Erzurum

ERZURUM(Eski adları: Ronorum, Garin veya Karin; Kam, Karn, , Carana, Garnoy, Karaz, Kalak, Garnoy ,Kalak, Kali, Kalikala, Theodosiopolis, Arze, Arzen, Erze, Erzen-i Rûm, Erzeroum).

Coğrafî konumu ile önem taşıyan Erzurum, eski çağlardan beri bir yerleşme yeri olma niteliğini koruduğundan, gelip geçen tüm kültürler burada izlerini bırakmışlardır.

Arkeolojik kazılara göre kentin tarihini M.Ö. 4000 yıllarından başlamaktadır. Geçen 6000 yıllık zaman içinde Erzurum, Hurriler, Urartular, Sakalar (İskitler), Medler, Persler, Partlar ve halefleri, Romalılar, Bizanslılar, Sasaniler, Araplar, Emevîler, Abbasîler, Selçuklular, Moğollar, ilhanlılar ve halefleri, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular, Safevîler, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti devletlerinin egemenliğinde kalmıştır.

626 yılında Bizans İmparatorluğu elinde bulunan kente İslam akınları 642 yılından itibaren başlar. Kent 645 yılında Meslemeoğlu Habib yönetimindeki Arap ordusu tarafından işgal edildiyse de, 653 yılında yeniden Bizans egemenliğine girdi. 662 yılında bu kez Emevî Hükümdarı I. Muaviye’nin gönderdiği yeni İslam ordusu, Erzurum’u alarak, burada, Erzincan, Bayburt, ispir ve Pasinler’i içerisine alan bir islam valiliği merkezi yaptı. 947 yılına kadar bu durum sürdü.

949 yılına kadar süren İslam egemenliği sırasında kent, 686’da tekrar Bizans’ın, 700 yılında Emevîlerin eline geçti. 837’de Bizans imparatoru Teofilos, kenti ele geçirdiyse de, 840’ta Araplar tekrar egemen oldular, islam egemeliğinin bitiminden sonra, 979’da, Erzurum ovası ile Eleşkird, bahşiş olarak ispir ve Oltu bölgelerine hakim olan Bağradlı David’e verildi. Bağradiı Gürcü Kralı III. David zamanında şehir yeniden Bizans’a geçti (1001). 1018’de Gürcü kralları ile Bizans arasındaki savaşlarda Pasinler üzerinden Göle ve Oltu’ya giden imparator, birçok kaleleri aldı, Oltu bu el değiştirme sırasında harap oldu. VII. yüzyıldan itibaren İslamiyet’i kabul etmeye başlayan Türkler, özellikle Abbasî Devleti’nde ordu hizmetleri sırasında Doğu Anadolu’yu tanımışlardı. XI. yüzyılda Batı Türkeli’nde bir devlet kurma girişiminde bulunan Oğuz beylerinden Çağrı Bey, 3 bin süvari ile İran üzerinden Kafkasya’ya gelmişti. Birkaç yıl Kafkasya ve Doğu Anadolu’da akınlar ve yağmalarda bulunan Çağrı Bey, dönüşünde, buralarda kendilerine karşı koyabilecek bir kuvvetin bulunmadığı haberini kardeşi Tuğrul Bey’e götürdü (1018). 1036 ve daha sonraki akınlarda Türkmen göçmenleri Pasinler’e kadar ilerlediler ise de, sonra geri çekilmek zorunda kaldılar.

1048’de Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun komutanlarından İbrahim Yinal (İnal) ve Kutulmuş(Kutalmış), yönetimindeki Türk ordusu, Erzen’i bir hafta kuşatmadan sonra ele geçirerek tahrip etti. Bundan sonra, Ermeni, Gürcü ve Bizans kuvvetleri ile Türkler arasında Pasinler’de yapılan savaşta Türkler üstün geldi. Ganimetlerin yanı sıra Gürcü KralıLipallt de esir alındı.

1054‘te Pasin ovasına kadar gelen Tuğrul Bey, Erzurum’a kadar uzandıysa da kentin surlarının çok sağlam olduğunu gördüğünden kuşatma girişiminde bulunmadı. 1057’de Bizans’ın Erzincan valisi, Erzurum’u almak isteyince, Ani şehri krallardan yardım gören Erzurum, bu saldırıya karşı kendi-sini koruyabildi. 1058 tarihinde Emir Yakutî’nin yönetimindeki Türk beyleri Doğu Anadolu kentlerini ele geçirmeye başladılar. Bu arada Pasinler ve Erzurum ovasında bulunan birçok köy ve kasaba istila ve yağma edildi. Güneydoğu ve Doğu Anadolu üzerinden iç Anadolu’ya kadar uzanan Türk akınları sırasında bu bölgelerde yaşayan halkın huzuru bozulmuş, Bizans İmparatorluğu ve ona bağlı krallıklara karşı güveni azalmıştı. Özellikle krallık ve prensliklerin kendi aralarında savaşmaları ve merkezden ayrılmaları Türk istilasının kolaylaşmasına, bölgenin ekonomik bakımdan kötü duruma düşmesine sebep oldu. Bu yüzdendir ki, 1066-1067 yıllarında, Alparslan zamanında, Araş ve Fırat bölgeleri Türk akıncılarının kaynaştığı bir yer haline geldi. Şehir, köy ve kasabalar sürekli olarak el değiştirdi. Türk akıncılarından bir bölümü Erzurum ve çevresindeki köy ve kasabaları ele geçirdiler. 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt Meydan Savaşı’nda Romen Diogenes esir düşünce, Bizans ordusunun yok edilişinden sonra yapılan antlaşmada Doğu Anadolu, Türklere verildi. Alparslan da, büyük komutanlarından her birine Anadolu’nun çeşitli bölgelerini ele geçirme görevini verdi. Erzurum ve yöresini ele geçirme görevini de Emir Saltuk’a vermişti. Kısa bir süre sonra, Erzurum ve dolaylarında Saltukoğulları bir beylik kurdular.

Sultan Melikşah zamanında, büyük baş buğlardan Emir Ahmed, Gürcülere karşı yaptığı başarılı savaşlar sonunda üstün gelerek birçok şehir ve kaleleri ele geçirdi. Bu arada Saltukoğulları sınırları içerisinde’bulunan fakat Saltuk egemenliği dışında kalan Erzurum’u da, Bizans’ın son valisi Grigor Bakuryan’ın elinden alarak, Saltuk ülkelerine kattı(1080). Bu olayda Bizans, Doğu Anadolu ve Erzurum’dan dışarı atılmış, şehir, Saltuk Beyliği’nin merkezi olmuştur.

1242‘de Gürcü ve Ermeni kuvvetleriyle işbirliği yapan Moğol komutanı Baycu Noyan, Erzurum’u kuşattı. Kullanılan nef fıçılarının mancınıklarla atılması ile kalede yangınlar çıkarıldı.

1236 yılında İlhanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra, 1258’de Bağdad’ı zapt eden Hillagü, Anadolu’nun yönetimini, Konya Selçuklu hükümdarları arasında taksim etti. Erzurum, Bedred-din Kılıçarslan’ın payına düştü.

İlhanlı Hükümdarı Akaba Han zamanında genel içerikli isyanlar arasında büyük zarar gören şehir, Keyhatu, zamanında kısmen bayındırlaştı. İslamiyet’i kabul eden Gazan Mahmud zamanındaki bayındırlık faaliyetlerinden Erzurum da yararlandı. Şehrin doğusunda, Hasan kale ile Horasan ilçeleri arasında Gazan’ın vezirlerinden Salduzlu Emir Çoban tarafından kendi adını taşıyan Çoban köprüsü, 1297-1298 yılları içinde yaptırıldı. Yine bu hükümdar zamanında Yakutiye Medresesi inşa edildi (1310). Ebusaid Bahadır Han zamanında da bugün harap durumda olan Ahmediye Medresesi yaptırıldı(1314).

İlhanlı Devleti’nin yıkılışından sonra Erzurum, Toğalıların, 1340-1358‘de Çobanlıların, 1358-1360‘da Celayırlıların, 1360-1387 yıllarında (Eretna) Oğullarının eline geçti. 1387 yılında ve 1400 yılında Timur tarafından istila edilen kent, bu olaylardan çok zata gördü. Timur, Ankara Zaferi’ne giderken ve dönerken yine Erzurum’a uğradı. Bu arada Erzurum, Karakoyunlular arasında el değiştirdi.

1502‘de Erzurum ve çevresi, Safevî Devleti’nin eline geçti. Bu devletin kurucusu olan Şah İsmail, Akkoyunlu HükümdarıSultan el Vada’yı 1502‘de ikinci kez bozguna uğrattıktan sonra Erzurum, Tercan, Bayburd, Kelkit, Erzincan ve Kemah taraflarını kesin olarak egemenliği altına aldı. Ama bu egemenlik uzun sürmedi.

Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran dönüşünde Erzurum Beyi Sevindik Bey’e gönderdiği fetihnamede; Erzurum, Süregel ve Çoban köprüsü’nde zahire, ot ve hayvan bulundurması yazılıdır. Oysa Sevindik Bey’in kimliği kesin olarak bilinmemektedir.

Erzurum Merkez

Erzurum Merkez

1520 yılında yapılan bir sayımın defter kayıtlarında Trabzon.Bayburd ve Kemah sancaklarının Rum vilayetine bağlandığı, İspir’in de Bayburd Sanca-ğı’nın bir kazası bulunduğu görülmekteydi. Aynı defterde ispir, Erzurum ve Tekman bölgelerinin Osmanlı sınırları içinde olduğu gösterilmektedir. Gerçekten, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden dönüşünden sonra, Doğu’ya gönderdiği kuvvetli bir ordu ile bölgeyi baskı altına aldığı ve bu baskının 1518 yılına kadar sürdüğü, bu arada İspir, Erzurum ve Tekman bölgelerinin Osmanlı sınırlarına katıldığı görülmektedir.

Bir vilayet salnamesinde, Şah İsmail‘in Erzurum’da 15 yıl hakim olduğu kayıtlıdır. Safevîler 1502 tarihinde Erzurum’u ele geçirdiklerine göre, terk etmeleri de 1517 yılına rastlar.Irakeyn seferinde Padişah Kanunî Sultan Süleyman da Erzurum’dan Doğu’ya ilerledi. Bu sefer dönüşünden sonra Erciş ve Doğu’da alınan yerler tekrar İran’ın eline geçti, sınır bölgesinde Erzurum adıyla bir beyberbeyli-ği kurularak başına Dulkadirli Mehmed Han getirildi.

Erzurum Beyler beyliği kurulduğu sıralarda hangi sancakların bağlandığı kesin olarak bilinmemekte ise de Erzincan, Kemah, Kelkit ve Bayburd’un Paşa Sancağı adıyla Mehmed Han’ın yönetimine verildiği; Erzurum, Trabzon, Kars, Uçan (Pülümür), Kiğı, Pasin ve İspir olmak üzere yedi sancağı bulunduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, Rum Beylerbeyliği’ne bağlrolan Karahisar-ıŞarkî, 1536 tarihinde Erzurum Beylerbeyliği’ne bağlanmıştır.

1536 yılları başlarında Erzurum Beyler beyliği’nin sınırları Çoruh ağzından Ordu’da Bolaman Deresi’ne, buradan Reşadiye, Zara, Koçhisar, Kemah, Pülümür, Kiğı, Malazgird, Tahir Geçidi, Pasin Ovası, Gürcü Boğazı ve İspir‘den Doğu Karadeniz dağları arasında kalan yerleri içerisine alıyordu.

1534‘de birleştirilerek bir sancak halinde Mehmed Han’a verilen Kemah ve Bayburd Sancakları, Erzurum Beyler beyliğinin kurulması ile bu beyler beyliğin Paşa Sancağı oldu. Esasen, Erzurum da, 1534 yılında ayrı bir sancak olarak Hacı Bey adında birine verilmiştir. Hacı Bey’in başka bir sancağa verilmesinden sonra, Erzurum Sancağı’nın kaldırıldığı sanılmaktadır.

Ferhad Paşa ve ondan sonra gelen Hadım Ali Paşa zamanında şehir ve kale iskan edilerek bayındır işleri için büyük çabalar harcandı. Osmanlı egemenliğinin Erzurum’da kesin olarak kuruluşundan sonra imparatorluğun yıkılışına kadar geçen dört yüzyıllık zaman içerisinde, başlangıçta kuzeydoğuda Gürcülere Doğu İran içlerine, XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra da Rusya’ya girişilen savaşlarda bir askerî yığınak merkezi olan şehir, bu görevini sonuna kadar sürdürmüştür. 1543’de, Beylerbeyi Musa Paşa ile Gürcüler arasında yapılan savaşlarda Gürcüler zor duruma düşmüş, “Paşa’nın isteklerini kabul edeceklerini” bildirmeleri üzerine Oltu’da geriye çekilen Osmanlı kuvvetlerine saldırmışlardır. Bu savaşlarda Musa Paşa şehit düşmüş, Osmanlı kuvvetleri de büyük çapta zarar görmüştür. Daha sonra yerine gelen Tememrü Ali Paşa, Gürcülere karşı savaşa devam ederek bazı kaleleri ele geçirmiştir.

1552’de, İran savaşları sırasında Gürcistan’a başarılı bir akın yapan Erzurum Valisi İskender Paşa, daha sonra Pasinler üzerinden, Erzurum’u istilaya girişen İranlılara karşı çarpışmıştır. Pasinler yenilgisinden sonra Erzurum’a çekilen İskender Paşa ile Iran Ordusu KomutanıTahmasp’ın oğlu İsmail Mirza arasında yapılan savaşta İran Ordusu üstün gelmiş, Trabzon Valisi Mustafa Paşa ve bazı komutanlar esir düşmüş, bir bölümü de şehit olmuştur. Yenilgiden sonra Erzurum Kalesi’ne çekilen İskender Paşa, İranlılar’a karşı yeniden savaşmış, ancak şehri ele geçirememişlerdir.

Bayezid, Eleşkird ve Pasinler üzerinden Erzurum’a dönen Kanunî, şehrin çeşitli ihtiyaçlarıyla meşgul olmuş, Erzurum Kalesi’nin yeniden onarılması emrini vermiştir. Bu arada Şah tarafından elçi olarak gönderilen Şah Kulu Akça’yı kabul etmiş ve barış için ortam hazırlanmıştır.

1559’da, varisliği öteki kardeşine kaptırıp isyan eden Şehzade Bayezid, İran’a sığınmak maksadıyla Erzurum’a geldi. Beylerbeyi Ayaş Paşa’nın Şehzadeyi karşılayarak kendisine kolaylık göstermesi, daha sonra Paşa’nın ölümüne sebep oldu. 1561‘de İran’la yapılan anlaşmada, Şehzade Bayezid’in geri verileceği, Erzurum’da öldürüleceği planlanmış ise de, öldürme olayı Kazvin’de olmuş ve Erzurum böyle bir acı olaya sahne olmaktan kurtulmuştur.

Erzurum 1577-1590 yılları arasındaki İran savaşlarında Osmanlı Ordusu’nun yığınak merkezlerinden biri oldu. Ordu’nun savaş hazırlıkları, savaş malzeme ve barınma ihtiyaçları burada giderildi. 1578‘de Erzurum’a gelen Serdar Lâlâ Mustafa Paşa, öteki vilayet ve sancaklardan gelen askerî birliklerin toplanmasından sonra, Doğu’ya, İran üzerine hareket etti. Bu sefer sırasında, Çıldır, Kars, Keçivan ve Van kaleleriyle Arpaçay Irmağı’na kadar uzanan bölgenin Erzurum Beyler beyliği’ne bağlandığı görülmektedir.

1635‘de Iran seferine çıkan IV. Murad, Yavuz ve Kanunî’den sonra, Erzurum’a gelen üçüncü padişahtır. Şehrin ihtiyaçlarının giderilmesi ve imarı konusunda tedbirler almıştır. Bugün Sığırcık Mahallesi’nde Murdarsu üzerinde bulunan ve onun adını taşıyan köprü, bu devirden kalmadır.

XIX. yüzyılda Erzurum’u derinden etkileyen en önemli olay, Osmanlı-Rus savaşlarıdır. Bu savaşlar 1828’de başlamış, aralarla 1918’e kadar sürmüş ve Erzurum’un tarihinde olumlu ve olumsuz, unutulmaz izler bırakmıştır.

Ruslar, daha yüzyılın başında 1807 -1811 yıllarında Osmanlı sınırlarını zorlamaya başlamışlardı. İlk kez Anadolu’ya girip Kars, Ahılkelek ve Ahıska kalelerine saldıran Rus orduları, yerli halkla Türk kuvvetleri arasında sağlanan işbirliği sonunda her defasında bozularak geri çekilmişti. Daha sonra 1826 -1827 yıllarında Kafkas Rus Orduları Başkomutanı General Paskeviç, Revan ve Nahçivan hanlıklarını ele geçirip Tebriz ve Erdebil’i istila etti. Şubat 1828 Türkmen çayı Antlaşması ile Hazar Denizi’nden Küçük Ağrı’ya kadar bugünkü Iran sınırı kesilmiş ve Ruslar, Ağrı Dağı’na kadarki Revan ve Nahçivan hanlıkları topraklarını ele geçirmiş, Bayezid Sancağı’nda bile Türkiye’ye komşu olmuşlardı.

II. Mahmud‘un soysuzlaşan Yeniçeri Ocağı’nı Haziran 1826’da kaldırması üzerine İngiliz  Fransız  Rus müttefik donanması 1814 Viyana Kongresi kararlarına aykırı olarak, istiklal için ayaklanan Yunanistan’ı destekledi ve Ekim 1827’de Navarin’de Osmanlı Devleti donanmasını yaktı. Böylece Osmanlı Devleti, karada ve denizde tarihinin en zayıf durmuna düşmüştü. Bunu fırsat bilen Çar Nikolay l.’in fermanı ile Ruslar, 26 Nisan 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş açarak, Rumeli ve Anadolu cephelerinden saldırdılar.

26 Haziran 1828’de beş koldan Anadolu sınırlarını aşarak ilerleyen Rus Ordusu’nun kuvveti 60 bin idi. Türklerin ise, çoğu gönüllü ve milis olduğundan, nizamiyesi talimsiz, piyadesi manevra bilmez, süvarisi de disiplinsizdi. Subay ve kumandan denecek sevk ve idarecilerden yoksundu.

Paskeviç kumandasındaki Rus Ordusu, 7 Temmuz 1828’de Kars’ı aldı. Erzurum’dan çıkıp Soğanlı üzerinden 10 bin kişi ile Kars’a yardıma gelen Köse Mehmed Paşa, şehrin düştüğünü görünce, Ahıska’ya dönerek burayı savunmaya yöneldi. Ancak 28 Ağustos 1828‘de Ahıska da düştü ve oldukça tahrip edildi. Kışın gelmesi yüzünden ertesi yıla kalan Rus saldınları yine Paskeviç komutasında oldu ve Ruslar, birçok kale ve ilçeleri fethettiler.

25 Haziran 1829‘da Erzurum, Salih Paşa tarafından Rus komutanına teslim edildi. Daha sonra Ruslar Gümüşhane ve Şebinkarahisar’ı da işgal ettiler. Rumeli’de de kolayca Edirne’ye varan Ruslar, burada dikte ettirdikleri çok ağır şartlı Edirne Antlaşması’nı 14 Eylül 1829’da Osmanlılara imzalattılar. Bundan habersiz olarak, 28 Eylül’de Paskeviç saldırıya geçti ve Bayburd’u kurtarmaya gelen Trabzon Paşası kolunu yendi. Edirne Antlaşması’na göre, 1830 ilkbaharında Ruslar, isteyen Ermenileri de göç ettirerek geri çekildi ve Ahılkelek ile Ahıska başta olmak üzere Çıldır eyaletinin beş sancağı tazminat karşılığında Ruslar’a bırakıldı. Kars, Bayezid, Erzurum geri alındı.

Sultan Abdülaziz devrinde, 1867’den başlanarak Erzurum Kalesi devrin ihtiyaçlarına göre Vauban sisteminde 7 kilometrelik bir çevrede tahkimatla güçlendirildi. 2 kilometre uzaktaki padişahın adını taşıyan üç kesimli Aziziye Tabyası da bitirilerek toplarla donatıldı. Türklerin iç işlerine karışmak ve kalkınmasına fırsat vermemek için Ruslar, 24 Nisan 1877′de savaş ilânı ile birlikte Rumeli ve Anadolu cephelerinden sınırları aştılar. Rus Kafkas ordularının mercii, Çar’m küçük kardeşi Grandük MShaiî Nlkolaysviç, başkumandanı da Lori Ermenilerinden ve Kırım Savaşı sırasında Kars cephesinde savaşan Loris Meiikov’du. Saldıran 120 bin askerli Rus Ordusu karşısında, Müşir Katırcıoğlu Ahmed Muhtar Paşa’nın başkumandan olduğu 80 bin kişilik Türk Ordusu vardı. Türk Donanması Karadeniz’e hâkimdi.

Müşir Ahmed Muhtar Paşa, Ruslar’ı 25 Haziran 1877’de Zivin’de, 28 Haziran’da Halıyazı’da, 25 Ağustos 1877’de Kars’ın doğusunda Baş gediklerde büyük bozguna uğrattı ve kendisine bu başarısından dolayı “Gazi” unvanı verildi. Ancak, bu arada devlet, Rumeli’nin savunulması ve istanbul’un tehlikeden kurtarılması ile daha yakından uğraştığından, Anadolu ordusuna yardımcı ve mühimmat ile kışlık giyim dahi gönderemedi. Soğukta çadırlarda hastalanan askerlerden birtakımını terhise başlayan ve kısık yaklaşmasından muharebe hareketlerinin duraklayacağını uman Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Alacadağ arkasından Arpa çayı’nı aşan bir Rus kuvveti ile Sürerden ilerleyen Rus ana kolunun birlikte hareketi üzerine, 5 Ekim 1877‘de Aiacadağ bozgununa uğradı. Kars Ka-lesi’ne çekilerek Erzurum’u korumak üzere Zivin yolu ile Deveboynu’na doğru ilerledi. 4 Kasım 1877 Deveboynu muharebelerini de az ve maneviyatı bozuk kuvvetleriyle kaybeden Başkumandan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Trabzon’dan gelecek yardımların yetişmesine güveniyordu. Erzurum’a ilerleyen G. Heiman, üç gün mühletle şehrin teslimini isteyince, eşrafia görüşen Gazi Ahmed Muhtar Paşa kesin ret cevabını verdi. II. Abdülhamid’den gelen telgrafla da Erzurum’un savunulması isteniyordu. Komutanlar ve şehir halkı, anlaşarak Aziziye (Topdağı)Tabyası’nda bulunan Rusların 153. ve 156. alaylarına saldın kararı aldılar. Yapılan gece baskını birçok koldan başarısızlığa uğradıysa da, sonuçta Aziziye’de 9 Kasım sabahı boğaz boğaza yapılan muharebede, Venk Deresi’ne geçerek canını kurtaranlardan başka yakalanan Rusların tümü öldürüldü ve askerin yanında 400 şehit ve yaralı veren, Kara Fatma, Hürmüz, Nene Hatun ve Name gibi dört kadın ve Erzurum halkı da Aziziye destanında ün aldı. Ruslar, bundan sonra Erzurum’un alınmasından umut keserek kışlak ordugâha geçtiler. Bundan sonra Rusların bir aylık sıkı kuşatması sonucu 17-18 Kasım 1877 gecesi 7 koldan yapılan saldırıyla Kars Kalesi düşürüldü ve düşman eline geçti.

Erzurum‘da kuşatılmış olarak kalmak istemeyen Başkumandan Ahmed Muhtar Paşa, Bayburd’a doğru çekilip bir seyyar ordu kurmaya ve savunmaya hazırlanırken, istanbul’u yaklaşan Rus tehlikesinden korumak üzere oraya çağrıldı. Başkumandan vekâletini Müşir Kurt ismail Paşa’ya bırakarak Trabzon üzerinden İstanbul’a gitti. Edirne’de Ruslarla yapılan 21 Şubat 1878 mütarekesi ile Erzurum’u boşaltan Türk kuvvetleri, burayı kışı geçirmek üzere Ruslara teslim ederek, Bayburd’a doğru çekildi (Mart 1878). 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile Ruslar Erzurum’dan çekilerek, savaş tazminatı yeri ne Çarlığa bırakılan Batum (Artvin dahil), Ardahan (Oltu ve Şenkaya dahil) ve Kars san-caklarına yerleştiler.

Birinci DünyaSavaşı’ndada 14-17 Şubat 1916’da kuşatılan Erzurum, Ruslar tarafından yeniden ele geçirildiyse de, Rus Çarlığı’nın çökmesi ve Rusya’da Bolşeviklerin iktidara geçmesi üzerine, tüm cephelerdeki Rus askerleri, evlerine dönmeye başladı. Bu yüzden Ruslar, 18 Aralık 1917 Erzincan mütarekesi ile Anadolu cephesinden çekilerek, Erzincan, Ahlat, Van’a kadar olan istila bölgesinin savunmasını, Rus topçu ve birtakım kumandan ve subaylarının yönetiminde Taşnak Ermenilerine bıraktılar. 1918’de yapılan harekâtta 11 Mart’ta Ermeniler Erzurum’u boşalttılar ve şehir tam olarak yeniden Türklerin eline geçti. Bundan sonra Erzurum Türk Ordusu’nun merkezi oldu. 30 Ekim 1918‘de imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul’da kurulan “Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti” Erzurum’da bir şube açmıştı. Cemiyetin ilk toplantısı 17 Haziran 1919’da Ra-if Efendi’nin başkanlığında yapıldı. Bu toplantıda, gelecekleri tehlikede bulunan Doğu illeri ile müşterek bir kongre yapılmasına karar verildi. Verilen bu karardan sonra “Erzurum Kongresi” doğdu.

Cumhuriyet‘ten sonra ilin idarî teşkilâtı çeşitli değişikliklere uğramakla birlikte, Erzurum, toprak genişliği bakımından Türkiye‘nin dördüncü büyük vilayeti olmaya devam etmiştir.

Saltukoğulları zamanında 120 yıl kadar başkent olmuş, Osmanlıların eline geçtikten sonra önemli bir sınır boyu kalesi ve zamanının büyük kentlerinden biri durumuna gelmiş bulunan Erzurum, idare bakımdan’ önemli.bir bölge merkezi olmuştur. 1839’dan sonraki yeni eyalet teşkilâtı Erzurum’da 1845’de uygulanmış, Erzurum eyaleti, Çıldır, Kars, Bayezid ve Dersim livalarından oluşmuştu. 1864 yeni vilayet teşkilatında Çıldır, Kars, Bayezid, Van. Muş, Erzincan sancaklarını içine almıştır. 1867’de yazım işleri biten Horasan, Tercan ve diğer kasabalara ait vergi sistemi belirlenmiş, 1882 yılında Tortum, Ova ve Refahiye adlı üç kaza oluşturulmuş, 1887’de şehir göçmenlerin büyük bir yerleşim .yeri olmuştur. II. Mahmud zamanında askerî ıslahata paralel olarak yapılan düzenlemede Van, Kars ve Çıldır’ın katılmasıyla Erzurum’da, Redif; Mansure müşirliği kurulmuş, Muş da doğruca Erzurum Ferikliği’ne bağlanmıştır. XIX. yüzyılın sonunda Erzurum, yalnız Erzincan ile Bayezid sancaklarını içine almış, daha sonraki yıllarda bu da değişmiştir.

Erzurum her çağda önemli bir nüfus yoğunluğu merkezi olduğundan zengin bir öğretim eğitim tarihi yaşamıştır. Osmanlı döneminde bir eyalet olan Erzurum’da, camiler ve medreseler eğitim kurullarının başında geliyordu. XIX. yüzyıl sonunda şehirde “Sıbyan Mektebi” denilen 10 özel ilkokuldan başka 25 adet sağlam vakıflı medrese ve 5 genel kütüphane vardı.

1868 yılında Erzurum vilayetinde rüşdiye mekteplerinin açıldığını, 1873′ te Erzurum’da yeni bir idadi mektebinin yapımının tamamlandığını, 1890 yılında bir başka idadi mektebinin tamamlanarak eğitime açıldığını, 1892 yılında, Erzurum İdadi Mektebi’nin yeniden inşa edildiğini, 1897 yılında İranlılar tarafından Ezrumu’da bir mektep açıldığını, 1900 yılında idadi mektebinin yeniden onarıldığını ve 1903 yılında ise lağvedilen Erzurum Dârülmuallim iptidaisi Şubesi’nin yapıldığını belirtir belgeler, Hazine-i Evrak’ta saklıdır.

1886 tarihli bir resmi dergiden, 4 sınıfla Askerî Rüşdiye, 3 sınıfla Askerî İdadi, Kız ilk Mektebi, Rüşdiye Okulu ile kızlara ait 3 iptidai Mektebi, 110 medrese ve sıbyan mektebinin bulunduğunu öğrenmekteyiz.

Şehirde bulunan Roma dönemi eski eserlerinden çok az kalıntı vardır. Mevcut eski eserlerin hemen hepsi Selçuk, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine aittir.

Erzurum Kalesi, 415 yılında, Roma İmparatoru Theodosius adına Komutan Anatolius tarafından yaptırılmıştır. 1950 metre yüksekliğindeki bir yerde, bir tepenin üzerinde kurulmuştur. 530 yılında General Belisarios ve 591 yılında Heraklios tarafından onarılan kale, Osmanlı döneminde 1796, 1828 ve 1832 yıllarında onarım görmüştür.Erzurum, Selçuklu çağı mimarî eserleri bakımından zengin kentlerden biridir. Eserlerin çoğu son yüzyılın savaşları, istila ve işgaller sırasında yıkılmış ve yarı yıkık halde kalmış olmakla beraber, ayakta kalabilenlerin sayısı da az değildir.

Ulu Cami; Ebu’l Fetih Kızılarslan Mehmed tarafından 1179 yılında yaptırıldı. Tebriz Kapısı semtindeki cami beş yazıttan öğrenildiğine göre, birçok onarımdan geçerek, günümüze bozulmuş olarak gelmiştir. Camiin ilk adının Atabek olması da, yapıtın Saltuk-lularaait oluduğunu belirtir.Nasuh Paşa oğlu Hüseyin Paşa tarafından en eski onarım yapılmıştır. Yapı planı, camii Kıble duvarına dikey uzanan yedi neften oluşur. Mirap önünde basamaklı silmeler ve kavallardan hafif sivri kemerler üzerine oturan büyük, pandantifli kubbenin yerinde bugün ahşap bir kubbe vardır. Buna bitişik bir ayna tonoz, mukarnaslı kare bir tonoz ve iki paralel tonozla beş bölümlü orta nef, ötekilerden daha geniş olarak kuvvetle belirtilmiştir. Batı tarafında mihrap duvarına dikey uzanan tonozlarla ûç nef, doğu tarafında dikey tonozlu iki nef ve doğu kenarında uzanan altı paralel tonozlu üçüncü bir nef olarak yedi nef halinde kareye yakın dikdörtgen mekânı meydana getirmiştir. Kare biçiminde piramidi andıran altı sıra mukarnas dolgulu tonoz, camiin orta ekseninde en gösterişli bölümüdür. Mihrap duvarının eski olduğu anlaşılmaktadır. Mukarnaslı sade mihrap nişinin etrafınıçeviren geniş dikdörtgen bordur Sivas Ulu Camii’nin eski taş mihrabından farklı olarak birbirini kesen sekizgenlerden geometrik örgü motifleri ile yüksek kabartma biçiminde işlenmiştir. Bunlar daha büyük sekizgenlerle dörder bordur birbirine bağlanmıştır. Bu, Karahanlılardan başlayarak Türk sanatının çeşitli bölümlerinde birçok varyantlar halinde ortaya çıkan bir süsleme motifidir.

İçkale’nin güneybatı köşesinde bulunan Içkale Saat Kulesi, Saltuklulardan kalmıştır. 1184 yılında yapıldığı sanılır. Halk “Tepsi Minare”der. 30.75 metre yüksekliğindedir. Dipten sura kadar kesme taştan yapılmıştır. 1877 yılında Londra’dan armağan edilen çalar saat kuleye takılmış ve böylece yakın zamana kadar saat kulesi olarak kullanılmıştır.

Şehirde Selçuk dönemine ait kümbet adıyla anılan önemli sayıda türbe vardır. Bunların bazıları, devrinin sanat düzeyini simgeleyen yapılardır. Bunlarışöyle sıralayabiliriz: Ahi Baba Kümbedi, Cimcime Sultan Kümbedi, Çifte Minare Medrese Kümbedi, Gümüşlü Kümbed, Karanlık Kümbed, Ra-bia Hatun Kümbedi, Üç Kümbedler.

Ahil Baba Kümbedi’nin Narmanlı Mahallesi’nde, XVI. yüzyılda inşa edildiği sanılmaktadır. Doğu kısmı yıkılmıştır. Sekizgen bir planı vardır, içinde dört adet Selçuklu tipi sanduka vardır.

Cimcime Sultan Kümbedi’nin Cumhuriyet Caddesi üzerinde XIV. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Yakın zamanlarda yapılan bir onarımla orijinalliği kaybolmuştur.

Çifte Minareli Medrese Kümbedi, Çifte Minareli Medrese yanında XIII. yüzyılda yapılmıştır. Gövdeyi çeviren, derinleştirilmiş kemer silmeler halat biçiminde burmalıdır. Yüzeyleri boş bı-karılmış mukamas kornişler, bir sıraya indirilerek konik külaha geçilmiştir.

Karanlık Kümbed, Derviş Ağa Camii’nin karşısında Sadreddin Türkbeg tarafından 1308 yılında inşa edilmiştir. İçten daire, dıştan sekizgen olup,  üzeri külah ile örtülmüştür.

Emir Saltuk Kümbedi, XII. yüzyıldan kalma, Saltukoğulları devrine ait bir eserdir, iki renkli kesme taştan anıtsal yapısı ve sağlam mimarisi ile göze çarpar. Bugün kubbeyi andıran basit bir külahla örtülüdür. Altta, her cephesi üçgen bir alınlıkta biten sekizgen, üstte yüksek silindirik tambur olarak, dıştan iki katlı kümbed, ilk bakışta geç Roman anlatımına benzer özelliktedir. Bir orta kolona dayanan çift yuvarlak kemerli sağır pencereler, alt kenardan birbirine silmelerle bağlanarak, her cephenin ortasında tekrarlanır. Sadece, giriş cephesinde bunun altında, yuvarlak kemerli bir kapı vardır. Üst katta üçgen alınlıkları arasındaki yuvarlak kemerli nişler içine yılan, tavşan başı, yarasa, kartal, öküz başının boynuzları arasında insan kafası gibi, çeşitli rölyefler işlenmiştir.

Kentin 50 kilometre kadar doğusunda bulunan Selçuklu dönemi yapısı bir köprü, bugün de hizmetini sürdürmektedir.

Çobandede (Pasinler) Köprüsü, Bingöl Çayı ile Hasankale Çayı’nın birleştiği yerde, Araş Nehri üzerinde, İlhanlılardan Bahadır Han zamanında Gazan Mahmud’un vezirlerinden Emir Çoban Saltuk tarafından 1297 yılında yaptırılmıştır. 7 gözünden biri, 1875’te kapatılmıştır. Boyu halen 130 metredir. IV. Murad devrinde ve 1727,1872, 1948 yıllarında onarılmıştır.

Selçuklu döneminden kalma üç önemli medrese vardır.Sur duvarlarına dayalı olarak yapılmış olan Çifte Minareli Medrese, yalnız Anadolu’nun en büyükmedresesi olmakla kalmaz, aynı zamanda mimarisi, planı ve süslemeleri bakımından uyumlu bir bütün halinde tek üslûptan doğmuştur.

Uzun süre medrese, Alâeddin Keykubad’ın kızı Hondi Hatun’ave 1253 yılına mal edilmiştir. Son yıllardaysa, İlhanlılardan sonra Argun Han’ın ölümüyle 1291’de onun yerine geçen Key-hatun’un eşi Padişah Hatun tarafından 1290 sıralarında yaptırıldığı ileri sürülmektedir.

Yakutiye Medresesi, Sultan Olcay-tu çağındaGazanlı Cemaleddin Hoca Yakut tarafından 130 yılında yaptırılmıştır. Medrese, kapalı (avlusu kubbe ile örtülü) medrese tipinin en güzel ve en önemli örneklerinden biridir. Özenle işlenmiş, ölçüleri tam olan portal cephenin ortasındadır. Doğu-batı yönünde gelişen dört eyvanlı bir yapı olan medrese, bugün askerî depo olarak kullanılmaktadır.

Ahmediye Medresesi, ilhanlı çağında Gazi Ahmed b. Ali b. Yusuf tarafından yaptırılmıştır (1323). Erzurum Çarşısı’nda Murad Paşa Camii’nin doğusuna düşen medresenin yan kanatları yıkılmış, sadece giriş ve esas eyvanı ile doğudaki bir odası ayakta kalmıştır. Kapalı avlulu olup avlunun üzeri manastır tonozu ile örtülüdür. Avluya açılan iki eyvanı vardır. Taçkapı haraptır. Süslemeleri Yakutiye Medresesi’-ndekine benzer.

Erzurum’da, Osmanlı döneminden kalma kubbeli ve kubbesiz kırktan fazla cami vardı. Ahşap çatı ile örtülü, kırma taştan yapılan pekçoğunun herhangi bir sanat değeri yoktur.

ALİPAŞA CAMİ

ALİPAŞA CAMİ

Ali Paşa Camiî, Vali Ali Paşa tarafından 1595 yılında yaptırılmış, 1693 yılında Hasan adlı bir şahıs tarafından onarılmıştır. Avlusunda, taş sütunlu ve beşik örtüsü biçiminde kemerli çeşmeler vardır.
Ayaş Paşa Camii, Kanunî Sultan Süleyman devrinde, 1558 yılında Vali Ayaş Paşa tarafından yaptırılmıştır. Erzurum’daki en eski Osmanlı eserlerindendir. Yapı, 1883 yılında onarım görmüştür.
Bakırcı Camii, III. Ahmed devrinde, Bakırcı Hacı Mustafa Ağa’nın vasiyeti üzerine, damadı Mustafa Ağa tarafından 1720 yılında yaptırılmıştır. Minaresi kırmızı anber taşındandır ve sağdadır. Cami, 1902 yılında onarılmıştır.
Boyahane Camii, Boyahane Mahallesinde, aynı adlı hamama bitişik, İl-yas Ağa tarafından 620 yılında yaptırılmıştır.
Caferiye Camii, Sultan ibrahim zamanında, Hazine memuru Ebubekir oğlu Hacı Cafer tarafından 1645 yılında yaptırılmıştır. Duvarları kesme taştan, köşeleri beyaz kesme taştandır. Tuğla kubbeler kurşun örtülüdür. Tek kubbelidir. Sol tarafında da mezarlar olan cami, 1896 ve 1898 yıllarında onarım görmüştür.
Cennetzâde Camii, İsmail Efendi tarafından Aşağı Yoncalık Mahallesi’nde 1785-1786 yıllarında yaptırılmıştır. Sağ ve sol duvarıâdi taşlarla, Kıble duvarı düzgün kesme taşlarla yapılmıştır. Son cemaat yeri üç kubbelidir.
Derviş Ağa Camii, 1717 yılında Hacı Dervişİbrahim Ağa tarafından yaptırılmıştır. Haremini tek kubbe, son cemaat yerini üç kubbe örtmektedir. Minaresi tuğladandır. 1845 ve 1904 yıllarında onarım görmüştür.
Gürcükapı Camii, Ali Ağa Mahallesinde, Yeniçerilerin başı Zakreci Ali Ağa tarafından 1608 yılında yaptırılmıştır. 1859 yılında onarım gören yapının Kıble duvarı ile köşeleri düzenli taşla, öbür bölümleri âdi taşla yapılmıştır.
Gürcü Mehmed Paşa Camii, Sultan Melik Mahallesi’nde, Saltukoğullarından Sultan Melik’in yaptırdığı mescidin yerine Gürcü Mehmed Paşa tarafından 1648 yılında yaptırılmıştır.
ibrahim Paşa Camii, Sultan Mah-mud zamanında 1748 yılında Vali Hacıİbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Düzenli kesme taşla yapılmıştır. Kubbeli, son cemaat yeri vardır. Minaresi sağ tarafındandır.
Kadana Camii, Kadana tarafından yaptırılan mescidin yerinde, Kadanaoğlu İsmail Efendi tarafından 1751 yılında yaptırılmıştır. İçerisindeki tahta sütunların tahta işlemeli başlıkları çok güzeldir.
Lala Mustafa Paşa Camii, Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden biridir. II. Selim’in Lalası olan Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa tarafından Erzurum Serdarı bulunduğu yıllarda yaptırılmış.(XVI. yüzyıl). Banisinin adıyla anılan cami, güzel mimarisiyle özellikle dikkati çekmektedir.
Kurşunlu Camii (Feyziye Camii), Şeyhülislâm Feyzullah Efendi tarafından 1700 yılında yaptırılmıştır. Düzenli’ kesme taşlarla yapılan yapının son cemaat yerine taşan sağdaki minaresi de kesme taştandır.
Murad Paşa Camii, II. Selim devrinde Beylerbeyi Kuyucu Murad Paşa tarafından 1572 yılında yaptırılmıştır. Mihrabı taştan, mimberi ahşaptandır. Camiin üç tarafı mezarlıktır. Kıble tarafından da Murad Paşa’nın bir hamamı vardır.
Narmanlı Camii, Narmanlı Mahallesinde, I. Mahmud zamanında Narmanlı Hacı Yusuf Efendi tarafından -1738 yılında yaptırılmıştır. Değişik tonlarda kül rengi düzgün kesme taştan yapılmıştır. Yüksek bir kubbe ile örtülüdür. 1900 ve 1902 yıllarında onarım görmüştür.
Pervizoğlu Camii, Caferzâde Mahallesinde, Pervizoğlu Hacı Mehmed tarafından 1715-16’da yaptırılmıştır. Düzenli kesme taşla yapılan yapının son cemaat yeri dört taş sütun üstünde yükselen üç kubbeli, haremi tromp üzerine oturan bir kubbe örtmektedir.
Şeyhler Camii, aynı adlı mahallede, Mehmed Habib Efendi’nin yaptır-dığı sade mescidin yerine (1719) oğlu Habib Mehmed Efendi tarafından 1767 yılında yaptırılmıştır. Yapı, iri kesme taştandır. Sağdaki minaresi de aynı taşla yapılmıştır. Minarenin küpünün üstüne taştan bir güneş saati yerleştirilmiştir.

Erzurum‘da Osmanlı medeniyetinin günümüze bıraktığı oldukça önemli sayıda hamam vardır.
Boyahane Hamamı, Hacı Emin Paşa tarafından 1566-1567 yılları içinde yaptırılmış olup, çok harap ve terk edilmiş durumdayken son yıllarda onartılmıştır.
Çiftegöbek Hamamı, Yeğenağa Mahallesi’ndedir. Bakırcı Camii vakfından olduğu söylenen hamam, plan yönünden Erzurum’un en ilginç hamamıdır.
Şehirdeki diğer hamamlar şunlardır: Gümrük Hamamı, Kırkçeşme Hamamı, Lala Paşa Hamamı(Lala Mustafa Paşa tarafından XVI. yüzyılda yaptırılmıştır), Murad Paşa Hamamı, Pas-Urmâcı (Fuadiye) Hamamı, Saray Hamamı(1707-1708) yılları içersinde yaptırılmıştır), Şeyhler Hamamı, Caferiye Hamamı(1876 yılında onarım görmüştür).
ilde bugün kalabilen tek Osmanlı köprüsü, Derviş Ağa Köprüsü’dür. 1703-1704 yılları arasında Derviş Ağa tarafından yaptırılmış olup, düzgün kesme taşlarla inşa edilen tek gözlü bir yapıdır.
İlde, Kurşunlu, Pervizoğlu ve Şeyhler medreseleri Osmanlı dönemi eserlerdendir. Şeyhler Medresesi 1760 yılında yaptırılmıştır.Kentte on iki Osmanlı türbesi vardır.Ane Hatun Türbesi, Murad Paşa Camii avlusunda, Marav Han’ın kızı Ane Hatun için 1649 yılında inşa edilmiştir..Mahmud Paşa Türbesi, 1794-1795 yılları arasında yaptırılmıştır. Türbede iki mezar bulunur.XIX. yüzyıl sonlarında şehirde bulunan bütün yapıların çoğunun onarımları yoluna gidilmiş, bu arada ihtiyaç duyulan birkaç yapı da yeniden yaptırılmıştır. Bunlara örnek olarak aşağıdaki yapı onarımlarını verebiliriz.1851 yılında inşa edilen Vali Konağı 1869 yılında onarım gördükten sonra 1904 yılında yıktırılmış ve yeniden yaptırılmıştır. 1862 yılında bir kışla, 1870 yılında bir karakol, 1869 yılında bir hapishane,1901 yılında yeni bir adliye binası, 1864 yılında hastane olarak kullanılan Emin Paşa Konağı’nın yetersizliği sebebiyle 1904 yılında Gu-reba Hastanesi inşa edilmiştir.

Saat Kulesinden Erzurum Görüntüsü

Saat Kulesinden Erzurum Görüntüsü

erzurum

erzurum

Erzurum çifte minare

Erzurum çifte minare

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git