Isparta

ISPARTA(Eski adları: Baris, Sabana, İsBarita, Hamidabad; Sporada, Eis Barida, Saport, Sparte).

Isparta ve çevresinin geçirdiği tarihî devirler içinde; Etiler, Frigyalılar,İyonlar, Lidyalılar, Makedonyalılar, Selefküsler, Romalılar, Araplar, Selçuklular, Hamidoğulları ve Osmanoğulları’nın bıraktığı kültür birikimi, bugünkü Isparta ilinde yaşamaktadır.

Isparta ve çevresi, Orta çağlar’da İslam devletleriyle Bizanslılar arasındaki savaşlarda faal bir rol oynadı. 774 yılında Abbasîler döneminde islam orduları Isparta’yı almayı başardılarsa da bir süre sonra Bizanslılar bu yöreyi geri aldılar. İslam devletlerinin bu savaşları X. yüzyıla dek sürdü.

İslam akınlarının son dönemlerinde uç bölgelerine yerleştirilen Türkler ve Selçuklu Devleti’nin sahneye çıkışı Anadolu’nun geleceği için önemli tarihsel olayların başlangıcı oldu. Malazgirt Zaferi, Bizans gücünü kırarak, tüm Anadolu kapılarının Türklere açılmasına yol açmıştı. Bizans tarihçilerinin kayıtlarına göre, Anadolu’nun büyük bir bölümü 1084 yılında Türklerin eline geçmiş bulunuyordu. Bununla birlikte, Isparta’nın ne zaman Türkler tarafından alındığı konusu açık değildir. Ancak, 1082 yılında Süleyman Şah tarafından alındığı ileri sürülmektedir. Bazı kaynaklar ise, Isparta kentinin kesin olarak 1204 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı III. Kılıçarslan zamanında alındığını yazmaktadır.

Bu devirdi, nispeten daha iç tarafta bulunan Atabeyin bir kültür merkezi olduğu görülmektedir. Selçukluların Atabey’de meydana getirdiği en önemli yapıt Atabey Medresesi olmuştur. Bu kuruluş değerini yakın zamanlara kadar korumuştur.

Isparta ve çevresinin Orta çağlar’da yaşadığı en önemli siyasi olay, Miryo Kefalon (Miryo failin) Savaşı ve bunun sonuçları olmuştur. Gelendost ilçesi bu savaşın yapıldı yerdir. Malazgird Savaşı’ndan 105 yıl sonra yapılan bu savaşı Bizanslılar, Türkleri kesin olarak Anadolu’dan atmak üzere açmışlardı. Türkler Bizans ve diğer Haçlı orduları ile birlikte 844 bin kişiyi bulan Avrupa ordularını, 82 bin kişilik bir orduyla 17 Eylül 1176 tarihinde yenmiş ve Anadolu’da var olma savaşını kesin olarak kazanmışlardır.

Kazanılan bu zaferden 4 gün sonra, 21 Eylül 1176 tarihinde, Türklerin Bizans Devleti ile yaptığı Gelendeabad (Gelendost) Antlaşması, Bizans Devleti’nin millî varlığını ve onun millî damgasını Anadolu’dan kaldırmıştır. Gelendost’taki Sultaniye Kasrı’ndaki Bizans İmparatoru Manuel Komnenos ile Türk Selçuklu Sultanı Kılıç arslan arasında imzalanan Gelendost Antlaşması sonucunda, Türkler Anadolu’nun batısında bulunan Bizans kuvvetlerinde ticaret yapmak, koloniler kurmak ve camiler yaptırmak olanağına kavuşuyorlardı.

Bu tarihî olaydan sonra, Anadolu’da Anadolu Selçuk Devleti’nin temelleri güçlenmiş, Anadolu’nun her yerinde camiler, medreseler, hanlar ve hamamlar yapılmaya başlanmıştır. Anadolu’da asayiş ve huzur sağlanmış, İran’dan, Türkistan’dan, Kırım’dan, Mısır’dan ve Irak’tan birçok bilgin Anadolu’ya göç ederek Türk kültürünü ve Türk dilini Anadolu’ya yerleştirmeye başlamışlardır. Tarihçilerin deyimi ile Malazgird Anadolu’nun kapısı, Gelendost Zaferi ise “Tapusu”dur.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin XIII. yüzyıldan itibaren çöküntü halinde oluşu yüzünden Selçuklu Devleti, ilhanlı Devleti’ne vergi verir bir beylik durumuna düştü. Bunun üzerine bu yöreye yerleştirilen Türkmen beylerinden Hamid Bey, çevredeki boylardan birçoğunu etrafına toplayarak “Hamidoğudan Beyliği”nin temellerini attı ve Hamid Bey’in torunu, İlyas Bey’in oğlu Feleküddin Dündar Bey’in çalışmalarıyla önce Ulubolu‘da sonra da Eğridir’de olmak üzere Hamidoğulları Beyliği’nin kuruluşu sağlanmıştır (1300). Beyliğin kuruluşundan sonra Feleküddin Dündar Bey, Eğirdir’i imar ederek oraya Felekâbâd adını verdiği gibi, beyliğin sınırlarını da Yalvaç, Asî, Karaağaç, Keçiborlu, İsparta ve Burdur taraflarına kadar genişletti. Daha sonra Gölhisar, Korkuteli ve Antalya‘yı alarak bu bölgelerin yönetimini kardeşi Yunus Bey‘e bıraktı, böylece Hamidoğullan’nın Teke kolu da kırılmış oldu. Ancak, daha sonraları Dündar Bey de diğer Anadolu beylikleri gibi, çok geçmeden, görünüşte de olsa, ekonomik ve siyasî bakımdan İlhanlıların nüfusu altına girdi, ilhanlılara ait vergi kayıtlarından bu durum açık olarak anlaşılmaktadır.

1316 yılında Ebu Said Bahadır Han, İlhanlı hükümdarı olunca, Anadolu beylikleri, merkeze karşı ayaklanma belirtileri göstermeye başladılar, durumu düzeltmek amacıyla gönderilen ve Anadolu Valiliği’ne atanan Timurtaş, önce Konya’yı daha sonra da Hamideli’ni alarak kaçan Dündar Bey’i öldürttü. (7324). Bu olaydan kısa bir süre sonra bu Anadolu valisi, merkeze karşı ayaklanıp Anadolu’yu terk edince Dündar Bey’in oğlu Hızır Bey, Hamidoğlu Beyliği’ni tekrar düzene koydu. Hızır Bey’den sonra beyliğin başına Necmeddin Ishak geçti.

Hamidoğulları Beyliği bir süre sonra Karamanoğulları’nın güçlenmesiyie bu beyliğin saldırılarına uğramaya başladı. Bu dönem Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarına rastlıyordu. Bir yandan Osmanlı Devleti’nin diğer yandan Karamanoğulları’nın siyasî çıkarlarının bu beylik üzerinde çatışması, beyliğin lideri Kemaleddin Hüseyin Bey’in Osmanlı egemenliğini kabul etmesine yol açtı. Yıldırım Bayezid‘in, Germiyanoğlu’nun kızı ile evlenmesinden sonra bazı topraklar çeyiz olarak Osmanlılar’a geçti, bu düğün sırasında I. Murad, Kemaleddin Hüseyin Bey’in elçileriyle görüşerek Hamidili’nin bazı topraklarının Osmanlı Devleti’ne satılmasını önerdi. Bu öneri önce olumlu karşılanmadı, ancak I. Murad’ın Kütahyaya gelmesini kendisine yönetilmiş bir hareket olarak kabul eden Hüseyin Bey, İsparta, Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir ve Yalvaç ilçelerini 80 bin altın karşılığında Osmanlı Devleti’ne satmaya razı oldu. 6 ilçenin Osmanlılar’a geçmesiyle sonuçlanan bu satış işlemi, her iki tarafça atanan kadılar marifetiyle ve hukuki bir biçimde tescil edildi ve adı geçen ilçelere Osmanlı yönetimi ve askerî memurlar yerleştirildi (1380).

Osmanlı topraklarına katılan bu yerlerden sonra, Hüseyin Bey, elinde kalan yerlerde de Osmanlı egemenliğini kabul etmek zorunda kaldı. 1389 yılında da bunun belirtisi olarak Kosova Savaşı’na katıldı. Öte yandan, padişah, savaşa giderken yeni sancağın yönetimini Kutlu Bey’e bıraktı. Kutlu Bey’in Isparta’ta yaptırmış olduğu ve kendi adıyla anılan ünlü camii zamanımıza dek ayakta kalmıştır.

Osmanlı Devleti’nin Yalvaç ve Beyşehir yörelerine sahip olması Karamanoğulları ile sınır komşusu olmaları sonucunu doğurdu. Bu komşuluk ilişkileri daha çok düşmanca bir yol izliyordu. Gerçekten I. Murad‘ın Balkan Yarımadası’nda olmasından yararlanmak isteyen Karaman Beyi Alâüddin Ali Bey, 1386 yılında Beyşehir yöresine saldırdı. Balkanlardan dönüşte Anadolu’ya geçen I. Murad, 1387 yılında Karaman Devleti’ni yenerek Karamanoğullan’nın saldırısını bir süre önlemiş oldu. Ancak, Kosova Savaşı’ndan sonra Osmanlı tahtında meydana gelen değişiklikten yararlanmak isteyen Karamanoğulları, tekrar Hamidili’ne saldırdılar.

Padişah oluşunu izleyen günlerde, Anadolu’nun birliğini tamamlamaya önem veren Yıldırım Bayezid, Hamidili’ne yürüyerek burayı tekrar Osmanlılar’a kazandırdı ve bu beyliği 1390 yılında, oğlu isa Bey’e verdi.

Timur‘un Anadolu’yu istilası sırasında Hamidili’ne ait Akşehir, Yalvaç, Beyşehir ve Seydişehir Karamanoğulları’na verildi ise de, bu topraklar 1415 yılında Çelebi Mehmed zamanında yine Osmanlılar’a bağlandı. Ama bu bağlanma da Karamanoğlu  Osmanlı tartışmasını önleyemedi. Zaman zaman iki devlet arasında sürekli el değiştiren Hamidili, sonunda II. Murad zamanında kesin olarak Osmanlılar’a katıldı, sancak beyliğine de Şarap’dar İlyas Bey atandı. Ancak sancağın kuzey yöreleri, II. Mehmed zamanında Osmanlı Devleti’ne katıldı. Hamidili’nin kesin olarak Osmanlılar’a katılmasından sonra Isparta, sancağın merkezi oldu ve bu idarî görev Eğridir ile birlikte yürütülmüştür.

İsparta’nın Hamidiii Sancağı’nın merkezi olarak önem kazanması daha çok Kanuni devrinden itibaren başladı. Gerçi II. Bayezid devrinde yapılan sayımlarda Isparta’ya ait açık bilgilere rastlanmamaktadır, ancak Kanunî’nin saltanatının son dönemlerinde yapılan sayımlar, Isparta’nın sosyal ve ekonomik durumunu açıklama aktadır.

Isparta

Isparta

Bu tapu defterleri aracılığı ile şehrin nüfusunun tarımsal, ekonomik gelişmeleri ve askerî durumunu takip etmek olanağı vardır. Özellikle 1522 yılı sayımının sonuçlarına göre, Isparta’nın merkez nüfusu ortalama’8 bin kişi civarında olup şehir 16 Müslüman ve 1 Hristiyan (Gebran) mahallesinden oluşuyordu. Dokumacılık, bağcılık, boyacılık son derece gelişmiş bulunuyordu. İdarî, askeri görevlerin tımarlarının yanında, kentte padişah “Hasları” da vardı.

Şehir, şahsiyetli sancak beyleri dönemlerinde önemli imar faaliyetlerine sahne oldu. Firdevs Bey zamanında Mimar Sinan tarafından yaptırılan cami ve bedesten, bu devrin önemli eserleridir.

Yine bu resmî devlet kaynaklarından anlaşıldığına göre Hamidili Sancağı’nın XVI. yüzyılın sonlarından itibaren asayişi bozulmaya başlamış ve “Suhte İsyan”ları ile uzun süre uğraşmak zorunda kalınmıştır. Bu konuda gerek sancaktan merkeze, gerekse divandan sancağa yazılan yazılar, olayları aydınlatmakta ve alınan önlemler hakkında bilgi vermektedir. Toprak yönetiminin bozulması Osmanlı Devleti’nin ekonomik yaşamını felce uğratmış ve bundan Anadolu halkı büyük zarar görmüştür. Bu durum aynı zamanda ordu düzenini de bozmuştu, bu bozukluk Isparta’da da açık olarak görülmektedir. 1571 tarihli emirden anlaşıldığı gibi, hizmete çağrılan piyadelerin hiçbiri görevi başına gelmemiş, bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı firar etmiş ve sancağın yayaları 200 kişiye düşmüştür.

Devlet bu asayiş sorununu çözmek için çeşitli kararlar almak zorunda kaldı ve asayişi bozanların küreğe konulmasını emretti, fakat bu tür hareketler devletin bozulmakta olan durumuna paralel bir gelişme gösteriyordu. Gerçekten bu yüzyılın sonlarında ve XVIII. yüzyılın başlarında görülen “Celâli İsyanları” ve bu ayaklanmaları izleyen “Büyük Kaçgunluk Devri’nde”, Isparta büyük zarar görmüş ve Isparta  Akşehir çemberi bu ayaklanmaların sonunda, ekonomik yönden gerilemeye başlamıştır.

Bu ayaklanmaların önüne önüne geçmek amacıyla görevlendirilen Kuyucu Murad Paşa’nın asayişi düzene koyma ve Celâlî ayaklanmalarını bastırma hareketi, kısa bir süre sonra Isparta’nın tekrar eski düzeyine kavuşmasına yol açtı.

Şehirde daha önce meydana gelen ayaklanmaların yanında sık sık meydana gelen deprem ve su baskınları gibi afetler de çeşitli zararlara yol açmıştır. 1706 yılında Isparta‘yı ziyaret eden Fransız gezgin Paul Lucas, kenti, yün, deri ve afyon ticareti ile zengin bir kent olarak nitelerken, deprem ve su baskınlarından çok zarar gördüğünü belirtmektedir. 1780 yılında Gölcük krater gölünün taşması ile meydana gelen büyük bir sel Tekke ve Yayla zade mahallelerini tümüyle tahrip etmiştir. Isparta, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Halil Hamid Paşa’nın yardımıyla yeni ve önemli tesislere kavuştu. 1887-1888 Konya Salnamesi’ne göre; Isparta’da 7’si minareli 7’si minaresiz 14 cami ve 64 mescit, 8 Rum, 1 Ermeni kilisesi vardı. Bunların en büyük ve güzelleri Kutlu Bey Camii ile Firdevs Bey Camii idi.

1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine, ülkenin her köşesinde yapıldığı gibi, Isparta’da da büyük gösteriler yapıldı.

Isparta, Tanzimat’ın ilanından sonra yapılan eyalet teşkilâtına kadar Hamidili Sancağı’nın merkezi olmakta devam etti, fakat eyalet teşkilâtının kaldırılıp vilayet teşkilâtına yapıldığı sırada

Konya’ya bağlandı. 1867 yılında yeniden sancak haline getirildi. 1891’de de Hamidabad adını aldı. 1894 tarihli Devlet Salnamesi’ne göre Hamidabad Sancağı Konya vilayetine bağlı bulunuyor ve 46 köyü kapsıyordu. Cumhuriyet’in ilanından sonra burası Isparta vilayetinin merkezi oldu.

XIX. yüzyılın sonlarına doğru (1872 -1882) yapılan arazi ve nüfus sayımlarına göre 6 bin 660 hanede 33 bin 110 nüfus bulunmaktaydı. Isparta’da mevcut 28 mahalleden Temel, Kemer, Çavuş, Emre ve Zemyan mahalleleri Rumlar’ın, Acemler Mahallesi de Ermeniler’in sayılıyordu.

Isparta ili, eğitim ve öğretim bakımından köklü bir geçmişe sahiptir. Selçuklular’ın Anadolu’ya yerleşmesiyle birlikte kurulan birçok kültür merkezleri arasında Isparta da önemli bir yer tutmaktadır. Buna Atabek Medresesi örnek gösterilebilir. 1224 yılında yapımı tamamlanan bu medrese, Selçuklular devrinden başka Osmanlılar zamanındada kuramsal bilimler yanında pozitif bilimlerin de öğreniminin yapıldığı bir yüksek okul olarak görevine devam etmiştir.

Osmanlılar’ın son dönemlerinde, Cumhuriyet’ten önce Konya vilayetine bağlı bir sancak merkezi olan Isparta, eğitim hizmetleri yönünden geri ve terk edilmiş durumda idi.

XIX. yüzyılda, Isparta’da İdadî Mektebi, ilk kez “Rüşdiye” olarak 1860 yılında şimdiki orduevinin bulunduğu yerde, ahşap ve üstü kiremitli olarak yapılmıştır. Biri yazlık, biri kışlık 2 büyük dershane, 1 büyük salon ve 7 odadan ibaretti. 1875 yılında da bu okulun yazlık dershane kısmı ayrılarak, “Sadi’ye Mektebi” adıyla ilkokul yapılmıştır.

Bundan başka şehirde 1874 yılında eğitime açılan Inas Rüşdiyesi (Kız Ortaokulu), 1905 yılında açılan öğretmen okulu, 1902’de yeniden hizmete açılan ayrı bir idadi mektebi bulunmaktaydı.

Değişimlere uğramakla birlikte Isparta’nın köylerinde eski giysi gelenekleri sürdürülmektedir.

Giyim kuşam her sınıf halk için değişiktir. Uİema ve eşraf kış günlerinde kürk ve çuha çakşır giyerlerdi. Ayaklarında yerli yemeni veya ayakkabı bulunurdu. Yazın yağmurluk ve cübbe giyerlerdi. Başlarında daima sarık bulunurdu. Tanzimat’tan sona pantalon ceket, palto, potin, kaloş, iskarpin giyilmeye başlanmış, sarıklar çıkarılarak fes giyilmiştir. Ancak, esnaftan bir delikanlı evlenir veya mesleğinde “usfa” mertebesine çıkarsa, fesin üzerine sarık sarar ve sakal bırakırdı.

Isparta ilçe merkezinde 1908 yılı verilerine göre 15 cami, 44 mescit, 1 mevlevi hane, 5 tekke, 1 yetimhane, 10 medrese, 500 cilt değerli eser bulunan bir kitaplık, 10 kilise, 41 okul, 6 hamam, 9 han, 3 şadırvan, 1 bedesten, 370 çeşme, 600 dükkan, 1 tabakhane, 6 kiremithane, 40’tan çok gül yağı çıkaran imbik hane, 5 halı hane, 40 kadar kahvehane, 1 hastahane, 1 eczane bulunmaktaydı.

Isparta yöresinin Selçukluların eline geçmesinden (1204) Hamidoğulları dönemine kadar geçen süre içinde yapılan cami yoktur. Camiler Hâmidoğulları ve Osmanlılar döneminde yapılmıştır.

Kutlu Bey Camii (Ulu Cami)’dir. 1382 yıllarında Isparta’nın Osmanlılara geçmesinden sonra yapıldığı sanılmaktadır. Isparta’daki camilerin en eskisi ve tarihi değeri olanıdır. Üzeri toprak damla örtülüdür. Tuğladan iki şerefeli minaresi vardır. 1899 yılında onarım görmüştür. Bu onarımda, II. Abdülhamid‘in tahta çıkışı münasebetiyle,Ayasofya’ya benzer kârgir ve çok kubbeli olarak yeniden yapılmasına karar verilmiş, adının da “Hamidiye Camii” olması için izin alınmış ve hemen yıktırılarak yenisinin yaptırılmasına başlanmıştır. Yerli, doğal olarak çıkan ve “Ottaşı” denilen taştan sütunlar, “Köfeki” taşından beden duvarları ile iki yılda cami yapılmıştır. 1904 yılında bitirilerek Ramazan başında ibadete açılmıştır.

Hacı Abdi Camii (İpek Pazarı Camii); çarşı civarında, tek kubbeli ve üzeri kurşun kaplı kargir olup, Hacı Abdi Ağa tarafından yaptırılarak, 1569 yılında ibadete açılmıştır. 1725 ve 1782 yıllarında onarım görerek bazı eklentiler yapılmıştır. Avlusunda bir şadırvan ve ahşaptan iki katlı bir son cemaat yeri ve bir muvakkithane ve kârgir helaları yapılmıştır.

Cami kubbesinde, depremden “ve yıldırım düşmesinden meydana gelen yarık ve çatlaklar yüzünden 1890 yılında halkın bağışlarıyla onarımdan geçmiştir.

Firdevs Bey (Ferdevs Paşa) Camii veya Mimar Sinan Camii, Tuzpazarı yöresindedir. Kanunî Sultan Süleyman döneminde, Isparta mütesellimi bulunan Firdevs Paşa tarafından, 1569 yılında yaptırılmıştır. Tek kubbeli ve kârgirdir. Üzeri kurşun kaplıdır. Köfeki taşından yapılmıştır. Batı yönünde bir minaresi vardır. Bu camie “Sinan Camii” de denilmektedir.

Abdi Paşa (Peygamber) Camii’nin (halk arasında “Kavaklı Camii” de denir), 1783 tarihinde yaptırıldığı, mihrap üzerindeki mermer taştaki 1196, kapıdaki kitabede yazılı 1197 tarihlerinden anlaşılmaktadır. Dört duvarı kârgirdir. Duvarların iç yüzü ye mihrap koyu mayi, yeşil çiçekler resimlerini gösterir. İstanbul’daki Valide Camii’nin süslemelerini andırır çinilerle süslüdür. Bu sebeple “Çinili Camii” de denilmektedir, Çatısı dam, son cemaat yeri ahşap, kiremitlidir. 1832 yılında camiin çürüyen bir direği değiştirilmiş, 1879‘dada onarılarak sıva boyaları yenilenmiştir. Batı yönündeki köfeki taşından yapılan minaresi çinilerle süslüdür. 1888 yılında depremden harap olan şerefeden yukarısı onarılmıştır.

Ferahiye (Derviş Paşa) Camii, Anadolu Valisi eski sadrazamlarından Derviş Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çarşı içinde bulunan yapı, ahşaptır. Yüksekte yapıldığından merdivenlerle çıkılır. Altında bir şadırvan vardır. 1816 yılındaki çarşı yangınından sonra Vali Derviş Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1851 yılında çarşının ikinci kez yanmasıyla cami, yeniden yapılmış ise de günümüze kalamamıştır.

Hızır Bey Camii, Keçeci Mahallesi’nde bulunur. Hamidoğulları Devleti’nin kurucusu Feleküddin Dündar Bey’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Hızır Bey adına yaptırılmıştır. Dört duvarı taştan, içi ahşap, çatısı toprak damdır. Minaresi köfekiden yapılmıştır. 1881 yılında, üzerindeki dam yıkılarak, duvarları biraz daha yükseltilmiş ve çatısı kiremikle örtülmüştür.
1887yılındaki depremde minaresi harap olmuştur. 1911 yılında yeniden onarım görmüştür.

Meydanlık Camii, Yaylazâde Mahallesi’nde, Meydanlık denilen yerdedir. Eskiden mevcut “Karabelâ Mescidi”nin mahalle halkı tarafından genişletilip onarılmasıyla 1899 yılında, Mutasarrıf Hüsnü Bey zamanında yaptırılmıştır. Duvarları kârgir, çatısı ahşaptır. Minaresi uzun bir süre yapılama¬mış, daha sonra ahşap bir minare yaptırılmıştır.

Isparta’daki tarihî medreselerin başlıcaları; Sadiye Medresesi, Şakirzâde Medresesi, Harabizâde Medresesi, Hasan Efendi Medresesi, Müfti Efendi Medresesi, Mehdioğlu veya Müfti Medresesi’dir.

Sadiye Medresesi, Isparta’daki medreselerin en eskisidir. Çelebiler Mahallesi’ndedir. Bu medrese 1280 yılında Süleyman oğlu Seyid Süleyman tarafından kârgir olarak yaptırılmıştır. Süleyman Efendi’nin mezarı medrese f içindedir.

Şakirzâde Medresesi, Sadrazam  Halil Hamld Paşa’nın annesi Zeyneb Hanım tarafından 1793 yılında yaptırılmıştır. Kapısındaki kitabede, medresenin 1207 tarihinde yapıldığı ve adının “Madarf Halil Hamid Medresesi” olduğu yazılıdır.

Harabizâde Medresesı’ne, “Çubukçuzade Medresesi” de denilmektedir. Abdi Paşa Camii yanındadır. 1783 yılında cami ile birlikte yapılmıştır. İlk yapısı ahşap ve toprak damlıdır. Ancak zamanla harap olduğundan 1812 yılında onarılmış ve çarşıda 11 dükkan yapılarak buraya vakfedilmistir.

Hasan Efendi Medresesi, 1738 yıllarında Hamid ve Teke sancakları mutasarrıfı olan Çelik Mehmed Paşa tarafından kurulmuştur. Birinci katta 8 hücre, ikinci katta bir dershane vardı. Medreseye adını veren müderris Hasan Efendi, Fıkıh ve Tefsir bilimlerinde üstaddı.Isparta’da Osmanlılar dönemine ait bir de bedesten vardır.

İl içinde, adı anılacak 3 köprü mevcuttur. Bunlar; Sütçüler Çandır Köyü yolu üzerinde Köprübaşı mevkinde, Selçuklular döneminde yapılan Sütçüler Köprüsü(Uzunluğu 65 m., genişliği 5 m.) Uluborlu’da Eski Uluborlu’nun bulunduğu yerde, 1289 yılında yaptırılan Cirimbolu Köprüsü, moloz taşlarla yapılmıştır. Apollonia eski kenti ile karşı dağı birleştirir. Eni 2.5 m., uzunluğu 4 m., yüksekliği 20 m.’dir.

Anamas Köprüsü, Eğridir’in Yenice bucağının 3 km. kadar doğusunda Zindan Deresi denilen yerde Aksu Çayı üzerinde Roma devrinde yapılmış olup kemerli bir köprüdür. Yontma taşlardan harçsız olarak yapılmıştır.

Isparta’da 8’i Rum, 1’i Ermeni kilise si olmak üzere 9 tane kilise vardı. Rum kiliseleri; Ayanikola (1650), Ayayorgi (1794), Cebrail (1805), Yenikilise (1865), Ayafilos (1844) ve Ayastati adlarını taşırdı. Ermeni kilisesi 1875 yılında yapılmıştı.

Isparta’da 3 tane eski şadırvan vardır. Bunlardan birincisi Hacı Abdi veya Halil Hamid Paşa Camii avlusunda, ikincisi çarşı içinde Lahna Pazarı denilen yerdeki Ferahiye Camii altında, üçüncüsü, Ulu Cami veya Kutlu Bey Camii önündedir.

Ulu Cami önündeki şadırvan. Mutasarrıf Tahsin Paşa zamanında, Hükümet Konağı yapılırken, malzemesi hazırlanmış, konak bittikten sonra halkın yardımıyla yapılmıştır. Şadırvan, mermerden kubbeli olarak 1877 yılında yaptırılmıştır.

ısparta ulu camii

ısparta ulu camii

Karpuz Çeşmesi, dört yanında muslukları bulunan büyük bir çeşmedir. Isparta’ya su getiren Kepeci Hacı Mustafa Ağa tarafından, Halil Hamid Paşa adına yaptırılmıştır. Kitabesinde Halil Hamid Paşa tarafından 1767 tarihinde yaptırıldığı manzum olarak yazılmıştır.

Yılan kıran Çeşmesi, Selçuklu döneminden kalma tek eserdir. İsa oğlu Muhammed adında bir hayırsever tarafından 1135 yılında Sülübey Mahallesi’nde yaptırılmıştır. Üzerinde biri Arapça, biri Farsça olmak üzere iki kitabesi vardır. Son yıllarda yenileştirilmiştir.

Çifte Hamam,Isparta’da halk yararına yapılmış; hamamlardan halen mevcut 6 hamamdan en büyüğü ve önemlisidir. Hacı Abdi ve Halil Hamdi Paşa Camii karşısında bulunan “Erkek Hamamı” ve “Yeni Hamam” adları verilen Çifte Hamam’dır. Külhan ve kazanları birolduğu halde, hamam, biri erkeklere, diğeri daima kadınlara mahsus olmak üzere iki bölümdür. İkisinin de kapısı ayrıdır. Her ikisinde de ikişer musluk, 8’er kurna, İkişer soğukluk, birer şadırvan, birer göbektaşı vardır. Bu hamamı, Sav Köyü’nden Dalboyun oğlu Hacı Ahmed Ağa adlı birinin, 1691 yılında yaptırdığı tahmin edilmektedir.

Bey Hamamı, Hükümet Konağı civarındadır. Bu hamamın Erkek Hamamı’ndan çok önce, beylerden biri tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Hamam, biri sıcak, biri soğuk su akıtan ikişer musluklu 8 kurna, iki soğukluk ve camekân ile bir şadırvandan oluşmuştur. Kubbe, Erkek Hamamı kubbesinden daha alçak ve basıktır.

Karaağaç Mahallesi Hamamı’nın yapısı Bey Hamamı’na benzer. Ancak yeri çukurdur. Şimdiki suyunu Emine Hatun adlı bir hanım vermiştir. Yapılış tarihi bilinmemektedir.

Keçeci Hamamı, Keçeci Mahallesinde Hamidoğulları’ndan Dündar Bey’in kardeşi Hızır Bey tarafından 1284 veya daha sonraki bir iki yıl içinde yaptırılmıştır.

Isparta‘daki başlıca hanlar; Kerim Paşa, Antalyalıoğlu, Hatiboğlu, Alaybeyoğlu, Pamukhanı, Vakıfhan, Kerestehanı ve Nalbanthanı’dır.

Isparta‘da 1848 yılında mevcut bir kışla onarım görmüş, 1819 yılında ise Isparta’daki vezirlere ait bir sarayın mimar kalfası Seyid Abdülkadir atanarak kendisine harcırah verilmiştir.

Isparta merkezindeki başlıca türbeler şunlardır: Pir Efendi Sultan (Pir-i Mehmed Halife), Sultan, Şeyh Alâeddin Efendi (Aldan Efendi), Hace-i Sultanî(Abdüikadir Geylânî), Gökveli Sultan (Şeyh Receb), Sıtma Dedesi, Hızır-abdal Sultan, Teberdar Mehmed Dede, Yavruzâde (Kılıcî), Hacı Hüseyin Efendi, Tavganai Şeyh Hacı Mehmed Nuri Efendi, Beş kazalı Osman Zühtü Efendi, Ateşzâde Şeyh Hacı Mehmed Efendi, Yedi Şehitler.

Pir Efendi Sultan Türbesi, Namazgah yöresindedir. Pir Efendi Sultan’ın asıl adı“Hamid-i Piri Mehmed Halife”dir. Türbenin üzerindeki kitabeden bu kişinin 1553 yılında öldüğü anlaşılmaktadır. Halk arasında kendisinin pek çok kerametleri ve olağanüstü güçleri bulunduğuna inanılarak türbesi ziyaret edilirdi. Türbede bulunan bir “yeşil direği” kucaklayan delilerin akıllandığı söylenirdi. Deli türbeye götürülür, önce Pir Efendi “nefes” eder, sonra orada hazırlanmış ilaçlarla bir “sürgün ilacı” içilirdi. Daha sonra da boynuna bir zincir takılarak yeşil direk kucaklatılırdı. Günümüzde buraya halk arasında “Bimarhane” veya “Dârüşşifa” yurdu denilmektedir.

Isparta

Isparta

ısparta merkez

ısparta merkez

Isparta Davraz

Isparta Davraz

Isparta

Isparta

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git