.Edirne kentinin iki köşesinde yani kuzeydoğu ve kuzeybatısında birer kule vardır. Günümüzde kuzeydoğu köşenin kulesi korunmaktadır. Bu kule Bizans İmparatoru “loannis Çimlşkls Kulesi” adıyla anılmaktadır. Diğeri ise kuzeybatı köşesinde “llı-Burgu” adıyla anılan kule, tümüyle yıkılmıştır. Bundan başka kent yörelerinde şu 5 mevkide kuleler bulunmaktaydı. Bunlar: “Yıldırım”, “Kum Mahalle”, “At Pazarı”, “Kıyık” ve “Kirişhane”dir.

Saat Kulesi, Selimiye Camii’nden sonra Edirne’nin ikinci simgesidir ki, bugün yıkılmak üzeredir. Bu saat kulesinin büyük bir ihtimal ile loannis Çimişkis Kulesi’nden çevrildiği tahmin edilmektedir. Zira bu kulenin üst kısmında XIX. yüzyıl sonuna kadar tuğladan harflerle bir kitabe kuşağında imparator loannis’in adı okunmaktadır. XIX. yüzyıl sonlarında bu kule üstüne önce ahşap bir saat kulesi yapılmış, sonra bu kule güzel bir Batı mimarisi üslûbunda kârgire dönüşmüştür. Son depremdeçatladığı için bu kule belediyece yıktırılmıştır (1954). Bugün Bizans kule ile üstünde kârgir saat kulesinin bir parçası durmaktadır.

Edirne’de mevcut Rum kiliseleri, genellikle Rum halkının bulunduğu belli başlı mahallelere yapılmıştı. Bu mahalleler şehirde kale ve şehir çevreleri olan “Yıldırım”, “Kıyık”, “Kirişhane”, “Atpazarı”, “Çerkef”, “Kummahalle”, “Yeni İmaret” ve zerzavat bahçelerindeydi. XIX. yüzyılda ilde 16 Rum Ortodoks, 2 Eımeni, 2 Bulgar, 1 Katolik, 1 Fransız kilisesi bulunmaktaydı.Edirne Metropolittik Kilisesi “Koimisis tıs Theotoku” (Meryem Ana) adına vakfedilmiştir. Sultan Ahmed’in saltanatının İkinci yılında Edirne Metropoliti Giritli “Athanasios”un harcamalarıyla yapılmıştır. Aynı sultanın döneminde 1728 yılında ise yine Athanasios tarafından kilisenin resim ve tasvirleri yaptırılmıştır.

1833‘de yaptırılan Zoodohos Piyi Kilisesi’nin yapının avlusunda Rum cemaati hastahanesi bulunuyordu.1869’da yapılan Profitilya Kilisesi, Kummahalle yöresinde, 1834’de yapılan “Ayia İnada Kilisesi”, Kıyık yöre-sindeydi.Havariun Kilisesi ise 1834 yılında yaptırılmıştı.Kentteki diğer kilise adları ile yapım tarihleri şöyledir: Aya Paraskevi Kilisesi (1703), “Ayios İoannis O Prodroos Kilisesi” (1600), “Taksiarhon Kilisesi” (1600), Ayios Megalomartis Yeorgios Kilisesi, 1616 yılında yaptırılan Protomartia Arkhirüakonos Stefanos Kilisesi (1616), Ayios ioannis Theoloğos Kilisesi (XIV. yüzyıl), Yenethlion This Theotoku Kiiisesi (1701), Ayios Nikolaos Kilisesi (1600), 1703 yılında yaptırılan Sotircs Hristu (Hazret! Isa) Kilisesi (1703), Ayii Theodori Kiiisesi.

Edirne, Osmanlılarca alındığı zaman, kent yalnızca 2 köprü ile iki yakasına bağlıydı. Daha sonraları köprü sayısı 8 olmuştur. Bunlardan 7 tanesi Tuna üzerinde, 1 tanesi Meriç üzerindeydi.
Ekmekçioğlu Ahmed Bey (Ahmed Paşa) Köprüsü, Tunca üzerindedir. İstanbul’daki Sultan Ahmed Camii’nin mimarı Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından 1708 yılında yaptırılmıştır. 11 ayaklı ve 10 kemerlidir.Fatih Sultan Mehmed Han Köprüsü 1452 yılında yaptırılmıştır. Tunca üzerinde Adalet Kasrı yakınındadır. Kârgir olan köprünün boyu 34.20 metre, orta göz açıklığı 8.20 metre, yan gözler 6.10 metredir.

Gazi Mihal Köprüsü, Edirne’nin batı kenarında ve Tunca üzerindedir. Romalılardan kaldığı ileri sürülmüşse de, Gazi Mihal tarafından tamamen Türk mimarisi üslubunda yenilenmiştir.
Önceleri Tunca’nın esas yatağı üzerindeki bölümden ibaret bulunan köprünün Tunca yatağında meydana gelen bazı değişiklikler karşısında, sonradan batıya doğru bazı eklerle uzatılması gerekmiştir. Köprü bugün üç bölümdür. Birinci bölüm, Tunca’nın ana yatağı üzerindeki bölümdür. Akıncı Gazi Mihal Bey tarafından yenilenmiştir. İkinci bölüm Yıldırım Köprüsü bölümüdür. Üçüncü bölüm, birinci ve ikinci bölümleri birleştiren Sed’dir. Gazi Mihal Köprüsü’nün boyu 184.18 metre, genişliği 5.90, açıklığı 8.50 metredir. Sed Köprüsü’nün boyu 457, açıklıklar 2.30-5.00 metre, Yıldırım Köprüsü’nün ise boyu 125 metre, genişliği 5.50 metre olmak üzere toplam 766.18 metre boyu, 27 gözü bulunmaktadır.

1544 yılında köprünün her üç bölümü de Kanunî Sultan Süleyman devrinde onarıldı. 1640 yılında da Kemankeş Mustafa Paşa tarafından onartıldı. 1899 yılında yeniden yaptırılarak “Hamidiye” âdını aldı.Sultan Bayezid Velî Köprüsü, Tunca’nın bir kolu üzerindedir. 1484 veya 1488 yılında yapılmıştır. Saraçhane ve Gazimihal köprüleri arasındaki bu köprünün Mimar Hayreddin’in eseri olduğu sanılmaktadır. Boyu 78.00 metre, eni 6.00 metredir. Ortada bir, iki yanda dört küçük ve sivri kemer vardır. Şihabeddin Paşa (Saraçhane) Köprüsü, 1451 yılında Vezir Şihabeddin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Edirne’nin kuzeybatısında Sarayiçi yakınındadır. II. Murad’ın köşk ve kent arasında bağlantıyı sağlayabilmesi için yaptırılmıştır.

Köprünün ilk ve asıl kitabe metni 4 satır halindedir ve 1451 tarihini taşımaktadır. 1702 yılında II. Mustafa devrinde onarımdaki kitabesi yerindedir.Köprünün boyu 120 metre, genişliği 5
metredir. 10 gözlüdür. Taşkınlar yüzünden şehir ile Edirne garnizonu bağlantısı kesildiğinden köprünün askeri yapılar tarafı 1886-87 tarihinde Vali Izzed Paşa tarafından taş ayaklar üzerinde 50-60 metre kadar uzatılmıştır.Köprünün sonunda ve kışla tarafındaki karakol ile kuyunun da 1886-87 yıllarında yapıldığı kitabesinden anlaşılmaktadır.Yalnız Göz Köprüsü, Tunca üzerindedir. II. Selim devrinde yaptırılmıştır. Tek kemerden ibarettir.

Edirne Pehlivan Heykelleri

Edirne Pehlivan Heykelleri

Meriç Köprüsü(Yeni Köprü), Meriç Nehri üzerindedir. 1842 yılında yaptırılmıştır. Karaağaç yol üzerindedir. II. Mahmud’un emriyı eski ahşap köprünün yerine başlatılmış, Sultan Mecid devrinde tamamlanmıştır. Yapımında Demirtaş Kasrı’nın taşları kullanılmıştır. 12 sivri kemerden oluşan köprü ayakları içinde boşaltma gözleri, köprü ortasında tümü mermerle yapılmış bir tarih köşkü vardır. Köşkün kubbeli tepesi üzerinde önceleri bir güneş sembolü bulunmaktaydı. Ziyer Efendi tarafından tertip ve talik hat ile yazılan köprü kitabesi bu tarih köşküne yerleştirilmişti, istiklal Savaşı’nda Yunanlılar, köprünün kitabesini yok etmişlerdir.

Meriç Nehri Köprüsü ile ilgili olarak Hazine-i Evrak’ta mevcut belgelerden elde edilen bilgiler şöyledir:
1768 yılında Meriç Nehri üzerindeki 273 zira (dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü), uzunluğundaki köprünün 78 liralık kısmı selden yıkıldığından, yeniden yapılması için Edirne bostan başısına, kadısına ve mimarına emir verilmiş, 1798 yılında yapılan inşa için para gönderilmiş, ikinci köprünün tamamlanması için Darphane’den para yardımı yapılmış (1832), aynı yıl köprünün Kasım ayına kadar tamamlanması ve işlerin hızlandırılabilmesi için bir miktar para gönderilmiş, 1833 yılında biten köprünün bazı detaylarının da bitirilmesi. Yapımı gerçekleştirilen Meriç Köprüsü’nde kullanılmak üzere Babay-ı Atik kazasına iki araba hazırlanıp gönderilen 5 ay süreyle kullanıldığına ve arabacılara 1600 kuruş verildiğine dair soruya yanıt olarak adı geçen kaza mescidince mazbata gönderilmesi emredilmiş (7840). Köprünün 12 gözünden beş gözü harap olduğundan onarılması ve onarım giderlerinin karşılanması ile ilgili olarak Edirne idare Meclisi’nce karar verilmiş, 1843 yılında ikinci yeni köprü için düzenlenen tarih Padişah’a arz edilmiştir.

Kanunî Sultan Süleyman (Saray) Köprüsü, Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1553-1554 yıllarında yaptırılmıştır. Terazi Kasrı 1553-1554 yıllarında Kanunî’nin emriyle Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Bu tarih, Kanunî Köprüsü için de bir tutanak noktası olmuştur. Köprü, düzgün köşe planlıdır. Başlık kısmı ehram şekillidir. Orta ayak, korniş seviyesine kadar dolu bir kitle halinde çıkmaktadır. Köprü gözleri, orta ayağın sağ ve solunda yer almakta ve eşit bir görümün yaratmaktadır. Ayaklarda boşaltma gözleri yoktur.Edirne’de Osmanlı devletinin ilk devirlerinden itibaren iki önemli saray yapılmıştır. Bunlar Eski Saray (Saray-ı Atik) ve Yeni Saray Saray-ı Cedidedir.Saray-ı Atik; Edirne’nin fethinden dört yıf sonra I. Murad’ın isteği ile yaptırılmıştır. Selimiye Camii’nin yapıldığı tepe üstünde bulunuyordu. Camii, yapılırken yıkılmış, sadece hamam kalmıştır.

Saray-ı Cedid, XV. yüzyılda Avrupa’da Osmanlı Türkleri tarafından yapılmış görkemli bir yapıdır. Sarayın yapımına II. Murad’ın emriyle 1450 yılında başlanmışır. 1451 yılında inşaata bir süre ara verilmişse de yine aynı yıl bu kez Fatih Sultan Mehmed’in emriyle inşaatına yeniden başlanmış, daha sonra Kanunî, II. Selim, I. Ahmed, IV. Mehmed, II. Ahmed ve Mustafa, III. Süleyman gibi sultanlar saraya çeşitli dönemlerde süslemeler ve ekler yaptırmışlardır.

350-360 bin metrekarelik bir alana yayılan saray, Top kapı Sarayı’na örnek olmuştur. Bab-ı Hümâyûn’dan girilen avlu üzerinde mutfaklar ve baltacı koğuşları bulunur. Avlu ile Kum Meyda
nı arasında Bâbü’s Saâde vardır. Onun karşısındaki arz odasından eser kalmamıştır. Kum Meydanı’nda Kum Kasrı ve hamamı ile Cihannüma Kasrı bulunmaktadır. Harem dairesi sol taraftadır.Saray içinde, Hadaik-i hassada ve şehir çevresinde bir çok kasır bulunmaktaydı.
Sarayla ilgili şu belgeler mevcuttur:

1698 yılında sarayın müştemilatına ait levazımat-ı inşaiyenin tahmin edilen fiyatları gösterilmiş, 1683’te Valide Sultan için köşk yapılmış, çeşme, hamam gibi inşaatların masrafları hesaplanmış, 1735, 1758, 1810, 1827, 1849,1857,1858,1875 yıllarında onarım görmüştür.Saray-ı Cedid-i Âmire; Tunca Sarayı, Hünkâr Bahçesi Sarayı, Edirne Saray-ı Hümâyûnu ve Yeni Saray gibi adlar da almıştır. XV. yüzyılda Avrupa’da Osmanlı Türkleri tarafından yapılmış görkemli bir âbidedir. Saray-ı Cedid’in yapımına II. Murad Han emriyle 1450 yılında başlanıldı. Selanik’te civar bir harabeden mermerler nakledildi. 1451 yılında inşaata bir süre ara verildi, yine aynı yıl içinde bu kez Fatih Sultan Mehmed anşaatı başlattı. Daha sonralarıKanunî, II. Selim, I. Ahmed, IV. Mehmed, II. Ahmed ve Mustafa, III. Süleyman gibi sultanlar saraya çeşitli dönemlerde süslemeler ve ekler yaptırdılar. Ancak bu sarayın imarıyla en çok IV. Mehmed uğraşmıştır.

Saray 350-360 bin metrekarelik bir alana yayılmıştır. Birinci avlusu yoktur. Bab-ı Hümâyûn’dan girilen avlu üzerinde mutfaklar ve baltacı koğuşları bulunur. Bu binalar istanbul’da ikinci avludadır. Bâb-ı Hümâyûn Edirne’de basit bir kapıdır.Avlu ile Kum Meydanı arasında “Babü’s-Sâade” vardır. Onun karşısındaki arz odasından eser kalmamıştır. Kum Meydanı’nda Kumkasrı ve hamamı ile Cihannümâ Kasrı bulunmaktadır. Harem dairesi sol taraftadır. Sarayın kuzeyini, yani nehrin dirsek oluşturduğu tarafın tam sınırını saptamak imkansızdır.

Saray-ı Cedid’e Bâb-ı Hümâyûn’dan girdikten sonra şu bölümler vardır: Bab-ı Hümâyûn’da Dergâh-ı Mualla Kapıcıbaşı Ağaları Dairesi, Zülüflü Baltacılar Dairesi, Saray Hapishanesi (Mücrimler zindanı) ve muhafızları, Mumcular Dairesi, Yemeklik Dairesi, Divan kapısında Bevvaban Ocağı, Divan kapısında Gedikân Ocağı, Matbah-ıâmirede Aşçılar Ocağı, Helvacılar (şuruplar, hoşaflar ve halvlyyat yapanlar), Matbah-ı Amire’de Cinciler Ocağı, Matbah-ı Amire’de Kilerciler Ocağı, Babüssaâde’de Akağalar Dairesi, Ba-büssaâde’de Ağa Dairesi, Arz Odası, Kum Kasrı(Sünnet odası bu kasırdadır), Demirkapı Bevvaban Ocağı, Kasr-ı Padişâhî(Hane-i hassa, has oda da de-nilmektedir. Bu kasrın merkez kısmı yüksek bir burç gibidir). Kasr-ı Padişâ-hî’de Hırka-i Saadet Dairesi, Kasr-ı Pâdişâhı Sancağ-ıŞerif Şeyhi Dairesi, Kasr-ı Padişâhî Kütüphane, Kasr-ı Pâdişâhı Mescit ye Duagû Odası, Kasr-ı Padişâhî’de Nöbetçi Ağalar Dairesi, Enderun-u Hümâyûn Müştemilâtı, Çeşme Meydanı’ndaki Kilerli Ağalar Dairesi, Çeşme Meydanı’ndaki Seferil Koğuşu (Hamam ve teneffüshane birlikte), Çeşme Meydanı’ndaki Hazineli Koğuşu, Çeşme Meydanı’nda Enderun Kileri, Çeşme Meydanı’nda Silâhdar-ı Padişâhî Dairesi, Çeşme Meydanı’nda Hazine-i Hümâyûn, Kuşhane Matbahı Kiler-i Hassa, Mabeyn Camii, Kubbe-altı civarında Hazine kethüdası daireleri, Kubbealtı civarında Veznedarlar ve kâtipler daireleri, Kubbealtı civarında Başkapı Gulamı Dairesi, Darüssa-âde Ağası Dairesi, Harem Ağaları Koğuşları(mescit ve mektepleri birlikte), Şehzadeler Mektebi, Kadın Efendiler Dairesi, Şehzadeler Dairesi, Kalfalar Dairesi, Hazinedar, İç Hazine, IV. Sultan Mehmed daireleri, II. Sultan Mehmed daireleri, Hünkâr Sofrası(Sultan Süleyman Han Sofrası), Valide Sultan ve cariyeleri dairesi, Hastalar Sofası, Harem Dairesi çamaşırlığı, Saray içinde, Hedaik-i hassada ve şehir civarında bulunan kasıdar, mescitler, hamamlar ve köprüler ile birçok meydanlar yer almaktaydı.

1698 yılında sarayın eklentilerine ait yapı levazımatının fiyatları tespit edilmiş, Valide Sultan için 1683 yılında yapılan köşkün, çeşme ve hamam gibi inşaatların masrafları belirlenmiş, 1735 yılında saray bir onarım geçirmiş, 1758 yılında sarayın onarımıyla görevlendirilen Yusuf Efendi’ye 50 bin kuruş ödenmiş, 1810 yılında Padişah’ın sefere çıkması sebebiyle zamandan yararlanılarak sarayın onarımı yapılmış ve aynı yıl sarayın onarımında keşfine memur hassa mimarı halifelerinden Mustafa ve Ahmed halifelere harcırah tahakkuk ettirilmiş, 1827 yılında sarayın onarımı yeniden yapılmış, 1849, 1857,1858,1875 yıllarında saray birçok kez onarım görmüş, 1851 yılında ise Çinili Köşk ile diğer bazı yerler onarılmıştır.

Edirne’de tarihi ve sanat değeri olan köşkler ve kasırlar ise şunlardır:
Cihannümâ Kasrı, Edirne Sarayı içindeki kas irdir (1452). Sarayın en büyük kasrı olan bu yapı, Fatih tarafından yaptırılmıştır. Sadeliğine rağmen gösterişli ve etkili bir yapıdır. 10 odası, 3 divanhanesi ve hasoda ağalarına ait koğuşları vardır. Bina, taş ve tuğla kullanılarak yapılmıştır. Kasrın büyük kütüphanesi zemin katında bulunmaktaydı. Tavanının uygun yerlerine süslü ve nakışlı küçük toplar asılmıştı. Bunların üzerinde, Edirne’yi ziyaret eden veya sarayda oturan padişahların adları ve doğum tarihleri yazılıydı. Özellikle Edirne’de doğan III. Mustafa adına yapılıp asılmış olan top, olağanüstü bir sanat eseriydi.Demirtaş Kasrı, şehirden uzak Demirtaş ovasının Meriç Nehri kıyısında, Karağaç Köprüsü’nün yanındadır. Kesin yapım tarihi bilinmemektedir. XVII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. IV. Mehmed zamanında yeniden onarılmış ve inşa edilmiştir.Köşkün ortasında bir taşlık vardır. Divanhaneler taşlığın iki yanında ve çifttir. Bunlar birer kat yükseklikte ve taşlığın üzerinde bulunan üst kattaki odanın iki yanında kanatlar durumundadır. Bu üçlü kompozisyon Edirne ve t Balkanlar’da kendine özgü bir ev tipi biçiminde XIX. yüzyıla kadar yaşamıştır. Köşkün yapı tarzı ahşaptır. Ust kat dolma duvardır. Alt kat ahşap direkler arasında tamamen camekândır.

Sultan Mehmed Kasrı(Dolmabahçe Kasrı), Edirne Sarayı’nın Tunca üzerindeki Değirmen Köprüsü yönünde bulunan köşkün 1661 yılında yapımı tamamlanmış, ancak 1671 yılında diğer eklemeleri bitmiştir. IV. Mehmed’in Edirne ve İstanbul saraylarında yaptırdığı sayısız köşkler arasında en görkemli olanıdır. Köşkün yapımında Hatice Turhan Sultan’ın büyük emeği geçmiştir. Köşkün önünde o zamana kadar yapılmamış büyüklükte bir havuz inşa edilmiştir. Köşk, oldukça büyük bir köşk odası, çeşitli boylarda üç oda, bir divanhane yani sofa, bir hela, bir küçük oda, farklı boy ve uzunluklarda geçit ve dehlizler, bir hazne ve büyük bir hamamdan oluşmaktadır. Köşkün duvarları dolma ve bağdadî yani ahşap çatılı, valde taşlığı yanında-kiler ise kârgir idi.

XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl başlarında şehirde 24 medrese vardı. Ancak şehirde Fatih döneminden kalma bir medrese kalıntısı vardır. Peykler Medresesi, ÜçŞerefeli Camii’in kuzeyindedir. Dıştan 28×35 metre ölçüsünde bulunan bu medresenin 17 hücresi ve yan yana 2 dershanesi vardı. Medreseye biri sokak tarafından, biri karşı sol köşeden, biri de dershaneler yanında bulunan üç kapıdan girilir. Kırmızı beyaz taşlarla nöbetleşe örülmüş fakat bugün yıkılmış olan kemer, basit, sade tablalı mermer sütunlara dayanmaktadır. Dershanelerden biri, revaklar gibi yıkılmıştır. Kesme taşla yapılmış olan yapı, 1887 yılında onarılmıştır.

Peykler Medresesi, dışında XIX. yüzyılda varlıkları bilinen medreselerden, ÜçŞerefeli Camii’in medresesi 1876 yılında, II. Selim Camii‘ninki ise 1881 yılında onarım görmüştür.Edirne’de sayıları oldukça fazla bulunan türbelerin birçoğu ortadan kalkmıştır. Halen şehirde 42 medresenin varlığı bilinmektedir. Bunların dışında pek çok da yatır vardır.Beylerbeyi Türbesi, Beylerbeyi Camii’nin karşısındadır. Geniş bir mezarlığın ortasında harabe halindedir. Yapının iki yüzü tamamen yıkılmış olup, yalnız alt kenarı kalmıştır. Türbe, sekiz köşelidir.

Beylerbeyi Hamamı, Beylerbeyi Camii’nin 200 metre kadar yakınındaydı. II. Murad’ın yüksek subaylarından Yusuf Paşa‘nın yaptırdığı söylenir. Çifte Hamam’ın camekânı kubbeydi. Bir zaman harap kaldıktan sonra bir tarafı Defterdar Ahmed Paşa tarafından onartılmıştır. Hamamın birde havuzu olup 1920 yılına kadar bayındır idi, daha sonraları harap olmuştur. Hamanın kubbesinin üçgen küresellerinde altı sıra iri sarkıt bulunmaktadır. Soğukluk tepesi camlı kubbelerden ışık alır. Duvar penceresi görülmemektedir. Yapı, üç sıra tuğla, bir sıra taş olarak yapılmıştır, yalnız methal cephesi kesme taşlıdır.

Gazi Mihal Hamamı, II. Murad devri başlarında yapılmış olan ve Edirne hamamları içinde bilinçli bir plastik araştırma çabası ile yapıldığı kanısını uyandıran bir çifte hamamdır. Hamanın güneydoğudaki ana bölümünde genel süsleme şeması, ılıklık, Türk üçgeni, üzerinde helezon yivli kubbe, sıcaklık, karmaşık üçgen ve mukarnas köşe bingileri üzerine dilimli kubbe, yan sofalarda konsollar üzerinde yivli yarım kubbeler, halvetlerde Türk üçgeni geçit bölümü üzerinde dilimli kubbeler şeklinde bir sıra takip eder.Saray Hamamı, Edirne hamamlarının en eskisidir. Yapımsal özellikleri ve bezemesiyle II. Murad devri yapılarından farklı değildir. Selimiye tarafındaki güneybatı kapısının Selimiye’nin inşası sırasında onarım da yapıldığı ve o zaman yapının başka bölümlerinin de yenilendiği anlaşılır.

Topkapı Hamamı, eski kale içinde ve Top kapısı denilen yerde, harap ve terk edilmiş durumdadır. 1441 yılında yapılan hamama “Alaca Hamam” da denir. Alçı mukamas bezeme bakımından sistemli bir düzene sahiptir. Birkaç sıra mukarnas dizisi üzerinde dilimli kubbe, çoğu hacimlerin örtüsü olarak kullanılır. Bugün çok harap, kaybolmak üzeredir.Yeniçeri Hamamı, tarihi belli olmamakla beraber II. Murad çağına giren bu tek hamam, çok zengin bir alçı bezeme düzenine sahiptir. Ilıklık eyvanında diyagonal olmayan köşe bingileri ve onlarla birleşen bir duvar konsolu üzerindeki altıgen dilimli kubbenin bezemesi dikkati çeker.

Çifte Hamam, Osmanlı döneminde Edirne’de yapılan han ve kervansarayların sayısı 10-15 kadardır. Bunlardan günümüze kalabilenler “Taşhan”, “Rûstempaşa Hanı” ve “Ekmekçioğlu Ahmed Paşa Kervansarayı”dır.Bu yapılardan Ekmekçioğlu Ahmed Paşa Kervansarayı(Ayşekadın Hanı), I. Ahmed’in emri ile Ekmekçioğlu Ahmed Paşa tarafından 1609 yılında yaptırılmıştır. Yapının mimarları, Sedefkâr Mehmed Ağa ve Edirneli Hacı Şaban’dır. Kesme ve yontma taştan inşa edilmiştir. Ancak çok bakımsızdır.Edirne’de Sultan Bayezid Dârüşşifası Osmanlı döneminin bu konudaki önemli bir eseridir. II. Bayezid tarafından yaptırılan ve külliyeye bağlı bir hastahane olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda seçkin ve büyük bir yeri olan bu yapının ana mekânı, altıgen yani çokgen planlıdır. Üzeri de tek kubbeyle örtülüdür. Kuzeydoğu kenarına bitişik revaklı bir avlu ile akıl hastalıkları bölümüne bağlanır. Yapı, 1894 yılında bir onarım geçirmiştir. 1895 yılında da Edirne’ye bu hastaların tedavisi için bir doktor atanmıştır.Burada akıl hastaları Türk musikisinin çeşitli makamlarıyla tedavi edilirdi.

havra

havra

Edirne Hanları ve Kervansarayları

Edirne Hanları ve Kervansarayları

Edirne genel görünüm

Edirne genel görünüm

Edirne Kalesi

Edirne Kalesi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git