Kale-i Sultaniye

KALE-İ SULTANİYE(Eski adtan: Aleksandreia Troas,Antigoneia Troas, Colonia, Augusta Troadensium.Bugün: Çanakkale).

Çanakkale Boğazı kıyılarında kurulmuş yerleşim yerlerinin geçmişi, çok eski zamanlara dayanmaktadır.

Troya (İlion) menkıbelerinde efsanenin payı ne olursa olsun Ege kıyılarında tarihin kapısını açan bu olayın az çok bir gerçeğe dayandığı inkâre edilemez. Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda şehrin tarihi M.Ö. XX. yüzyıla tarihlenebilir. “Troya” adı ile tanınan şehir, M.Ö. XIII. yüzyıl başlarına doğru Akalılar tarafından zaptedilmiş, Klasik Eski Çağ’ın ilk devrinde boğazın Asya kıyılarının Troas hükümdarlarına ait bulunduğu ve Trakların erkenden bu kıyılara yerleşmiş oldukları söylenir. Ege Denizi kıyılarında yaşayan kavimlerin denizciliğe başlamaları sonucunda, boğaza gelen Yunan gemiciler, buranın halkı ile ticaret ilişkilerine girişmişler ve çoğunlukla yerli hükümdarlarının izni ile koloniler kurmuşlardır. M.Ö. VI. yüzyıl ortalarında Lidia Hükümdarı Kroisos’un yenilgisi üzerine, bütün bu yöre İran egemenliğine geçti. M.Ö. V. yüzyılın başında, boğaz kıyılarında Med savaşlarında önemli olaylar burada cereyan etti. Mykale Deniz Muharebesi’nden (M.Ö. 479) sonra, boğaz kıyıları, Atina egemenliğine girdi. Daha sonra Pelopones savaşları sırasında, Atina ile İsparta rekabetine sahne oldu. İskender’in istilâsından sonra boğaz kıyıları, İskender’in halefleri arasında elden ele geçti. M.S. 191 yılında Romalılar şehirde kesin egemenlik kurdular. Roma İmparatorluğü’nun parçalanmasından sonra Bizans İmparatorluğü’nun egemenliğine geçen şehir, 668 ve 672 yılları ile 717 yılları arasında Arap akınlarına uğradı ve Arap denizcileri boğazı bütün engellere rağmen geçmeyi başardılar, islam gemilerinin boğaza girmesini önlemek üzere, buraya sağlam bir zincir gerildiği söylenir. Haçlı seferleri devrinde, Venedik, Cenova ve Piza gibi deniz ticareti ile yaşayan İtalyan devletleri, Kale-i Sultaniye’den yararlanmak için, birbirleri ile rekabete giriştiler ve 1194 yılında bir Piza filosu, Aydos’a gelerek Bizans topraklarını yağmalamışım 1204’te Bizans imparatorluğu, Haçlılar arasında bölüşülünce, Çanakkale Boğazı’nın iki kıyısı Baudouin’in payına düştü, Gelibolu ise Venedikiiler’e bıraklıdı.

Kale-i Sultaniye‘nin Türkler tarafından esaslı bir şekilde kuşatılması Aydın oğlu Umur Bey ile başlar (1332). Umur Bey, Saruhanlıoğlu ile birlikte,: Gelibolu’yu kuşattığı gibi, 1341’de yine Umur Bey 250 tekneden oluşan bir donanma ile gelerek kasabayı bir kez daha kuşatmış, ertesi yıl Karasioğlu Yahşi Bey’in Kale-i Sultaniye Yarımadası’na saldırıda bulunduğu ve İmparator Kantakuzenos tarafından sevkedilen fırkaya yenilmesi üzerine, barış yaptığı görülmektedir.

Osmanlılar’ın daha Orhan zamanından itibaren, akıncılık veya Bizans’a yardım amacı ile, Çanakkale Boğazı’ndan Rumeli’ye geçtikleri ve boğazın Rumeli kıyılarını benimsedikleri görülmektedir. Osmanlılar, fetihler maksadı ile, karşı yakaya 1356 yılında geçtiler. Karası Beyliği, Osmanlı Devleti’ne katıldığı için, boğazın Anadolu kıyılarına hâkim olan Osmanlılar, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa yönetiminde, Çardak’tan karşı kıyıda bulunan Çempe veya Çimbi’ye (Gelibolu’nun 20 km. aşağısında, Çimenlik  Hisar) geçerek, kaleyi kolaylıkla ele geçirdiler ve buraya muhafız bir kuvvet yerleştirdiler. Süleyman Paşa’nın fetihleri genişletmek için, yeni hazırlıklarda bulunduğunu gören imparator Kantakuzenos, Çempe’nin para vererek geri alınmasını teklif ile görüşmelere giriştiği bir sırada, Osmanlılar bir deprem sonucunda surlarının yıkılmasından yararlanarak Gelibolu’yu zaptetti. Boğazın bu en önemli mevkiini zapteden Halil Ece Bey ile Gazi Fazıl Bey, bu sevinçli haberi Biga’da bulunan Süleyman Paşa’ya getirdikleri zaman, Çempe Kalesi’nin geri verilmesi artık söz konusu olmadı ve Süleyman Paşa, beraberinde birçok Türk göçmeni olduğu halde, Avrupa toprağına çıktı.

Çanakkale Boğazı kıyılarının Türk egemenliği altına girmesi, Osmanlı tarihinin kuruluşuna ait olaylar arasında, sonucu itibariyle, en önemlilerinden birini oluşturur. Bu suretle bütün Rumeli, Türk fethine açılmakla kalmamış, Akdeniz dünyası ile Doğu Roma’nın başşehri arasındaki tek yetişme yolu daTürkler’in kontrolüne geçmiş bulunuyordu. Osmanlı hükümdarları boğaza sahip olduktan sonra buradaki kalelerin önemini anladılar. Yıldırım Bayezid, Çanakkale Boğazı’nın önemini anlayarak, burada 1390 yılında Boğaz Muhafızlığı’nı kurdu ve Saruca Paşa’yi bu mevkie getirdi. Muhafızlığı’ merkezi Gelibolu’nun bir tepe üz inde olan iç kalesini takviye ettirip iş kaleyi yıktırmıştır.

Osmanlı Devleti’nin deniz üssü haline gelen Gelibolu, bir savaş limanı oldu ve burada savaş gemileri inşa eden bir tersane meydana getirildi. Kale-i Sultaniye’nin tahkiminde büyük bir çaba gösteren ve topçulukta ihtisas sahibi olan Saruca Paşa, oluşturduğu donanma ile, artık boğazlarda Osmanlı egemenliğini kuvvetle kurdu. Boğaz’dan geçen gemiler Gelibolu önünde durdurulup, muayene ediliyor ve emri dinlemeyenler cezalandırılıyordu. Yıldırım’dan sonraki hükümetin zayıflığı devrinde Gelibolu önemini korudu ve Aragon Kralı tarafından Timur’a gönderilen elçi Clavijo, Kale-i Sultani-ye’deri geçerken, Gelibolu Kalesi’nin askerle dolu olduğunu ve limanda harekete hazır gemiler bulunduğunu görmüştür. Ankara yenilgisinden sonra, kısa bir süre için Bizans’a karşı hareketsiz kalan ve hatta 1403’te imzalanan bir anlaşmaya göre, kendi gemilerinin, imparator tarafından izin verilmedikçe, boğazdan geçemeyeceğini kabul eden Türkler, az sonra, boğazdaki deniz taşımacılığını fiilen ellerine aldılar. Nitekim Süleyman Çelebi, Gelibolu’nun karşısındaki Lapseki’de hizmetine giren Negro ailesinden bir Cenevizli vasıtasıyla, babasının Gelibolu’da yaptırdığı kulenin aynını yaptırmıştır. Çelebi Sultan Mehmed, saltanatı ele geçirdikten sonra, donanmaya önem verdiği gibi, Gelibolu Kalesi’ni do sağlamlaştırmış ve Boğaz Muhafızlığı’nı kurmuştur. Bu hükümdar zamanında, Gelibolu önüne kadar ilerleyen Venedik donanması ile Türk Amirali Çalı Bey komutasındaki Osmanlı gemileri arasında şiddetli bir deniz savaşı cereyan etmiştir (29 Mayıs 1416). Osmanlı kuvvetleri, savaşın ilk safhasını kazanmış oldukları halde, gemilerin Gelibolu  Çardak kalelerini koruma ateşinden uzaklaşmaları üzerine, Venedik donanmasına yenilmişlerdi. Bu başarısızlıktan cesaretlenen Venedik donanması birkaç gün sonra, tekrar Kale-i Sultaniye’ye girmişse de, Gelibolu’ya saldırıya cesaret edememiş ve yalnız Süleyman’ın Lapseki’de yaptırdığı kaleleri topa tutmakla yetinmiştir.

KİLİTBAHİR KALESİ

KİLİTBAHİR KALESİ

Fatih Sultan Mehmed‘in İstanbul’un fethinden önce, donanmaya büyük bir önem verdiği bilinmektedir.

Fatih devrinde Gelibolu Muhafızı aynı zamanda donanma kumandanı görevini de yürütmekteydi. Daha sonra Fatih, sağlamlaştırmaya büyük bir önem vererek, boğazın en dar yerine, Kümeli sahilinde Sestos civarında, Anadolu kıyısında, Abidos civanda karşılıklı 2 kale inşa ettirdi ve kalelerden Rumeli kıyısındaki Kilitbahir ve Anadolu kıyısında bulunan ve iki kalenin en kuvvetlisi olanına Çanak Kal’ası veya “Sultaniye” adı verildi. Zamanına göre çok özenle inşa edilen iki kale, topları sayesinde, boğazı düşman kuvvetlerine tamamen kapatabiliyordu. Nitekim 1464’te, Venedikliler tarafından yapılan bir zorlamanın sonuçsuz kalması, bunu kanıtlar. Fatih’in yaptırdığı kale, 30 büyük ve daha birçok küçük toplarla donatılmış olup, boğaza giren her gemi bunun önünde demir atarak, izin almaya ve geçiş vergisi vermeye mecbur tutuluyordu.

Kanunî Sultan Süleyman devrinde yapılan teşkilata göre, Çanakkale Boğazı mıntıkasında, merkezi Gelibolu olmak üzere, Eğriboz, inebahtı, Midilli, Kocaeli, Karlıeli, Rodos ve Mezistra meydana gelen bir “Kaptan Paşa eyaleti” meydana getirildi ve bu eyalet askerî donanmaya tahsis olundu. Bu teşkilât, I. Abdülhamid devrine kadar sürdü. Osmanlı İmparatorluğumun en kuvvetli devri olan XVI. yüzyıl ortalarından itibaren boğazdan geçen gezgincilerin anlatımı, boğaz kalelerinin kudretini belirtmek konusunda oldukça azdır.

Çanakkale Boğazı, 1645’te başlayan Girit seferi dolayısıyla, Venedik donanmasının saldırısına uğradı. Hanya’nın Osmanlılar tarafından zaptını izleyen, Tomasso Morosini kumandasında, 20 kalyondan oluşan bir Venedik donanması, Çanakkale Boğazı’nı ve bu boğazın karşısında bulunan Bozcaada’yı abluka etti. Bu harekete karşılık vermekte gecikmeyen Osmanlı Devleti, Bozacaada’ya imdat kuvveti gönderdi. Musa Paşa kumandasında bir donanma da Çanakkale‘den çıktı ve Saroz Körfezi’nde bulunan Morosini filosuna saldırarak onu uzaklaştırmaya mecbur etti. Ancak Musa Paşa’nın Eğriboz civarında Venedikliler ile bir deniz savaşı sırasında şehit düşmesi üzerine Çanakkale Boğazı, Venedikliler tarafından tekrar kuşatıldı(1647). Bu kuşatma ertesi yıl da sürdü. Osmanlı donanması, Çanakkale’den dışarıçıkamıyor ve Girit’e destek gönderilemiyordu. Ancak ara sıra Türk gemilerinin dışarı çıkarak Girit’e kuvvet gönderdikleri de oluyordu. Bu hareketlerden birinde Ahmed Paşa, Boğaz Muhafızı Derviş Paşa’nın yardımı ile, boğaz önünde Venedik Amirali Giacomo Riva’yı yenerek, Sakız’a gitmişse de, daha sonra Riva tekrar yenerek, Türk donanmasını Foça’da bozmuştur. Bu hareketlerin en önemlisi Kaptan-ı Derya Kara Murad Paşa’nın 1654 yılında yaptığı girişimdir. Bu kişi, Batı ocaklarının da yardımını sağlayarak, meydana getirdiği kuvvetli bir donanma ile, 13 Mayıs’ta Kilitbahir ve Çanak-Kal’asıönünde Venedik donanması ile büyük bir savaşa tutuştu. Düşman Amirali Giuseppe Delfino kumandasındaki düşman kuvvetlerini ağır bir yenilgiye uğratarak boğazı bir süre için ablukadan kurtardı. Bir yıl sonra Soğanlıdere yöresinde yapılan savaş sonuçsuz kaldı. 1656’da ise, Kaptan-ı Derya Sarı Kenan Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması, Lorenzo Marcello kumandasındaki Venedik do-nanmasına Karanlıkliman civarında meydana gelen karşılaşmada yenildi. Bu savaşta Bozcaada ile Limni düşman eline geçti ve Çanakkale Bozağı daha sıkı bir abluka altına alındı. Bu olayın hemen ardından Köprülü Mehmed Paşa’nın donanma ile boğazdan çıkarak, Sakız’a gittiği görülmektedir. Osmanlı donanmasının faaliyete başladığını gören Venedik Amirali Lazza-ro Macenigo, Sakız önünde Cezayir filosunu yendikten sonra, boğaza koştu. Diğer taraftan Köprülü Mehmed Paşa, boğaza irili ufaklı 100’den fazla gemiden oluşan bir donanma gönderdiği gibi, kendisi de karayolu ile Gelibolu’ya ve oradan Çanak-Kal’ası’na geçti. Rumeli yakasında Soğanlı dere ile Anadolu yakasında Küçük Kepez kıyılarına top koydurdu ve kazdırdığı siperlere asker yerleştirdi. Bu sırada Venedik, Papalık ve Malta gemilerinden oluşan bir düşman donanması, Büyük-Kepez ile Kafir bucağı koyu arasında bulunmaktaydı. 17 Temmuz 1657‘de başlayan deniz savaşı 3 gün sürdü, ilk günkü çarpışmada Osmanlı askeri dağıldığı gibi, yeniçeriler de savaş alanından kaçtılar. Köprülü Mehmed Paşa’nın kaçan askeri şiddetle cezalandırıp, sıkıönlemler alması, savaşın daha fena bir şekle girmesini engelledi. Savaş akşam üzeri son buldu ise de, geceleyin ufak çarpışmalar sürdü. Savaşın en kesin günü 19 Temmuz’da Venediklilerin Büyük-Kepez’e yeni saldırıları başarı ile sürerken, Kumburnu’ndaki metriste bulunan Topçu Kara Mehmed Ağa’nın attığı bir gülle, düşman Amirali L Mocenigo’nun gemisine isabet etti ve içindekilerle birlikte geminin havaya uçmasına sebep oldu. Bu olay Venediklilerin yengilisini doğurdu ve birkaç gün daha boğaz girişinde kalan ve ufak-tefek hareketlerde bulunan Venedikliler, Bozcaada’ya çekilmek zorunda kaldılar. Bu başarının arkasından Köprülü Mehmed Paşa, Bozcaada ve Limni’yi geri almak istediyse de, boğazı ablukadan kurtaramadı. Bu savaşlar sırasında, boğazdaki kalelerin yetersizliği görüldüğünden Köprülü Mehmed Paşa, gerek IV. Menmed‘i ve gerek Valide Sultan’ı yatıştırarak, vaktiyle Kara Murad Paşa’nın düşünüp de uygulayamadığı projeye göre, Çanakkale Boğazı’nı kuvvetlendirmeye başladı. Mimar Mustafa Ağa ve Frenk Ahmed Paşa yönetiminde faaliyete geçilerek, Anadolu kıyısında Seddülbahir masrafını Valide Sultan sağladığı için “Kale-i Sultaniye” adı verilen bir kale ile, Rumeli kıyısında, bizzat padişahın verdiği için “Kale-i Hikiniye” veya “Kum Kalesi” denilen iki kale inşa edildi (1659). Batı yazarlarının “Yeni Şatolar” dedikleri bu kaleler, Fatih’in inşa ettirdiği diğer iki kale ile muntazam bir kare oluşturmaktaydı. Kalelerin tamamlanmasından sonra, IV. Mehmed, 1659 yılı Eylül’ünde yeni kaleleri ziyaret ettiği zaman, kaleleri toplarla donatarak, Seddülbahir’de yeni bir timar meydana getirdi, Kumkale‘de de yeniden bir timar kurdu.

1768‘de başlayan Osmanlı  Rusya Savaşı sırasında, Osmanlı donanmasının Çeşme Limanı’nda, Rus donanması tarafından yakılmasından sonra, İngiliz Amirali Elphinstone’un tavsiyesi üzerine Rus Kumandanı Orlov, zorlamak niyeti ile Çanakkale Boğazı önüne gelmiş(24 Temmuz 1770), buna karşı Osmanlı Hükümeti Baron de Toit ile Canım Hoca Mehmed Paşa’nın oğlu Mustafa Bey’i istihkamların sağlamlaştırılmasıyla görevlendirdi ve elde kalan birkaç gemiyi de Nara Körfezi’ne gönderdi.

Baron de Tott, Kumkale’den Nara’ya kadar uzanan kıyıyı tabyalar ite kuşattı. Seddülbahir ve Kumkale’deki toplarıçoğaltarak, buralarda yeni tabyalar da meydana getirdi. Bu sırada Rus donanması boğazı zorladı, fakat Seddülbahir’in karşılık vermesi karşısında başarıya ulaşmadı. Bu olayda Baron de Tott’un kısa bir süre içerisinde Moldovancı Âli Paşa ile çeşitli yerlerde ve özeiîike, Çanakkale ve Kumkale arasında boğazı etkili bir şekilde ateş altında tutacak olan Kepez Burnu’ndaki Beyaztaş Limanı’nda inşa ettiği tabya önemli bir rol oynamıştı. Bütün bu sağlamlaştırmadan cesaretleri kırılan Ruslar, 12 Temmuz’da yaptıkları sonuçsuz bir girişimden sonra, boğaz önünden çekilip. Limni’ye gitîiierse de, boğaz seraskerliği görevini üzerine alan Cezayirli Hasan Paşa’nın saldırısı üzerine burada da tutunamadılar. Zamanla Baron de Tott’un yaptırdığı tahkimat yıkılmış ve nihayet 1805-1807 yılları arasında Osmanlı hizmetinde bulunan istihkâm zabiti M. Juchereau de Saint Denys, III. Selim in talebi üzerine, boğaz kalelerinin kıymeti hakkında bir rapor kaleme almıştır. Bu raporda, kalelerin boğazı savunmaya yeterli olmadığı ve boğazın kuvvetli bir don jnma tarafından geçilebileceği ileri sürülmekte ve Nara Burnu’nun tahkimi tavsiye edilmekteydi. Nitekim 19 Şubat 1807′de Amiral Sir John Duckwort kumandasındaki ingiliz donanmasının, Bâb-ı Âli‘ye baskı kurmak üzere kuvvetli bir lodostan yararlanarak boğazdan zorla geçmesi, bu konuda J.de St.Denys’inhakiıolduğunu göstermiştir. İngiliz donanması, hükümetin aldığı karşı önlemler karşısında, İstanbul’dan çekildikten sonra, Çanakkale önünden geçerken, oldukça hasara uğramıştı. Ertesi yıl Seyyid Ali Paşa‘nın kumandasındaki donanma, boğazdan çıkıp Bozcaada’daki Rus gemilerine saldırarak, onları geri çekilmeye mecbur etti. Bu saldırıdan sonra III. Selim, boğazın tahkim işini yeniden ele aldı ve bu amaçla Galata Muhafızı Çelebi Mustafa Ağa’ya vezirlik payesi vererek, Akdeniz Boğazı Seraskerliğine ve Çelebi Ömer Paşa’yı da Limni Muhafızlığı’na atayarak, bunları, boğazın her iki kıyısında yeni kaieler inşasıyla görevlendirdi. Nara Burnu’nda tabyalar yapıldı, körfezde bulunan birkaç kale de onarıldı.

Müteakip yıllarda boğaz tahkimatı, yeni tabyalar inşası suretiyle takviye edilmek istenildi ve bu suretle Anadolu yakasında Mecidiye, Hamidiye ve Mesudiye, karşı tarafta da Namazgah, Hamidiye, Mecidiye, Yıldız, girişte ise Ertuğrul ve Orhaniye gibi adlar taşıyan tabyalar meydana getirildi. Ancak, bu tahkimat, yeni savaş tekniğinin hızlı ilerlemelerine ayak uyduramadı. 1911/ 1912 Trablus Savaşı sırasında Çanakkale Boğazı’nda, İtalyan donanmasının saldırısına karşı bazı mevzii tahkimat yapılmış ve özellikle boğazın girişi mayınlandığı gibi, Soğanlı dere Ağzı’na 7.5 santimlik toplar tabya edilmiş, boğazın girişindeki Orhaniye ve Ertuğrul tabyaları takviye edilmiş, aynı zamanda Seddülbahir ve Karanfil Burnu, Baykuş Tepe gibi, boğaza hâkim mevkilere projektörler konmuştu. 18 Nisan’da Amiral Presbitero kumandasındaki italyan filosunun bazı boğaz istihkâmlarını bombardıman etmesi bir sonuç vermediği gibi, 5Temmuz’dâ yaptıkları, bir gece baskını da sonuçsuz kalmıştır.

1914-1918 yılları arasında Birinci Dünya Savaşı‘nda Çanakkale Boğazı dünyanın en kanlı savaşlarına sahne olmuştur, itilaf Devletleri Çanakkale’ye önce nispeten küçük kuvvetler göndermişler, sonra bunların miktarını hemen hemen 500 bine kadar artırmışlardır (400 bin İngiliz, 79 bin Fransız). Çanakkale savaşlarında İngilizler’in kaybı 205 bin (115 bin ölü, yaralı, esirye kayıp, 90 bin melekete gönderilen hasta), Fransızlar’ınki ise 47 bindir. Türklerin bu savaşta şehit, yaralı ve hasta olmak üzere kaybı 252 bin 300’e erişmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Mutasarrıflık olan Çanakkale‘de bir posta ve telgraf merkezi dışında, Avusturya  Macaristan, Rusya ve Fransa tarafından işletilen 3 yabancı telgraf idaresi vardı. Mutasarrıflığın toplam nüfusu 129 bin 438 idi. Şehirde 1835’te meydana gelen salgın hastalık ve 1856 yılındaki deprem ile 1860 yılında çıkan yangın sonucu, birçok insan ölmüş, birçok yapı ve kaleler hasara uğramıştır. 1835’teki salgın hastalık dolayısıyla Çanakkale Boğazı’na bir hastahane inşa edilmiştir.

Kale-i Sultaniye’de 1842 yılında Türk öğrencilerinin devam ettiği 31 okul vardı. Ayrıca erkekler için, 1870 yılında ise kız çocuklar için birer Rum okulu açılmıştı. Gregoryen Ermeniler’in 2, Protestan Ermenilerin de bir okulu vardı. 1878 yılında Evrensel Musevî Birliği 1 okul, 1888 yılında da 85 öğrencili 1 bir kız okulu açmıştı.

İlde Osmanlar yakınlarında altın madeni çıkarılmaktaydı. Lapseki yakınlarındaki Kori ve Derindere‘de çinko ve bakır yatakları vardı. Astira adı verilen altın madeni, bir İngiliz şirketi tarafından işletilmekteydi.

Şehirdeki el sanatları daha çok Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler tarafından uygulanıyordu. Nalbantlık, göçebe yaşayan çingenelerin mesleği idi. XIX. yüzyılda Kale-i Sultaniye’de 3 silah yapımcısı, 4 tekne yapımcısı, 3 mutfak eşyaları yapımcısı, 5 şekerci, 43 ayakkabı tamircisi, 5 kalaycı, 9 tenekeci, 18 demirci, 7 nalbant, 11 marangoz, 11 terzi olmak üzere el sanatları ile uğraşan 126 dükkân vardı.

İlde yaşayan Türkmenler, Türkistan ve Orta Asya Türk giyinişini olduğu gibi burada sürdürmüşlerdir. Kadınlarda “Paçalık” denilen kırmızı renk yırtmaçlı şalvar, uçları püskül veya ponpon geçirilmiş üçgen biçiminde yün bir kuşakla bele bağlanır, ön tarafta değişik Türk motifleri ile süslenmiş yünlü “Tutak” denilen bir önlük takılır, üzerine pamuktan, beyaz bir gömlek, bunun üzerine yünden sıkı bir cepken giyilirdi. Başa altın, inci, elmas, iğnelerle süslü “Hotoz” denilen bir başlık, boyuna ise beşibiryerde ve “Kıskı” denilen, üst üste kiremit şeklinde dizilmiş ince süs altınlarından oluşan bir tür kolye takılırdı.

Erkekler “Potur” denilen kısa, yün bir don giyerlerdi. Ayaklarında yün örgüden yapılmış“Dolar” veya “Tozluk” vardı.

Yörükler, kadınlarda beyaz tutakla tutturulmuş, koyu renk şalvar, üzerlerine yere kadar uzun ve “Yeldirme” denilen uçlarını bellerine kadar sıkıştırdıkları bir giysi, başlarına örtü takarlar, erkeklerde, koyu renkli kısa bir potur, belde kuşak, üzerlerinde gömlek, başlarında çevre veya mendi! sarılırdı.

Şehir, kaleleri, camiler ve diğer mimari yapılarla, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün mimarî özelliklerini içeren eserlere sahiptir.

Eski Assos şehri harabelerinde kurulan Behramkale Köyü Hüdavendigâr Camii, I. Murad Hüdavendigâr tarafından yaptırılmıştır. Dört duvar ile sağır, sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş ve tek kubbelidir.

Bolayır Gazi Süleyman Paşa Camii, Süleyman Paşa tarafından yaptırılmıştır. Boyutları 9.05 x 10.70 metredir.

Şehir ve çevresindeki köylerde diğer Osmanlı dönemi yapıları şunlardır:

Kemalli Köyü Asılhan Bey Camii (Murad-ı Hüdavendigâr zamanında yapılmıştır), Köprülü Mehmed Paşa Camii, Umurbey Hüdavendigar Camii ve Tuzla Hüdavendigar Camii.

Diğer yapılar şunlardır:

Gelibolu Mevlevihanesi, Tuzla Hüdavendigar Medresesi, Bolayır Süleyman Paşa Türbesi, Ezine  Ahi Yunus Zaviye ve Türbesi, Gelibol  Bayraklı Baba Türbesi, Gelibolu Hallacı Mansur Türbesi, Kaptan-ı Derya Sinan Paşa Türbesi, Sarıca Paşa Türbesi, Şerbetçi Baba Türbesi.

Köprülü Mehmet Paşa Camii

Köprülü Mehmet Paşa Camii

İslâmî yapılar dışında, şehirde ya-şayan Rum ve Ermenilerin de serbest ibadet ve eğitimlerini yapmaları için kilise ve okul yapım ve onarımlarına Osmanlı Hükûmeti’nce gerekli izin verilmiştir. Örneğin, 1897 yılında ildeki Musevi Sinagogu onarılmış, 1831 yılında Çanakkale’de birçok kiliselerin onarımına izin verilmiş, 1903 yılında Latin kiliseler de onarım görmüştür.

XIX. yüzyıl sonunda bayındır hale getirilen şehirde, 1875 yılında su yollarının onarımı yapılmış, usulüne uygun ahşap evler yapılarak bunların tek düze olması sağlanmış, bir askerî kışla yaptırılmış(1834), İtgirmez köyüne bir adet karantina binası inşa edilmiş, Kilitbahir köyüne bir mekteb-i iptidaiye açılmış(1882), şehrin gümrük dairesiyle iskeleleri onarılmış(1883), bir hapishane yaptırılmıştır (1849).

Çok eski bir yerleşim yeri olan Çanakkale’de XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren arkeolojik kazı çalışmaları başlamış, nitekim 1871 yılında Alman arkeologu Heinrich Schliemann‘a Hisarlık Tarlası‘ndaki yerde ünlü Truva Kalesi’nde araştırma yapmasına izin verilmiştir. Bu yüzyılın sonlarında Osmanlılarla Almanlar arasındaki dostluk dolayısıyla, bunların bilim adamlarına daha çok kolaylıklar sağlanmıştır. Örneğin, 1896 yılında Çanakkale’ye gelen Dr. R.C. Bosanquel, 1901 yılında A.Bruckner adlı bir Almanya 1902 yılında Alman Prof. W. Dörpfeld‘e gerekli kazı ve araştırma yapmalarına izin verilmiştir.

Şehirde birçok kale bulunmakla beraber, içlerinde en önemlileri Sultan Kale ve Kilitbahir Kalesi‘dir.

Sultan Kale 1452 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Bizans’a denizden gelecek yardımı önlemek amacıyla yaptırılmıştır. Bugün kaleye “Kale-i Sultaniye” yerine Çanakkale denilmektedir. Kale, yüzyıllar boyunca tadilata uğramıştır. Kalenin dış ve çevre duvarlarında sahilden Batı’ya bakan kısımları XIX. yüzyılda yıkılmış, bunların yerine toprak tepecikler halinde istihkamlar yapılmıştır. Halen bu duvarların temel izleri yerinde görülebilmektedir. Kalenin dış surları 5 metre kalınlığında 100×150 metre boyutunda dikdörtgen şeklindedir. Eski Abidos şehri taşlarıyla yapılan kalenin 2 metreyi bulan mazgalları vardır.

1551 yılında Kanunî Sultan Süleyman devrinde onarılan kalenin girişindeki cami, gereksinimi karşılamamış ve Abdülaziz devrinde yenisi yaptırılmıştır. Deniz kenarındaki bonetler de o zaman yaptırılmıştır. Kale 1760, 1770, 1773 ve 1784 yıllarında esaslı onarımlar görmüştür.

Kilitbahir Kalesi, deniz kilidi anlamına gelir. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1452 yılında yaptırılmış, 1551’de Kanunî Sultan Süleyman tarafından onarılmış ve ekler yapılmıştır. Plan bakımından bir üçgene benzemektedir ve boyu 220 metre, eni 125 metredir. Yapımında Sestos şehri kalıntılarının taşları kullanılmıştır. Kale, Osmanlıİmparatorluğu döneminde 1770 ve 1773 yıllarında esaslışekilde onarım görmüştür.

çanakkale

çanakkale

Kale-i Sultaniye

Kale-i Sultaniye

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git