İzmir

İZMİR(Eski adları: Smyrna, Smyrne, Smirne, Zmirra, Esmira, Asmira, Smira, Smire, Lesmire, Lesmirr, Le Smirle, Ksmire, İsmira, İsmire, Yezmir, Yizmir).

Anadolu’nun batı kıyılarında, doğal bereketi ve güzellikleriyle ünlü bir yer olan İzmir‘de tarih öncesi çağlarda yazılı bir kaynak olmadığından gelişimi izlenememektedir. M.Ö 800 yıllarında İzmir’de Homeros yetişmiş, Truva savaşları ile Odiseus’un maceralarını destanlar biçiminde dile getirmiştir. M.Ö. 540-580 yıllarında Efes‘te Heraklit yaşamış, öğretisini işlemiştir. Yazının icadından sonra Kolofonlu (Değirmendere) Ksenofon, Anadolu kültürünün tohumlarını Güney İtalya’da yeşertmiş, Anaksageras daha o çağda gök bilimle uğraşmaya başlamıştır. Theoslu (Seferihisar-Sığacık) Anetron “Homeros’un lirini ver bana, kan ile savaş istemiyorum” diyebilmiştir.

Bulunduğu yerin sağladığı imkânlarla 5 bin yıldan beri ayakta duran İzmir’in Neolitik çağdan itibaren yerleşim bölgeleri olduğu, arkeolojik buluntularla kanıtlanmıştır. İl merkezi olarak İzmir’in tarihi ise, Bakır Devri ile beraber M.Ö. III binde başlar.

Prehistorik, Grek ve İyon Devri, Hellenistik Devri’nde (M.Ö. 323-133), önemli bir yerleşim yeri olduğu yapılan kazılarla anlaşılan İzmir, M.Ö. 133‘te Roma egemenliğine, MS. 395‘te Roma imparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Bizans İmparatorluğu’na katıldı, İzmir’in Bizans devrinde kültür hayatı oldukça sönük geçmiştir.

İzmir çevresi, tarihte ilk kez olarak Anadolu’yu birleştiren Hitit imparatorluğu’na dahildi, İzmir şehri, M.Ö. XI. yüzyılda, yani Hitit İmparatorluğu dağıldığı sıralarda iyonyalılar tarafından kurulmuştur. M.Ö. VII. yüzyılda Frigya Krallığı’ndan Lidya Krallığı’na, M.Ö. VI. yüzyılda da Lidya ve bütün Anadolu ile beraber İran (Pers) imparatorluğu’na geçti. M.Ö. IV. yüzyılda Büyük İskender’in ölümünden sonra izmir ve çevresi, başkent Bergama olan Bergama Yunan Krallığı’na dahil oldu. M.S. 395’te Roma ikiye ayrılınca, İzmir ve çevresi de bütün Anadolu gibi Bizans (Doğu) İmparatorluğu’na bağlandı.

Değişik krallıkların yönetiminde bulunması sebebiyle oldukça zengin arkeolojik yapılara sahip olan İzmir’de tarih ve arteoloji, şehirle iç içedir. Başlıca tarihî yerleşim merkezleri: İzmir (Smyrna), Eski İzmir (Bayraklı), Bergama, Efes, Çandarlı (Pitane), Foça(Phokeia), Çeşme, İldin köyü(Erythrai), Teos (Seferihisar-Sığacık) Değirmendere, Ahmetbeyli (Kolophon-Klaros-Nation), Kemalpaşa, Karabel (Nymphaion) ‘dir.

Malazgird Savaşı(1071). ile Anadolu’nun Selçukluların anavatanı haline gelmesi, Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’dan çekilmesine bir başlangıç oluşturdu. Bu savaşta bütün kuvveti eridi. Bundan sonra Anadolu’da Türk fethi yayılmaya başladı. Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın komutasındaki Türk beyleri, Anadolu’nun dört bir yanını ele geçirdiler. 1081 yılında (1076, 1084, 1085), İzmir Bizans kaynaklarının verdiği bilgiye göre Çaka Bey tarafından,fethedildi.

İzmir bayraklı smyrna

İzmir bayraklı smyrna

Çaka Bey, İzmir‘de egemenliğini sürdürebilmek ve genişletebilmek için donanmaya sahip olması gerektiğini çabuk kavradı. Kırk gemilik bir filo yaptırarak, sahil şehirlerini ve adaları ele geçirmeye başladı. Bir Bizans donanmasını bozguna uğratarak, Ege Denizi‘nde hatırı sayılır güçlü bir donanma oluşturdu. Klazeomoni (Kilizman), Phokea (Foça), Khios (Sakız), Lesbos (Midilli), Adramitium (Edremit) ve söylentiye göre Samos (Sisam) ve Rodos da Çaka Bey’in eline geçti. Anadolu Selçuk SultanıI. Kılıç Arslan’a kızını vererek Büyük Selçuklu soyu ile akrabalık kuran Çaka Bey, Çanakkale Boğazı’na sahip olmak için Abiaos’u kuşattı. O’nun İstanbul’u zapt ederek İmparatorluğu ele geçirmek niyetinde olduğuna dair etrafa söylentiler yayıldı. Çaka’nın faaliyetlerinden telâşa kapılan Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos çok eski bir Roma-Bizans politikasına başvurarak, Kılıç Arslan ile Çaka Bey’in arasını bozmaya çalıştı ve bunda da başarı sağladı. Bizans’ın daveti ile yola çıkan Haçlı sürülerinden habersiz olan I. Kılıç Arslan, imparator’un yazdığı, “Onun bütün bu fena planları hakikat halde sana karşıdır” gibi sözlere kanarak, İzmir’de ilk Türk Beyliği’ni kuran Çaka’yı öldürttü.(1096). 1097 yılında Haçlıların Anadolu’da ilerlemesinden yararlanan Bizanslılar, Ege‘de Türklerin elinde bulunan yerleri geri almaya başladılar, İzmir’i savunacak bir kumandan olmadığından, şehir teslim oldu. Bizanslılar şehri aldıktan sonra 10 bin Türk’ü katlettiler. Bundan sonra Türk istilâsını durdurabilmek için Avrupa’ya başvurarak, Haçlı seferlerinin hazırlanmasında etkili olan Bizans, siyasî ve ekonomik yönde kısa bir sürede Haçlı ordularının esiri oldu. Haçlılar ele geçirdikleri toprağın büyük bölümünün yönetimlerine el koydular. 1204 yılında İstanbul’u da ele geçirerek, Bizans İmparatorluğu’nun dağılmasına sebep oldular. İzmir, 1261 yılında Latinleri kovarak, tekrar İstanbul‘a sahip olan İznik imparatorlarının elinde bulunuyordu. Haçlı seferleri sırasında Akdeniz ticareti iki İtalyan şehrinin, Venedik ve Ceneviz‘in eline geçmişti. Bu iki şehir devleti, Bizans’ın aczinden yararlanarak imparatorluğun ticaretinde büyük ayrıcalıklar elde ettiler. Cenevizliler aldıkları ayrıcalıklarla âdeta izmir’in yönetimini ele geçirdiler. Ancak izmir’de Ceneviz üstünlüğü uzun sürmedi. Batı Anadolu kapılarında XIII. yüzyılda başlayan kaynaşma, İzmir‘in yeni ve son sahiplerinin harekete geçmek üzere olduğunu belirliyordu.

Anadolu’ca XIII. yüzyılın ikinci yarısında şiddetlenen ezici Moğol baskını uç beyliklerini cazip bir hale getirdi. Binlerce insan, Moğol baskınının en az hissedildiği sınır boylarına akın etti. Bu birikim, her an patlamaya hazırdı. Türkmen beyleri, 1097 yılında kaybedilen toprakları geri almak için sabırsızlanır olmuşlardı. Sonunda 1300 yıllarına doğru Ege‘ye Türk hüviyeti kazandıracak büyük yürüyüş başladı. Kısa bir sürede bütün Batı Anadolu Türk egemenliği altına girdi.

Aydınoğlu Mehmed Bey İzmir‘e girdiği zaman şehirde iki kale vardı. Birisi Kadifekale, öteki iç liman kıyısında, bugünkü Hisar Carnü civarında San Pietro Hisarı idi. Mehmed Bey her iki kaleyi fethedip, yönetimini oğlu Umur Bey’e verdi. 1320 yılında Umur Bey, İzmir hâkimi oldu. Umur Bey Çaka Bey’den sonra Türk tarihinin ikinci büyük denizcisidir. Yaptığı deniz seferleriyle denizin önemini herkese kavratmaya çalışmıştır.

İzmir‘de oluşturduğu deniz üssüyle Ege’de üstünlük kuran Umur Bey, tam bir cih3d ehliydi. Ömrü savaş meydanlarında geçdi. 1333 yılında İzmir‘e giden ünlü seyyah İbni Batuta, Umur Bey i cömert, doğru ve cihadla uğraşan bir bey olarak tanıtır. Bu dönemde izmir hızlı bir Haçlı seferinin düzenlenmesine sebep oldu. Papa II. Clemens‘in çabasıyla toplanan Haçlı kuvvetleri 28 Ekim 1344 tarihinde İzmir’in iç limanını koruyan San Pietro (Gâvur İzmir) Kalesi’ni işgal ettiler ve yakaladıkları tüm Türkleri öldürdüler. Umur Bey, yılmadan Haçlılar’ın eline geçen Aşağı İzmir’i kurtarmak için çalıştı. Kaleyi mancınıkla dövdürüyor, sürekli baskı yapıyordu. Umur Bey 1348 yılında hisarı geri almak için büyük bir harekâta girişti ve bu harekât sırasında alnına isabet eden bir okla şehit düştü. Umur Bey’in ölümünden sonra Aydınoğulları’nın saldırıları başarısız oldu. Şehrin bu biçimde Müslüman ve Gâvur oiarak ikiye ayrılması ticaret hayatını da etkiledi. Aşağı İzmir‘i 10 yıl kadar ellerinde tutan Rodos şövalyeleri kentin hinterlandından dışarıyla bağlantıları olduğundan yararlanamadılar. Aydınoğulları, Ayasulug’un (Sulçuk) gelişmesini sağladılar. İzmir ancak Osmanlı egemenliğinde huzura kavuştuktan sonra eski ticarî saygınlığını elde etti.

Osmanlılar XIV. yüzyılda Anadolu ve Rumeli’de başarılı bir şekilde toprak kazandılar. Anadolu için genel Osmanlı politikası Türk Birliği’nin sağlanmasıydı. Yıldırım Bayezid devrinde girişimler olumlu sonuçlar verdi ve Anadolu, Osmanlı yönetimi altında birleşmeye başladı. Yıldırım Bayezid‘in 1390 Batı Anadolu seferi sırasında Müslüman İzmir, Osmanlı egemenliği altına girdi. İzmir‘de ilk Osmanlı yöneticisi Kara Subaşı İbrahim Ağa’dır. İzmir‘de Osmanlıların bu yönetimi 12 yıl sürdü. 1402 Ankara Savaşı’nda yenilen Osmanlılar, bundan sonra bir süre saltanat çekişmeleri ile uğraşmak zorunda kaldılar. Bu olaylar dizisinden yararlanma çabasına giren eski Anadolu beyleri, Timur’un da yardımıyla bağımsızlıklarını yeniden elde ettiler.

Ankara Savaşı’ndan sonra İzmir’e gelen Timur, Rodos şövalyelerinin elinde bulunan Gâvur İzmir‘in ele geçirilmesi için uğraşmaya başladı. İlk olarak dışarıyla bağlantısını tamamen kesmek üzere iç liman girişinin kayalarla kapatılmasını istedi. Şövalyeler limanın ağzının kapatılmakta olduğunu görünce gemilerine binerek kaçtılar. 1402 yılı Aralık ayı sonunda şehir Timur’un eline geçti. Kale, temellerine kadar yıkıldı. Timur’un Anadolu’da yaptığı bir yığın kötülükten sonra İzmir’i ele geçirmesi Anadolu için de, Türkler için de bir nimetti. Böylece bütün İzmir, Türk yönetiminde bir kez daha birleşti. Timur, şehrin yönetimini tekrar ortaya çıkan Aydınoğulları’na verdi.

Aydınoğulları,İzmir’i bu kez de ellerinde uzun süre tutamadılar. Yıldırım’ın İzmir’e subaşı atadığı İbrahim’in oğlu Cüneyd, Süleyman Çelebi’nin yardımıyla İzmir’i zapt etti.(1405-1406). Cüneyd’in hayatı bundan sonra tam bir maceraya dönüştü. Son derece cesur, kurnaz ve mücadele azmi yüksek bir insandı. Süleyman Çelubi, bağımsızlık peşinde koşan Cüneyd’i Rumeli’de bir valiliğe atayarak, İzmir’de huzuru sağlamaya çalıştı.

Cüneyd, kardeşler arasındaki çekişmelerden yararlanarak, 1413 yılında yeniden İzmir‘e hâkim oldu. Bu sefer artık devletin tek hâkimi olan Çelebi Mehmed, İzmir’e gelerek Cüneyd’i esir etti (1415). Dukas’ın verdiği bilgiye göre, Çelebi Mehmed, Cüneyd’i, ayaklarına kapanan annesinin ve karısının ricalarıyla atfetmiştir. Çelebi Mehmed şehirde bulunurken, Rodos şövalyelerinin Timur’un yıktığı Gâvur İzmir Kalesi‘ni yeniden yapmaya çalıştıklarını görünce, derhal müdahale etti ve inşaatı durdurdu, yapılanları da yıktırdı.

1420 yılında imparatorluğu ciddî bir biçimde tehdit eden Şeyh Bedreddin olayına İzmir’in de adı karıştı. Şeyh Bedreddin’le Börklüce Mustafa‘nın İzmir’deki faaliyetleri olumlu bir sonuç verdi. Beş on bin civarında adamı olan Börklüce Mustafa,İzmir Sancak Beyi’ni yenmeyi başardı. Ancak daha sonra devlet kuvvetlerinin müdahalesiyle her ikisi de alt edildiler. 1421 yılında Çelebi Mehmed‘in ölümü ve yerine II. Murad‘ın geçmesi, arkadan Düzmece Mustafa olayı, Cüneyd Bey’in yeniden İzmir‘de sahneye çıkmasına sebep oldu. Cüneyd, 1422 yılında son kez İzmir’de hakimiyet kurdu. II. Murad, Cüneyd olayının kesinlikle çözümlenmesine karar verdi. Cüneyd, 1425 yılında ele geçirildi ve bütün yakınlarıyla birlikte idam edildi.

500 yıla yakın bir süre bir daha sürekli bir düşman işgali görmeyecek olan İzmir kenti, Osmanlı yönetiminde yeniden gelişmeye başladı.

Osmanlı Devleti’ne 1425 yılında bağlanan İzmir ve dolayları“Sığla” Sancağı adını alıyor ve Anadolu eyaletinin de bir parçasını oluşturuyordu. Eyalet merkezi önceleri Ankara kentindeyken, 1461 yılında yapılan idarî değişikliklerle merkez Kütahya‘ya nakledilmiştir. Bu arada şehir 1472 ve yıllarında iki kez Venedikliler’in saldırısına uğradı. Fatih Sultan Mehmed, savunması zayıflayan İzmir‘i takviye için aşağıdaki kaleyi yeniden yaptırmak zorunda kaldı.

XVI. yüzyılda İzmir her türlü saldırıdan uzak bir şehirdi. Osmanlılar, karada ve denizde en üstün dönemlerini yaşıyordu. Bu yüzyılın ikinci yarısında İzmir’e gelen Pirî Reis, liman hakkında şu bilgileri verir: “İç limanı vardır, etrafı 1 mildir. Limana önce büyük gemiler ile girdik. Amma sonra vardığımızda dolmuştur. Küçük gemilerle girip hem de haritasını yapmışızdır.”

XVI. yüzyılın ikinci yarısında İmparatorluk yönetiminde başlayan bozulma, isyanlar ve yenilgiler İzmir’i etkiledi. Suhte ve Celâlî isyanları, İzmir ve yöresinde korkulu günler yaşattı. XVII. yüzyılda Venediklilerle yapılan deniz savaşlarının da Ege’ye intikal etmesi, İzmir ticaretini zamanla olumsuz biçimde etkiliyor, barış olunca, yoğun bir ticaret faaliyeti görülüyordu. IV. Mehmed devrinde, izmir’in zarar görmemesi için körfezin en dar yerinde Sancakbumu’na bir kale yapıldı. Evliya Çelebi bu kalenin, gümrük vergisi vermeden kaçan “kâfir” gemilerinin durdurulması için yapıldığını anlatmakta ve kaleye Sanpakburnu Kalesi adının verilmesinin sebebini, “gemiler önünden geçerken beyaz sancak dikip itaat alâmetini gösterir” sözleriyle açıklamaktadır. Ancak buraya daha önceleri de Sancakburnu dendiği Piri Reis‘in anlatımından bilinmektedir:

İzmir, 1694 yılında yeni bir savaş tehlikesi atlattı. 1683 yılında meydana gelen II. Viyana bozgunundan bu yana Osmanlılar hem karada hem de denizde gerilemekteydiler. Bu tarihte bir kısım Türk kalyonlarının İzmir‘e girdiğini gören Venedik filosu, takiple körfezin ağzına gelerek kenti denizden abluka altına aldı. İzmirlilerin hemen gerekli önlemleri aldığı anlaşılmaktadır. İzmir’de çıkacak bir savaşın kendileri için de zararlı olacağını anlayan Fransız konsolosu bir filikayla Venedik amiraline giderek, onların körfez önünden çekilmelerini sağladı.

İzmir XVII. yüzyılda çok canlı bir ticaret merkezi oldu. 1671 yılında İzmir‘e giden Evliya Çelebi, kenti uzun uzadıya anlatır.

Kızlarağası hanı

Kızlarağası hanı

XVIII. yüzyılın başında da İzmir, doğunun en büyük kentlerinden biri oldu, ihracatı ve ithalatıyla büyük bir servet kazanmaktadır. Ancak servet sahipleri paralarını gizlemeyi yeğlediklerinden İzmir‘e, görkemli bir görünüm kazandırılamamıştır.Bu yüzyılda İzmir isyan ve eşkıyalık olaylarıyla da yüz yüze kalmıştır. 1768 ve 1774 yıllarında yeniçerilerin kente hâkim olmak için çıkardığı olaylar, devletin yöneticilerini bir sürü uğraştırmıştır. Bir süre kentin yönetimini bile ele geçirmeyi başaran yeniçeriler daha sonra, alınan sert askeri önlemlerle ortadan kaldırılmışlardır. Eşkıya ise sık sık kervanlara saldırmakta, malları yağma etmekte ve insanları öldürmekteydiler. Alınan bütün sıkı önlemlere karşın, bu olaylar önlenemiyordu. Üstelik eşkıya vurgunlarda kazandığı paraları gelip İzmir‘de rahatça yiyordu. Eşkıya reislerinin Lale Devri’nin sohbetlerini taklit ederek İzmir’de eğlenceler düzenlenmesini buyurdukları görülmektedir. Bu buyruklara uyulmaması için İstanbul‘dan emirler yollanıyordu.

1768 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Rus donanmasının beklenmedik bir biçimde Ege Denizi’ne gelerek Çeşme önlerinde Osmanlı donanmasını yakması, büyük bir şaşkınlık yarattı. Ruslar daha öteye gidip İzmir Körfezi‘ne giremediler.

XVIII. yüzyılda İzmir’de önemli olayları şöyle sıralayabiliriz:

1712 yılında İzmir‘de meydana gelen veba salgınında 10 bin kişi ölmüş, 1717 yılında yeniden veba salgını baş göstermiş, Ekim 1723’te İzmir‘de 60 evin yıkılmasına, 500 ölü verilmesine sebep olan bir deprem olmuş, 1727 yılında Yeniçeriler ile Voyvoda arasında çatışma çıkmış ve bu çatışmada Voyvoda öldürülmüş, 1736 yılında Saray köylü Sarıbey oğlu büyük bir kuvvet ile İzmir‘e yürüyerek şehirden haraç almış, Nisan 1739‘da şiddetli bir deprem olmuş. 1740 yılında şimdiki Basmahane yöresinde çember ve yazma imal eden bir firmaya fabrika yapım izni verilmiş.Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde, İzmir’de açılan ilk dokuma fabrikasıdır. 1740 yılında Kapitülasyonların Osmanlılar aleyhine tekrar düzenlenmesinde birçok yabancı İzmir’e gelerek yerleşmiş, 1750 yılında Dominiken rahipleri İzmir‘e gelerek yerleşmişler, 1762 yılında Ermenilerce, “Yeznig” adlı bir kitap basılmış(Şehirde bilinen ilk kitap), 1763 yılında Frenk mahallelerini tahrip eden büyük bir yangın olmuş, ardından da 1764 yılında veba salgını baş göstermiş, 1770’de Osmanlı donanması Ruslar tarafından Çeşme’de yakılmış(5-7 Temmuz), 1775 yılında Karaburun Voyvodası desteğinde Sağnacaklı Veli adındaki Bergama Voyvodası İzmir önlerine gelerek şehri tehdit etmiş, 1778‘de (3-8 Temmuz) şiddetli deprem ve yangın sonucu şehrin tamamı tahrip olmuş, 1795 yılında Basmane’de 500-600 işçi çalıştıran bir pamuk fabrikası açılmış, 1797 (73-75 Mart) İzmir‘de yangın ve kargaşalık baş göstermiş, 15 Mart 1797’de Avusturyalıların Paralı Köprü mevkiinde kurdukları bir sirkte, çıkan olay sonucu Venediklilere ait Sakız Hanı’nın yakılması ile çıkan büyük yangın ve yağma meydana gelmiş(Türkler ve Zanta’lar arasında)’dır.

XIX. yüzyıl İzmir tarihi çok hareketlidir. İç ve dış olayların İzmir’deki etkileri yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk tren yolunun İzmir’de hizmete girmesi, Gediz macerası değiştirilerek körfezin dolmaktan kurtarılması, rıhtımın inşa edilmesi, yeni yollar yapılması, idadî, darülmuallimin vesanayi okullarının, karma ticaret mahkemelerinin, kâğıt imalâthanelerinin açılması, itfaiye kurulması, basın faaliyetlerinin genişlemesi ile resmî gazetenin yanı sıra, özel gazetelerin de çıkması, İzmir için sevindirici olaylardır.

Bu yüzyılda Halil Rifad Paşa, Midhat Paşa, Hasan Fehmi Paşa gibi valiler, İzmir’in gelişmesine yardımcı olmuşlardır.

XIX. yüzyılda şehrin genel idarî bölünüşü şöyleydi: 1811 yılında yapılan idarî değişiklikte Sığna Sancağı yeni kurulan Aydın eyaletine bağlandı ve Aydın kenti merkez oldu. İzmir’in Aydın eyaletinin merkezi olması 22 Haziran 1850 tarihinde gerçekleşmiştir.7 Kasım 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile merkezi yine İzmir olmak üzere 23 Mayıs 1867 tarihinde yeni Aydın vilayeti kuruldu. Bu vilayetin 4 sancağı vardı(İzmir, Aydın, Saruhan ve Menteşe). Merkez sancağının adı olan Sığla da İzmir olarak değiştirildi. Bu yeni kuruluşta İzmir Sancağı’na bağlı ilçeler Bayındır, Çeşme, Foçateyn, Kuşadası, Menemen, Ödemiş, Tire Urla’ydı. Bu tarihte İzmir Sancağı içinde 8 ilçe, 9 bucak ve 702 köy yer almaktaydı. 1890 yılında yapılan idarî değişiklikle temelde örgüt aynı kalmakla birlikte, bazı ilçe ve bucaklar el değiştirdi. Ayrıca 1883 yılında Karşıyaka adlı yerde Tatar muhacirleri gelerek yerleştirildiler ve bunların kurdukları köyün adına “Feyziyye” denildi.

1890 yılında İzmir Merkez Sancağı’nın 10 ilçesi, 19 bucağı, 704 köyü vardı. 1893 yılında köy sayısında bir azalma oldu. 1895 yılında Çeşme’ye bağlı Yeninahiye adlı bucağın kurulmasıyla İzmir 10 ilçe, 20 bucak ve 675 köyü kapsar hale geldi.

İzmirde siyasî olaylar ise şu şekilde gelişti:

İzmir’i Yunan isyanıyla Kavalalı Mehmed Ali Paşa‘nın isyanı da etkilemiştir. Yunanistan’ın bağımsızlığını sağlamak için kurulan Etniki Eteria Cemiyeti’nin İzmir’de bir şubesi vardı. Görünüşte bir kültür cemiyeti olan Etniki Eteria, aslında tam bir ihtilalci teşekküldü. 1820-1821 yıllarında Rumların daha önce yaşadığı yerlerde büyük ayaklanmalar çıkmasına sebep olmuştur. Bu isyanlardan biri de Sisam’da çtktı. Sisamlı korsanlar İzmir dolaylarına sarkarak, halkın güvenliğini tehdit etmeye başladılar. İzmir‘de bu isyanlara karşı gerekli önlemler alınmış, şehirde gönüllü birlikler oluşturulmuştur.

Bu arada Yunan isyanı sırasında yararlı hizmetleri görülen Kavalalı Mehmed Ali Paşa‘nın isyan etmesi, Osmanlı Devieti’nin başına büyük bir gaile açtı. Asi Mısır Paşası’nın oğlu İbrahim Paşa komutasında gönderdiği kuvvetler, Osmanlı ordusunu arka arkaya yenilgiye uğratarak İstanbul yolunu açtı. Avrupa devletlerinin müdahaleleriyle Kütahya önlerinde durdurulan İbrahim Paşa, İzmir’in yönetimine el koymak için birtakım hazırlıklara girişti. İzmir‘de Mehmed Ağa adında biri, Mehmed Ali Paşa’nın egemenliğini ilân etmeye kalkıştı. 1833 Kütahya Barışı ile Kavalalı kuvvetleri Anadolu’dan ayrılırken, onlara taraftarlık etmiş olanlara da genel biraf çıkardı. Bu şekilde İzmir de yeniden huzura kavuştu.

XIX. yüzyılda, İzmir’de meydana gelen önemli olayları kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz:

1801 yılında şiddetli bir deprem oldu. 1909’da ise veba salgını baş gösterdi. Üç yıl süren veba salgınında 45 bin civarında insan hayatını kaybetti (1909-1912). Bu hastalık 1816’da yeniden baş gösterdi. 1824 yılında, İhtisap Nezareti kuruldu. 19-20 Eylül gecesi çıkan bir yangında 2 bin ev tahrip oldu (1825), Temmuz 1826′ da yeni bir veba salgını baş gösterdi. 1829’da Kel Mehmed isyanı oldu. 1829 yılında askerî bakımdan İzmir, Aydın’a bağlandı. 1831 yazında İzmir ve Anadolu’da özellikle Yahudiler arasında çıkan kolera salgınından yaklaşık 3 bin kişi öldü. 1834 yılı 3 Haziran öğleden sonra çıkan bir yangın ile Frenk mahalleleri ve çarşısının bir bölümü tahrip oldu. 5 bin kişinin ölümüne sebep olan yeni bir veba salgını oldu (1837). Karantina idaresi kuruldu (1840). 30 Temmuz 1841‘de çıkan ve 17 saat süren bir yangın sonucu Türk ve Yahudi mahalleleri ile çarşısının bir bölümü yandı. 1841 yılında İzmir iki yıl süreyle Aydın eyaletine merkez oldu. Haziran 1846’da şiddetli bir deprem oldu. 1844 yılında yapımına başlanan ve 1847 yılında faaliyete geçen bir kâğıt fabrikası açıldı. 1849 yılında Padişah Abdülmecid İzmir’i ziyaret etti. 1850 yılında yeni bir deprem oldu. Aynı yıl İzmir yeniden eyalet merkezi oldu. Katırcı Yani adında bir eşkıya etrafa dehşet saçtı. 1851 yılında yeni bir deprem oldu. Mısır dönüşü Abdülmecid yeniden İzmir’e uğradı(1853). Aynı yıl Katırcı Yani ve diğer Rum eşkıya Vali Ali Paşa tarafından Buca’da yakalanarak idam edildiler. Bundan sonra Sinanoğlu isyanı başladı. 2224 Eylül 1856’da İzmir-Aydın demir yolu sözleşmesi imzalandı ve 1857 yılında Vali Mustafa Paşa tarafından ilk olarak demir yollarının temeli atıldı. Aynı yıl Rus postahanesi açıldı, yangın çıktı, Alsancak Demiryolu İstasyonu’nun temeli atıldı ve 1858 yılı 23 Mart’ta İzmir’den ilk tren işlemeye başladı. 12 Mart 1863’te iğneli fıçı hikâyeleri üzerine Rumlar ve Yahudiler arasında büyük bir kavga çıktı. 20 Nisan 1863’te Sultan Abdülaziz İzmir’e geldi. 1863 yılında bir Ermeni hastanesi kuruldu. 25 Haziran 1864’te sokaklar havagazı ile aydınlatılmaya başlanıldı. 20 Temmuz 1865’te İzmir ile Menemen arasındaki demir yolu bağlantısı kuruldu. 1865 yılı yazın İskenderiye‘den gelen kolera salgını İzmir’de 3 bin kişinin ölümüne yol açtı. Bornova İzmir tren yolu bağlantısı işletmeye açıldı. 22 Ocak 1866‘da İzmir-Kasaba demir yolu tamamlandı. 1867 yılında hava gazı fabrikasını kurma imtiyazı bir İngiliz şirketine verildi. 1868 yılında İzmir Limanı yapımına başlandı. 1884 yılında bir Alman firmasına tarım ve ziraat âletleri yapmak üzere fabrika açma hakkı tanındı. 1885 yılında 5 kilometre uzunluğundaki Bornova Bayraklı kara yolu bağlantısı açıldı. Aynı yıl Gediz Nehri’nin su yatağı değiştirilerek körfezin batısına akıtılmaya başlanıldı. 22 Eylül‘de Aydın demir yolu fermanı imzalandı. 1890 yılında (Ekim) Bornova’da ilk resmî futbol maçı oynandı. Sportif faaliyetler çeşitli dallarda gelişti. Nitekim 24 Ocak 1892‘de Bornova ve İzmir takımları arasında ilk futbol maçı oynandı. İlk resmî atletizm müsabakaları ve Temmuz 1892’de ilk kayık yarışları yapıldı. 1901 yılında İzmir Saat Kulesi‘nin yapımına başlandı. 1907 yılında Asansör Kulesi’nin, Bayraklıoğlu adında bir Yahudi tarafından yapımına başlandı. 1908 yılında burada yaşayan Rumlara askerlik yapma zorunluluğu getirildi. 1912 yılında İzmir Millî Kütüphanesi kuruldu.

Sonuç olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında ve XX. yüzyılın başlarında, İzmir devrin teknik olanaklarından en iyi şekilde yararlandı. Şehirde tren, tramvay, körfez vapurları, modem bir rıhtım, PTT, hava gazı, elektrik ve su şebekeleri vardı. Ancak bunların tümü yabancılar tarafından işletilmekteydi.

İzmir‘de Zeybeklerin de ayrı bir yeri vardır. 1877 Osmanlı-Rus Sayası sürerken, dağlarda eşkıyalık yapan zeybekler de gönüllü yazılıp, İzmir‘e geliyorlar, buradan cepheye gönderiliyorlardı. Zeybekler, XIX. yüzyıl İzmir tarihinde önemli bir yer tutar. Rum şakilerinin başlattığı eşkıyalıkları bunlar sürdürmüşlerdir. Asıl büyük ölçüde isyanlar Âtcalı Kel Mehmed ve 1855 yılında Sinanoğlu tarafından yapıldı. Sayıları oldukça artan bu Türk çetecilere karşı Midhat Paşa’nın 1880‘lerde başlattığı takip harekâtı, daha sonra şiddetle sürdürüldü. Hacı Naşid Paşa vali olunca (20 Temmuz 1883), bazıları öldürülmüş, bazılarına da aman verilmemişti. Naşid Paşa bu hareketin kökünü kazımak için genel bir zeybek kırımı planlamış, zeybeklerin en ünlülerinden Yörük Osman Efe, 27 Aralık 1883 günü Hükümet Konağı’nın mendivenlerini inerken öldürülmüştür. Çakırcalı Ahmed Efe ve başka efeler de çeşitli yerlerde aynı gün öldürülmüşlerdir.

Şehir, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Yunanlılar tarafından işgal edildi.15 Mayıs 19191 Ancak 26 Ağustos 1922 günü Türk taarruzunda, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden
sonra şehir kurtuldu.1867 yılında Vilayetler Kanunu’na göre, İzmir, Aydın vilayetinin ve genel yönetim amirliklerinin merkezini oluşturmaktaydı.

XIX. yüzyılda İzmir’de bulunan resmî kuruluşlar şunlardı: Siyasî İşier Dairesi, Bidayet Mahkemesi,, Ticaret Mahkemesi, Konsolosluklar (İngiltere, Avusturya, Macaristan, Belçika, Fransa, Almanya, Danimarka, Yunanistan, B.A. Devletler:, İspanya, İtalya, Hollanda, Iran, Portekiz, Romanya, Rusya, İsveç ve Norveç). Dinî Reislikler veya Din Başkanlıkları. Gümrük ve Rüsumat Dairesi, Avrupa işleri Dairesi, Postahaneler(İngiliz, Avusturya, Fransız, Rus, Sisam Adası Postahaneleri), Dinî kuruluşlar, hayır (Sağlık) kuruluşları Osmanlı Hastahanesi: 1838; Askerî Hastahane, Ermeni Hastahanesi, 1878 Musevi Hastahanesi, Saint Antcine Katolik Hastahanesi, Fransız Hastahanesi,İngiliz Hastahanesi, Hollanda Hastahanesi), Yetimhaneler (Osmanlı Yetimhanesi, Aziz Yusuf Barınağı, Hizmetkârlar Yetimhanesi, Musevi Fakirhanesi, Rum Yetimhanesi).

1888 yılı sayımına göre İzmir’in toplam nüfusu 479 bin 543 kişiydi (224 bin 5077 erkek, 178 bin 7687 kadın).Türkiye’de ilkokulun bir kamu hizmeti, vatandaş için de bir ödev olduğu ilk kez II. Mahmud tarafından bir fermanla ifade edilmiştir.

1892 yılında çıkarılan Aydın Salnâmesi’ne göre, İzmir’de 15, Bergama’da 9, Tire’de 27, Kemalpaşa’da 6 medrese bulunmaktaydı. 1892 yılından evvel İzmir’de açılan Rüşdiye okulları şunlardı: İzmir Rüşdiyesi (1860), Tire Rüşdiyesi (1865), Çeşme Rüşdiyesi (1876), Ödemiş Rüşdiyesi (1874), Foça Rüşdiyesi (1875), Urla Rüşdiyesi (1877), Menemen Rüşdiyesi (1878), Bergama Rüşdiyesi (1880), Seferhisar Rüşdiyesi (1886), Bayındır Rüşdiyesi (1887).İlkokular ise şöyleydi: Mahmudiye İlkokulu (1886), Namazgah İlkokulu (1881), Teslimiye ilkokulu (1874), Salihliye İlkokulu (1880), Selâniklizâde İlkokulu (1886).

İzmir kuruluşundan günümüze kadar Osmanlı imparatorluğu ekonomisi içinde çok önemli bir yeri vardı. 1402 yılında Timur tarafından alındıktan sonra İzmir’de siyasi istikrar yerleştikçe iktisadî hayat da gelişti öyle ki 1472 yılında İzmir yalnızca ticaretiyle değil, aynı zamanda sanayi ürünleriyle de üncüydü. Burada her tür mücevher itinayla işlenir, çok pahalı ve oldukça güzel kumaşlar, keza altın ve gümüş işlemeli tunç vazolar yapılırdı. Çeşitli savaşlar sebebiyle, İran ipek ticaretini ellerinde bulunduran Ermeniler, daha XVI. yüzyılın ikinci yarısında İzmir’de görünmeye başladılar. Daha önce Bursa’da toplanan ve oradan Çeşme yoluyla Sakız’a sevk edilen İpekliler İzmir’de toplanmaya başladı. Giderek tüccarlar, ardından da Sakız Adası’ndaki konsolosluklar İzmir’e taşınmaya başladılar. 1621 yılında İzmir’de Fransa, Venedik, İngiltere ve Hollanda konsoloslukları vardı. 1624-25 yıllarında dıştan gelen bir yağmalanma ve soygun dönemi atlattıktan sonra hızla gelişmeye başladı. İzmir in kazandığı büyük önem XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdü.

Osmanlı Devleti’nin en büyük iskelesi olan İzmir XVII. yüzyılda en çok ticareti İngiltere ve Hollanda’yla yapardı. Fransa daha sonra gelirdi. XVIII. yüzyılda İzmir dış ticaretinde bir önceki yüzyıldaki Hollanda ve İngiltere üstünlüğü, yerini Fransa’ya terk etti. Bunda 1740 kapitülasyonlarının etkisi vardır. 1768 yılında Fransızların İzmir’de oldukça zengin 24 ticarethanesi bulunmaktaydı. 1787 yılında İzmir ticaretinin % 42‘si Fransa’yla yapılmaktaydı. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni ticaret örgütleriyle bunları hem besleyen hem kontrol eden yeni kurumlar ortaya çıktı. Gerekli bilgi ve dayanışmanın sağlanması için bir Ticaret Odası Örgütü (1885), sonra bir Zahire Borsası(1866) ile daha genel bir Ticaret ve Sanayi Borsası kuruldu, İzmir’de Osmanlı Bankası’nın ve Kredi Lyonnais’in hatta Yunan bankasının birer şubesi vardı. Osmanlı Bankası 1863 yılında, Kredi Lyonnais ise 1888 yılında kurulmuştu.

İzmir’de 1795 yıllarında 500-600 işçinin çalıştığı pamuk fabrikası kuruldu. Buranın sonradan “Basmane” diye adlandırılan yer olduğu sanılmaktadır. XIX. yüzyılın ortalarına doğru Türkiye’de sanayileşme girişimlerine paralel olarak İzmir’de de yeni bir takım faaliyetler görüldü. 1844 yılında yapımına girişilen ve 1847 yılı sonlarında ilk ürünlerini piyasaya sunan “Kâğıt Fabrikası”, Osmanlı ülkesindeki sanayi tesislerin en güzellerinden biriydi.

İhracat ve ithalâtın, İzmir İskelesi’nde defterleri tutulmaktaydı. 1707 yılında bir yıl içersinde İzmir’e gelen kahvenin miktarı saptanılmıştır. Pamuk ve pamuktan dokunan kumaşlar hakkında 1816 yılında sistemli bir vergi usulü konuldu. 1841 yılında Fransız Katodiye adlı bir kişiye İzmir‘de kurşun madeni açmasına izin verildi (1841). İzmir ve diğer yerlerinde bulunan memlehaların ihalesine bir sistem getirildi (1842). Alınıp vergilerin zaman zaman fazla yüklü olması sebebiyle bazı fabrikalar kapanmak zorunda dakaldı. Nitekim 1851 yılında şehirde bulunan on sekiz adet basma fabrikasından, on altısı kapanmış, ancak iki fabrika ayakta kalabilmiştir. Yabancı maldan yüzde 3 vergi alındığı halde, yerli maldan yüzde yirmi dört gümrük resmî alınmaktaydı.

1876 yılında Halkapınar’da bir iplik fabrikası açılmış, 1879 yılında linyit madeni bir Fransız’a ihale edilmiş, oluşturulan emlak komisyonunda İzmir’de emlâki bulunan İngilizlerin de üye olmalarına imkan tanınmış, 1855 yılında İzmir Kâğıt Fabrikası’nın makineleri yenilenmiş, Hacı Halil ve Mustafa adlı sfendilere, ipek fabrikaları yapmalarından dolayı hükümetçe nişan verilmiş. (7859). daha sonra modernleştirilen bu fabrikaya getirilen araç ve gereçlerden gümrük alınmamış.(1891), 1906 yılında ise İzmir ve yöresinde birçok fabrika kurulmasına ruhsat verilmiştir.

İzmir‘in ticarî yönden en büyük gelir kaynağı rıhtımıydı. Ancak 1862 yılında bu rıhtım muntazam değildi. Sonuçta, rıhtım yapılması ile ilgili düşünce ve çalışmalar ortaya atılmış, 1362’deki ilk girişimden sonra 1867’de verilen bir imtiyazla rıhtım inşası işi kesinlik kazanmış, 27 Kasım 1867 tarihli bir mukavele ile üç kişilik bir İngiliz kumpanyasına ihale edilmiştir. Daha sonra Tersane’ye de ağırlık verilmiş, 1871 ve 1892 yıllarında İzmir Tersanesi iki kez onarılmıştır.

Limandan yurt dışına ihraç edilen ürünlere çeşitli tarihlerde belirli vergiler konulmuştur. Örneğin, 1831 yılında, İzmir, Çeşme, Foça, Karaburun kazalarında yetişip, Avrupa’ya ihraç edilen üzümlere dair bir vergi sistemi konulmuş, İzmir ve tevabii balmumu rüsumu mukataasıyla ilgili bir emir yayınlanmış(1820), İzmir Efrenç Gümrüğü‘nün hasılatı için defter tutulmuştur.(1840)

İzmir Körfezi

İzmir Körfezi

İzmir’de, bezestenler, hanlar, çarşı ve pazarlar kentin ticaret merkezini oluşturmaktaydı, İzmir’e yakın kentlerde Urla ve Bornova’da, pazar ve çarşı yerleri üstleri kapalı olmayıp, açıktı.

XIX. yüzyılda İzmir’in belli başlı çarşı ve pazarları şunlardı:

Bektaşiler Çarşısı, 1750 tarihinden itibaren Kadırga Limanı’nda faaliyetini sürdürmekteydi. Odun Pazarı, İpekçiler Pazarı, Kasaplar Pazarı, Bit Pazarı, Kestane Pazarı, Balık Pazarı.
İzmir’de pek çok han ve kervansaray vardı. Önemli hanlardan birisi de XVIII. yüzyıldan kalma Kızlar ağası Hanı’dır.

1821′den sonra İzmir‘de matbaa faaliyetlerinde büyük gelişme kaydetmiştir. Burada yaşayan çeşitli devlete ve dinlere mensup kuruluşlar, birçok matbaa kurarak, basın ve yayın hayatında önemli rol oynamışlardır.

İzmir’de XIX. yüzyılda bulunan matbaalar şunlardı:

Damyanos Matbaası(1832-1833), Amelthia Matbaası(1838-1839), Petros Damyanos Matbaası(1838), losif Mağnis Matbaası(1840), M. KIados lonya Matbaası(1840), Misyoner Matbaası (1840), Templus Matbaası(1834), G.Griffitus Matbaası(1839), Spectateur Oriental Fransız Matbaası. XIX, yüzyılın ikinci yarısından itibaren ildeki matbuai nayaü oidukça yetişmiş, sayıları yüzü geçen yerli ve yabancı birçok matbaa daha kurularak, bu matbaalarda binlerce kitap, dergi, gazete, risale, vb. basılmıştır.

İzmir, Osmanlı Devleti’nde sürekli ilk gazetenin çıktığı şehirdir. 1823 yılı Aralık ayında SMYRNEEN adlı bir gazete yayınlanmıştır. Daha sonra bu gazete SPECTATEUR ORİENTAL olarak ad değiştirmiş. 1827 yılında kapanmasına rağmen Blaque Bey tarafından COURRIER DE SYMRNE adıyla yeniden çıkarılmaya başlanmıştır. 1838 yılında İzmir’de yayınlanan iki gazeteden biri Fransızca LA REFORME (Şubat), diğeri de Rumca AMALTİYA gazetesiydi. İzmir’de çeşitli dillerde çıkan gazete ve dergilere Türkçe bir tanesinin eklenmesi, ancak 1869 yılını sonlarında mümkün olabildi. Aydın latince resmi yayın organı olan AYDIN gazetesi Vali Midhat Paşa’nın desteğiyle çıkarıldı. Daha sonra 1873 yılında İzmir’de DEVİR adlı bir gazete çıkarıldı. Bunun kapanışından sonra İNTİBAH çıktıysa da 1875 yılı başlarında bu da kapandı. Bu yıllarda İzmir Türkçe basını, ilk sayısı, 3 Haziran 875 tarihinde çıkan KARA SİNAN adlı bir mizah dergisine bile sahipti. Daha sonra 29 Mart 1877 tarihinde çıkmaya başlayan İZMİR gazetesi, resmî AYDIN gazetesinin yanı sıra, Türkçe basının temsilcisi olarak yayın hayatına atıldı. İZMİR gazetesinin 19 Mayıs 1897 yılından itibaren günlük olarak çıkarılmasına izin verildi. 1880 yıllarında İzmir’de AYDIN gazetesinden başka 2 Fransızca, 5 Rumca, 1 Ermenice ve 1 İspanyolca gazete çıkıyordu. Rumca gazetelerden biri mizah, birisi de FÜNUN risalesiydi. 13 Mart 1884 tarihinde ilk sayısı çıkan NEVRUZ,İzmir’in ilk Türce edebiyat ve fikir dergisi oldu. NEVRUZ gazetesini çıkaran Halid Ziya, Tevfik Nevzat ve Bıçâkçızade Hakkı, 1886 yılında da HİZMET gazetesini kurdular. Bundan sonradır ki, Türkçe gazeteler birbiri ardınca yeniden çıkmaya başladı. 1896 yılında Yahudiler tarafından Türkçe olarak MESERRET  gazete yayınlandı. Bir bölümü Türkçe, bir bölümü Rumca OSMANLI TERAKKİ ZİRAAT gazetesi (2 Ekim 1893), MUSAVVER ŞULE-İ EDEB(11 Haziran 1896), TERAKKİ(1896). BORSA yi (1891), PERVUDUS (1880), COMMERCİAL (Fransızca; 1908), EMPARSİYAL (1884), HİZMET (1889), ŞULE-İ EDEB (1898), gazete ve dergileri diğer önemli yayınlardır.

XIX. yüzyılda İzmir, kültür ve sanat yönünden oldukça gelişmiş bir merkezdi, İstanbul’a gelen yabancı opera, tiyatro toplulukları gelişlerinde ve dönüşlerinde İzmir‘e de uğrayarak, temsiller verirlerdi. Sahne faaliyetleri önceleri yabancı konsolosluklarda düzenleniyordu. İzmir’in ilk tiyatro binası 1841 yılında açılan “Euterpe Tiyatrosu”ydu. Bunu çeşitli tarihlerde açılan Commerano Tiyatrosu, Eksaristeron Tiyatrosu (Pathe Sineması), Nea Skene (Yeni Sahne), Theatron Smirnes ve Sporting Klüb izlemiştir. 1861 tarihinde açılan ve 1884 yılında yanan Commerano Tiyatrosu’nda daha çok dışardan gelen topluluklar temsiller veriyorlardı. Commerano Tiyatrosu’nun bir önemi, tiyatroda İtalyan opera topluluğuyla birlikte, istanbul’dan gelen Vaspuragan adlı bir Ermeni tiyatro topluluğunun da, Türkçe temsiller vermeseydi. Şark Tiyatrosu’ndan Çıkma bu Vaspuragan topluluğu, 1862-64 yılları arasında Tükçe ve Ermenice’nin yanı sıra, başka dillerde de temsiller verdiler. Güllü Agop da bu faaliyetlere katılmıştır. Vaspuragan topluluğunda önceleri Güllü Agop’tan başka Mınakyan da bulunuyordu. Güllü Agop topluluğun başıydı. Dört dilden temsil veren bir topluluk, belki tarihte ilk kez görülmüştür. Vaspuragan denemesinden sonra da İstanbul’dan çeşitli topluluklar İzmir’e uğrayıp, temsiller verdiler. Özellikle Sporting Klüb eşine ender rastlanan bir tiyatroydu. 1893 yılında İzmirliler bir oyun yeri olan ve kahvesi bulunan Sporting Klüb’te tiyatro kurmak istediler. Bunun üzerine klübün tiyatro binası 1894 yılında açıldı.Bu tiyatroda ilk olarak “Mascoffe” temsil edildi. Sporting Klüb’te II. Meşrutiyet döneminde Türkçe temsiller verilmeye başlanıldı, ittihad ve Terakki Partisi de temsillerin baş girişimcisiydi. İzmir’in büyük yangınlarından sonuncusu 1922 yılı Eylül ayında, Türk kuvvetlerinin İzmir’e girişi sırasında çıktı ve tiyatroların hemen tümü tarihe karıştı.

İzmir‘de arkeolojik araştırmalar XIX. yüzyılın ortalarında başlamış nitekim 1844 yılında kâğıt fabrikasının yeri kazılırken bulunan taştan yapılmış heykel, İstanbul’a gönderilmiştir. 1854 yılında çıkarılan 3 adet antika ise hükümetin izniyle Prusya Konsolosu’na verilmiştir. Arkeolojik araştırmalara ise XIX. yüzyılın sonlarına doğru başlanarak, yabancılar tarafından yürütülmüştür. 1895 yılında arkeolojik araştırma yapmak üzere Rusyalı Simirnov‘a izin verilmiştir. 1900 yılında ise Mösyö Uri adlı şahsa İzmir civarında yapacağı eski eser araştırmaları sırasında kolaylık gösterilmesi için hükümetçe talimatlar hazırlanmıştır.

Kadifekale, İzmir’in güneyinde 186 metre yüksekliğinde bir tepe üzerindedir. Büyük İskender‘in emri ile M.Ö. IV. yüzyılda generallerinden Lioimakhos ile Antigone (ölm. M.Ö. 331), tarafından İzmir halkının Pers savaşlarında gösterdikleri yardıma karşılık yaptırıldı. 1402 yılında Timur, 1688 yılında da yer sarsıntısı kaleye büyük zarar verdi. Kale, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir çok kez onarımlar gördü. Bugün kalenin ancak batıda beş kulesi ile güneydeki duvarları ayakta durmaktadır. 6 kilometre uzunluğundaki kalenin içersinde ve ortada, yıkıntı halinde kemerli büyük su sarnıcı kalıntısı bulunmaktadır.

İzmir’deki ilk Türk eserleri XIV. yüzyıl başlarına kadar gider. Çaka Sey’in 17 yıl süren hâkimiyetinden bugüne kadar bir iz kalmamıştır. Buna karşılık 1317 yılından beri Türklerin elinde bulunan Kadife kale başta olmak üzere kentin bütün eski eserleri Osmanlı izleri taşımaktadır. 1333 yılında Kadifekale‘de birçok cami ve zaviye bulunmaktaydı. Daha sonra kentin ticarî önemi arttıkça hanlar da çoğaldı. Çarşı, medrese, çeşme ve sebiller, kenti süsleyen ve işlevi olan yapılardı.

1653 yılında İzmir’de 10 cami bulunmaktaydı. Bu camilerin sayısı 1699 yılında 17’ye, 1701 yılında ise 19’a çıkmıştır. 1851 yılında bu miktar 24’e yükselmiştir. 1878 yılında İzmir’de 23 minareli cami ile 51 mescit bulunmaktaydı. Günümüzde bunların sayısı birçoğu harap durumda olmakla birlikte oldukça artmıştır.

Abdullah Efendi Camii, Basmane semtindedir. Ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmeyen cami, 1890/91 ve 1951 yıllarında onarım görmüştür. Tek minareli, üzeri ahşap çatılı ve kiremit örtülü, moloz taştan yapılmıştır.

Ahmed Ağa Camii, İki çeşmelik’ten Eşref Paşa’ya giden cadde üzerindedir. 1842 yılında cemaate açık bulunduğu Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarında mevcuttur. Şeyh Ahmed Efendi tarafından yaptırılan bu cami, moloz taş ile yapılmış, üzeri düz eğimli çatı ve kiremit örtülü, içerisi ahşap ve tek minarelidir.

Akarcalı Cami, 1881 yılında Akarcalızâde Hacı Mehmed tfendi tarafından yaptırıldı. Camiin küçük bir avlusu vardır ve bu avludan birkaç basamak merdiveni  son cemaat mahalline çıkılır. Bina kesme taştan yapılmıştır. Üzeri eğimli ahşap çatı ve kiremit örtülüdür. Dört köşeli  bir kaidesi üzerine oturan tek minaresi alçaktır.

Alaca Mescit, Mahalle-i Cedid’de bulunmaktadır. Hangi tarihte ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Ali Ağa Camii, Uzunyol’dan Damlacık’a giden caddenin sonunda ve Odun kapı Camii’nin kuzeyinde,İzmir Memleket Hastahanesi’nin güney tarafında mahalle arasındadır. 1672 yılında Ali Ağa tarafından yaptırılmıştır. Minaresi kıble tarafında ve tuğladandır. Cami, kare planlı oldukça yüksek tamburludur. Haziresinde mezarlar mevcuttur. 1672 yılına ait olan bu yapının iç süsleri, pencere şekilleri ve minaresi XIX. yüzyılda yapılmıştır. Harim kapısı mermerden inşa edilmiştir.

Altıparmak Camii, Hasan Hoca Mahallesi’ndedir. Altıparmak Hacı İlyas bin Hemdem Çelebi tarafından 1649 yılında yaptırıldı.

Asmalı mescid, Mezarlıkbaşı’ndan İki çeşmelik Camii’ne giden cadde üzerindedir. İzmir Müzesi’nde bulunan camie ait eski eser fişlerinde 1892/93 yılında inşa tarihi gösterilmişse de, 20 Rebiüievvel 1241 tarihli vakfiyede bu mescitten söz edilmekte, dolayısıyla 1825 yılında yapıldığı belirtilmektedir. Önceleri yapılıp yanan cami yeniden onarılmıştır.

Çorak Kapısı Camii, Basmane’nin karşısında ve Gaziler Caddesi ile Anafartalar Caddesi’nin birleştiği noktada olup, halen herhangi bir kitabesi yoktur. Büyük ihtimalle Bostanî Mahmud Efendi tarafından yaptırılmıştır (XIX. yüzyıl başları). Bu yapı, önde küçük bir avluyu, batı ile güneyde ise, gayr-i muntazam bir hazireyi içerir. Kurşunla örtülü beş kubbe altında son cemaat mahallinin etrafı câmekân ile çevrilmiştir. Ana mekânıörten tek büyük kubbe, sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturur. Büyük kubbenin iki yanında üçer kubbeli yan mekânlar mevcuttur. Külahı ve gövdesi kesme taştan olan bir minaresi vardır. Minberi mermerdir. Kubbe hendesî motiflerle süslüdür.

Eşref Paşa tarafından 1897 yılında yaptırılan,İzmir’in güneyinde, Beştepeler ile Nüzhetgâh Mahallesi’ne yakın bir yerde bulunan bu yapı, bir bodrum katı üzerinde fevkanî olarak yapılmıştır. Çatısı ahşap eğimli ve kiremit örtülüdür. Son cemaat mahallinin doğusunda olan tek minaresi, kesme taştandır ve minare, sekiz köşeli bir kaide üzerine oturmaktadır.

Hacı Bey Camii, Topalaltı semtinde, Mahmudiye Mahaliesi’nin 746. Sokağı’ndadır. Morali Baladur Hacı Bey adıyla ünlü, Yunus oğlu Mehmed Ağa tarafından 1889 yılında yaptırıldı. Minare tabanında ve iyon tarzı bir sütun başlığı üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Küçük bir avlusu vardır. Son cemaat mahalline bir merdivenle çıkılır ve burası carhekân ile örtülüdür. Kubbesi sekiz köşeli bir tanbur üzerine oturur. Bu kubbenin üstü kurşun kaplıdır. Minarenin tabanı köşeli olup, kesme taştandır. Ana mekânı tromplu bir kubbe örter. Mihrap bir niş halindedir. Minberi ahşaptır.

Hacı Mehmed Camii, iki çeşmelik Camii’den Damlacık semtine giden sonundadır. Hoca Mahmud Bey tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Yapımı hususunda birçok kaynakta değişik bilgi ve tarihler verilmektedir. Camiin son cemaat mahalli camekan ile çevrilidir. Ana mekanı örten kubbe, sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturur ve üstü kiremit örtülüdür. Bir tek minaresi vardır ve tuğladan yapılmıştır.

Hacı Mehmed Camii, İkiçeşmeli Camii’den Damlacık temtine giden Uzun yol üzerindedir. Kesin yapım tarihi belli olmamakla birlikte 1863,1889 yıllarında onarım görmüştür. Camiin üzeri ahşap eğimli ve kiremit örtülüdür. Bir minaresi olup, üzeri sıvalıdır. Dahilde ana mekân bir süs kubbesi ile örtülüdür.Hacı Veli Camii, Hatuniye Meydanı’ndan, Çorakkapı ve Basmane’ye giden Anafartaiar Caddesi üzerindedir. Alanyalı Hacı Veli b. Yusuf b. Veli Ağa adında bir kimse tarafından 1730 yılında yaptırıldı.

Hamidiye Camii, izmir’de Konak Güzelyalı sahil caddesi üzerinde ve Karantina (Halen: Küçük yalı) mevkiindedir. Sahilde inşa edilmiştir. Osman Paşa tarafından yapımına başlanılmış, II. Abdülhamid tarafından tamamlattırılmıştır (1890). Kapının üzeri üç kademe halinde kapanmıştır. Birinci kısım kubbe diğer iki kısım da düz çatı ile örtülü olup, kurşun döşelidir. Minaresi sekiz köşeli bir kaide üzerine oturur ve minare gövdesi, oymalı kesme taştan olup, külahı kurşun örtülüdür.

Horasanlı Mescidi, İzmir’de 565. Sokak’ta, şehrin güney tarafına düşen. Beştepeler semtinde önce Muhacirler için kurulmuş olan Nüzhetgâh Mahallesinde bulunmaktadır. Süleymanoğlu Horasancı Hacı Ali Efendi tarafından yaptırılmıştır, İzmir Müzesi’nde mevcut bu camie ait eski eser fişinde inşa tarihi 1894 olarak gösterilmiştir. Tek minareli, üzeri düz çatı’ı ve kiremit örtülü küçük bir eserdir.

Irgatpazarı Camii, Cami-i Atik Mahallesinde bulunan Irgatpazarı semtindedir. Hacı Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır. 1774 yılında onarım görmüştür.

İki Çeşmelik Camii, Mezarlıkbaşı semtinde, Eşrefpaşa’ya giden iki çeşmelik Caddesi üzerinde Şerif Ali Sokağı’ndadır. Tarihi bilinmemekle beraber, Kurd Mehmed Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Esas cami mekânı fevkanidir. Altında, halen kahve olarak işletilen iki büyük hacim ile 1922-25 yılları arasında Şemsü’l Maarif adlı bir okul vardı. Cami, ana mekân ve son cemaat mahalli olmak üzere iki kısımdan oluşur. Son cemaat mahalline biri kuzey, diğeri batıdan olmak üzere iki büyük kapıdan girilir. Ana mekân üzeri süs kubbeyle örtülüdür. Süs kubbesinin ortasında sekiz köşeli bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Mihrap bir niş halindedir. Minberi ahşaptır. Kubbe kalem işleriyle süslenmiştir.

Hatuniye Camii, Anafartaiar Caddesi Tilkilik mevkiindedir. Tayyibe Hanım tarafından 1640 yılında yaptırılmıştır. Daha sonra genişletilen bu yapının minaresi cami hariminde kalmıştır. Eklenen kısım büyük kubbeli ve son cemaat yeri bulunan yerin sağına yapılmış ve kemerle diğer harime birleştirilmiştir. Son cemaat yerinde 4 küçük kubbesi vardır. Kubbelerin üstü kurşunlarla örtülüdür. Cami, dıştan büyük destek duvarlarıyla çevrelenmiştir. Kadınlar mahfili mevcuttur. Camiin kitabesi yoktur. Kıble, mihrap pencere ve üstleri alçı süslemelerle ampir tarzında yapılmıştır.

Hisar (Yakubbey Camii), İzmir’in Hisar önü semtinde bulunur. Yapılış tarihi, yaptıranı belli olmayan bu yapının XV. yüzyılda Yâkub Bey adlı biri tarafından inşa ettirildiği sanılmaktadır. 1597 yılında Aydınoğullarından Özdemiroğlu Yakub Bey tarafından 1597 yılında da yaptırıldığı iddia edilmektedir. Camie iki sütun üzerine oturan geniş kemerli taç bir kapıyla girilmektedir. Avlusu çok küçüktür. Kesme taştan yapılan minarenin kaide kısmi son cemaat mahalli içinde kalmıştır. Son cemaat mahalli, 1813 yılında yapılan büyük onarım sırasında eklenmiştir. 1876 ve 1883 yılında onarım görmüştür.

Kestellizade Mescidi, Baş durak’tan İkiçeşmelik’e giden Kestelli Caddesi üzerindedir. Nakibüleşraf Çandarlızâde Seyyid Hacı Mustafa Efendi b. Abdülkadirbin Abdürrahim Efendi tarafından 1888 yılında yaptırılmıştır.

Mamûretü’l Hamidiye Camii, Güzelyalı denilen yerdedir. Hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir. II. Abdülhamid devrinde yaptırıldığı görüşü hâkimdir.

Natırzâde Camii. İki çeşmelik semtinde, Müftü Sokağı’ndadır. 1874 yılında ibadete açılmıştır. Dışta küçük bir avlusu vardır ve avludan birkaç basamaklı merdiven ile camie çıkılır. Ahşap eğimli çatısı kiremitle örtülüdür. Mihrabı bir niş halindedir. Minberi ahşaptır.

Odunkapı Camii, iki çeşmelik semtinde ve Uzunyol’dan Damlacık’a giden caddenin sağ tarafında bulunmaktadır. XVIII. yüzyılın ortalarında, Odun kapılı zade Baş ağalarından Hacı Mehmed Ağa tarafından inşa ettirilmiştir. Cami naziresinde gömülü Hatice Hanım, bu kişinin eşidir. Oldukça dik Damlacık Yokuşu’nun başındadır. Mermer, yuvarlak kemerli bir kapı ile camiin son cemaat mahalline girilir. Burada, minare kaidesinin kısmen altına yerleştirilmiş bir çeşme vardır.

Piyaleoğlu Camii, Dibekbaşı semtindedir. Piyalezâde el Hac Mehmed Ağa tarafından 1730 tarihinde yaptırılmıştır. 1882 yılında onarım gören yapının önünde dar ve uzun bir avlu vardır. Kısa bir merdivenle son cemaat mahalline çıkılır. Ana mekânın üzeri kurşun örtülü tek bir kubbedir. Gövdesi harap, köşeli bir kaideye oturan tek minaresi, mahalle evleri arasında kalmıştır. Ahşaptan bir minberi vardır.

Salahattinoğlu Camii’nin yapım tarihi bilenmemekle birlikte, XVI. yüzyıl başlarında yaptırıldığı, XIX. yüzyılda onarıldığı tahmin edilmektedir. Faikpaşa Mahaliesi’nin güneyinde ve Temaşalık mevkiindedir. Halen tavanı ve minberi ahşaptır. Duvarları taş ve moloz harç karışımıdır. Minaresi 1954 yılında tuğla olarak yaptırılmışıtr.

Bu yapılardan başka Salepçioğlu, XX. yüzyıl başlarında inşa edilmiş, Servili Mescit, Soğukkuyu Camii, Şadırvan Camii, Şeyh Camii, Yapıcıoğlu Camii, Yeni Cami, Yukarı Kal’a Camii anılmaya değer yapılardır.

Yukarıda adları belirtilen camilerden başka, 1883 yılında Kasap Hızır Mahallesi’nde Bölükbaşı Camii’ne yeni bir minare yaptırıldığı, Karantina adlı mahalde inşa edilen camie Padişah’ın adına izafeten “Hamidiye” adının verildiği (1892), Bedesten Hacı Hüseyin Camii’nin onarımı, Köprülüzâde Ahmed Paşa Camii’nin 1848, 1866, 1883 yıllarında Mütfizâde Camii’nin minaresirin 1871 yılında onarıldıklarını Hazine-i Evrak’ta mevcut belgelerden öğrenmekteyiz.

İzmir’deki mevcut medreseleri ise şöyle sıralayabiliriz:

Abdülfettah Medresesi, Basmane semti civarında Türkistanlı Hacı Abdülfettah Efendi tarafından cami ile birlikte yaptırılmıştır. XIX. yüzyıl başlarında yaptırıldığı tahmin edilen medrese 1843 yılında onarım gördü.

Ahmed Reşid Efendi Medresesi (Kâtipoğlu), Baş durak’tan iki çeşmelik Caddesi’ne doğru çıkan Kestelli Yokuşu üzerindedir. Müderris Hacı Osman Efendi’nin babası Hacı Ahmed Reşid b. Mehmed Efendi tarafından 3 Nisan 1797 tarihli bir belgeden XVIII. yüzyıl başlarında yaptırıldığını öğrenmekteyiz. Medresenin bugün yalnızca ön cephesi kalmıştır ve bu kısmı iki katlıdır. Alt katında Kestelli Caddesi’ne açılan 5 dükkân vardı. Üst katında ise 6 oda mevcuttur. Üst katın hol kısmında bir kitabe daha vardır.

Şehirde varlıkları eskiden bilinen diğer medreseler şunlardır:

Ahmed Said Efendi Medresesi, Alemdar Medresesi, Ayşe Hanım Medresesi, Bedelzâde Medresesi, Berberzâde Medresesi, Bölükbaşı Medresesi, Dârülkura Medresesi, Faik Paşa Medresesi, Fatma Hatun Medresesi, Fazıl Ahmed Paşa Medresesi, Hacı Ali Paşa Medresesi, Hacı Hüseyin Ağa Medresesi, Hacı Yusuf Camii Medresesi, Hatuniye Medresesi, İsmail Efendi Medresesi, Kaptan paşa Medresesi, Karabağ Medresesi, Kurşunlu Medrese, Küçük Hacı Mehmed Medresesi, Mahkeme Medresesi, Mahmud Efendi Medresesi, Mûsâ Bâlî yakası Medresesi, Müftü Camii Medresesi, Papuçcuzâde Medresesi, Saçmacı zade Seyyid Hacı Ahmed Ağa Medresesi, Yalı Medresesi.

Ayrıca Sultan Selim’in İzmir‘de Namazgah denilen yerde bir medresesinin bulunduğu ve 1899 ile 1902 yıllarında onarıldığı belgelerle sabittir.

İzmir kenti çok eski devirlerden beri bir ticaret merkezi ve limanıydı. Avrupa ve Akdeniz ülkelerinden gemilerle getirilen mallar, bu kentten kervanlarla Anadolu’ya ve Orta doğu’nun öteki ülkelerine sevkediliyorlardı. Buna karşılık doğunun birçok malları ve özellikle ipekleri de buradan batıya yollanıyordu. İzmir‘de daha çok ipek üzerine ticaret yapılmaktaydı. Dolayısıyla şehirde gerek ticaret amacıyla, gerekse kervanların konaklaması için birçok hanlar yapılmıştır.

Bunlardan günümüze kadar kalabilmiş önemli hanlar şunlardır:

Abacıoğlu Hanı, Başdurak Camii’nden Arasta’ya giden caddenin sağ yanında ve Balcılar içi denilen yerdedir. Hanın giriş kapısı ağzı kısmen değiştirilmiş ve yapılan bazı eklemelerle bugün bir manifaturacı mağazası haline getirilmiştir. Hanın iç kısmı, uzunluğuna ve üstü açık bir avlu etrafına sıralanmış iki katlı, kârgir mağazalardan oluşmaktadır.

Çakaloğlu Hanı, İzmir, Halimağa Çarşısı civarındadır. İki kapılıdır ve kapılarında Halim ağa Çarşısı tarafından bulunanın üstünde bir oda vardır. Esas han tek kat üstüne, karşılıklı inşa edilen 18 mağazadan oluşur. Duvarların bazı yerlerinde sıva altında kalem işleri görülür. Deniz tarafına açılan kapının sol yanında oldukça güzel bir sebil, sağ tarafında da bir çeşme vardır. Gebil 1805 tarihinde Gaffarzâde Hacı Ahmed Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Kızlar ağası Hanı, Halimağa Çarşısı’ndan Hisar önü’ne giden yol üstünde bulunur. Hanın arka duvarı Hisar Camii avlusuyla sınır oluşturur. Bir yanından da Bakır Bedesteni’yle birleşmektedir. Hanın üstündeki yazıta göre 1744 yılında l.Mahmud‘un kızlar ağası Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Han içinde depolar hariç, 258 işyeri vardır, iki katlı ve dört kapılıdır. Ortasında bir avlusu, bunun da ortasında, ahşap bir mescit mahalli vardır. Taştan inşa edilmiş sağlam bir yapıdır.

Mirkelamoğlu Hanı, Kasap Hızır Mahallesi’nde ve Yol Bedesteni civarında bulunan Büyük Vezir Hanı‘nın karşısındadır. iki katlı, üstü üç kemerle örtülü büyük bir kapıdan içeri girilince, ortada dikdörtgen biçimde bir avlu vardır. Revakları tutan sütunlar yuvarlak taştan yapılmıştır. Hanın üst katında 20 oda, alt katında da 11 mağaza vardır. Dış kısmında da birçok dükkân bulunmaktadır.

Saat Kulesi, Hükümet Konağfile Konak iskelesi Rıhtımı arasındaki meydanın orta yerinde bulunur. Devrin Padişahı II. Abdülhamid‘in tahta çıkışının 25. yıl dönümünü kutlamak amacıyla Küçük Said Paşa tarafından 1901 yılında yaptırılmıştır. 25 metre yüksekliğinde olan yapının alt bölümünde dört çeşme yer alır. ikinci katı mermer sütunlarla süslüdür. Üst bölümü dört köşedir. Her yanda birer saat bulunur. Tepedeki dar kulenin içinde bir çan vardır. Millî Mücadele tarihinde yapının önemli bir yeri vardır. Zira 15 Mayıs 1919 günü İzmir işgal edilirken, düşmana ilk kurşun, bu kulenin önünden gazeteci Hasan Tahsin ve arkadaşları tarafından sıkılmıştır.

Şehirde sürekli su sıkıntısı çekilmiş, şehre su getirilmesi için birçok girişimlerde bulunulmuştur. 1894 yılında şehre su getirilmesi için şirket kurulmasına karar verilerek bu şirketi kurma ayrıcalığı İbrahim Bey‘e verilmiştir.

İzmir’te tarihî değerleri bulunan çeşme, sebil ve şadırvanlar şunlardır:

Fatma Hanım Çeşmesi, Gaffarzâde Çeşmesi, Hacı Bey Çeşmesi, iki Çeşme (1720 yılında onarılmıştır), KızlarağasıÇeşmesi (1675), Mısırlızâde Hacı Mustafa Efendi Çeşmesi (1808), Odun Kapuluzâde el-Hac Mehmed Ağa b. El-Hac Ahmed Ağa Çeşmesi (1753), Sahlebcioğlu Çeşmesi ve Yapıcıoğlu Çeşmesi; Çankırılı oğlu Sebili (1827), Çelebizâde Hacı Mustafa Efendi Sebili (1836), Döner Taş Sebili (1814), Fatma Hanım Sebili (1836), Gaffarzâde Sebili (1805), Genç Osman Ağa Sebili, Hacı Ahmed Ağa Sebili, Hacı Ahmed Said Efendi Sebili (1721-1722), Hacı Hüseyin Ağa Sebilhanesi, Hacı Mehmed Ağa Sebilhanesi (1802), Hacı Velî Sebili (Mum-Yakmaz: 1730), Hadice Hâtûn Sebili (1806), Hafız Hacı ismail Sarım Efendi Sebili (1774), iki Çeşmelik Camii Sebili, Kâtipoğlu Ahmed Reşid Efendi Sebili (1778), Kâtipzâde Hacı Osman Efendi Sebili (1797), Kemeraltı Sebili (1770), Kudsiye Hanım Sebili (1784), Mukaddese Hâtûn Sebili (1727), Suyolcu Hacı Hüseyin Ağa Sebili (1770), Ali Paşa Meydanı Şadırvanı(1894 yılında onarım görmüştür), Hisar Camii Şadırvanları(1876, 1883), Kestane Pazarı Şadırvanı(1894), Şadırvan Altı Camii Şadırvanı, Soguoğlu Çeşmesi (1857),

İZMİR KİLİSE

İZMİR KİLİSE

Şehir nüfusunda Hıristiyanların fazla bulunması dolayısıyla, bunların eğitim, öğretim ve dinî ibadetleri için birçok kilisenin yapımına veya onarımına Osmanlı Devleti’nce izin verilmiştir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren onarılan veya inşa edilen kiliseler şunlardır:

Karataş Mahallesi’ndeki Aya Paraskevi Rum kilisesi (1895), Katolik kilisesi (1905), Karşıyaka’da Zoodohos Piği adlı Rum kilisesi (1903), Matemorfosis Rum kilisesi (1903), Ayayani Mahallesi’ndeki Rum kilisesi içindeki Rum mektebi (1903- onarımı), Karataş arazisinde Kirişnane mevkiine bir Ermeni kilisesi (1866), Meşatlık Mahallesi’ne Mikail Arhangelso Rum kilisesi (1870), Koca-i Atik kazası Kilise köyüne Aya Konstantin Rum kilisesi (1870), Cuma ovası kazası Şeydi köyüne Rum kilisesi (1873), Santa Maria adlı yanan İtalyan kilisesinin yerine yenisi (1889), Karataş’a Rum kilisesi (1892), Göz tepe’ye Aya Pandeleimon Rum kilisesi (:892), Göztepe’ye Katolik kilisesi (1894), Kapuçin rahipleri için bir kilise (1903), Teşvikiye Mahallesi’nde Beden Bağları denen yerlere Roş Hahor adıyla bir mabet (1903), Bayraklı’da Kapuçin rahipleri için bir kilise ve ikametgâh (1903), Debbağhane Mahallesi’ne Evangelistre Rum kilisesi (7904), Bozcayaka civarına bir Rum kilisesi (1908) yaptırılmıştır.

Yine XIX. yüzyılda İzmir’de görülen yapım onarım faaliyetleri şöyledir:

Asakir-i Mansure için bir kışla ve hastahane yapımına karar verilmiş (1829) ve 1844 yılında inşaatı tamamlanmış, 1848 yılında yerleşilmeye başlanılmış, aynı yıl onarılmış, bu kışlanın 1356,1858 ve 1869 yılında yeniden onarımları yapılmış. 1844 yılında İzmir Limanı’na gelen vapurlar hakkında karantina binası yapımına başlanılmış, bir tahaffuzhane (Karantina) inşa edilmiş, Bayındırlızâde Hasib Efendi tarafından bir hastahane yaptırılmış. (1829), 1895 yılında Ayayani Mahallesi’nde İzmir Bahçeleri Sokağı’nda ve Tuzla Burnu mevkinde bir hastahane daha yaptırılmış, evvelce yaptırılan Hükümet Konağı 1847 yılında onarılmış, ancak daha sonra, harap olduğundan 1865 yılında yeni bir Hükümet Konağı inşa edilmiş, liman kıyılarına rıhtım inşasına başlanılmış(Kasım 1867), Kemer, iki çeşmelik ve Tuzla Burnu‘na üç karakol binası inşa edilmiştir.

İzmir

İzmir

İzmir Alsancak

İzmir Alsancak

İzmir Kordon Boyu

İzmir Kordon Boyu

izmir saat kulesi

izmir saat kulesi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git