Konya

KONYA(Eski adları: Colonia Aelia Hadriana, İconium, İkonlon, Konieh)

Türkiye’nin en büyük İllerinden olan Konya‘nın tarihi M.Ö. 2600 yılına kadar uzanmaktadır. M.Ö. 2600 -2100 yılları arasında Bakır Çağı, 1400-1200 yılları arasında Hitit Çağı, sırası ile Frigya, Kimmer, Lydia, Pers (M.Ö. VI. yüzyıl), İskender, Bergama (M.Ö. 223-133), Roma (M.Ö. 133-M.S. 395) ve Bizans (395 – 1077) yönetiminde kaldı.

M.S. VII. yüzyıl başlarında Anadolu’da meydana gelen Sasani  istilası önlendikten sonra uzun süre Müslüman saldırı ve akınları başladı. Muaviye orduları Konya’yı ele geçirdi, fakat fazla duramadılar.Aynı olay VIII. yüzyılın başında da tekrarlandı. Emevîlere halef olan Abbasîler de daha sonraki yüz yılın İlk yıllarında buradan geçtiler. İstilalar X. yüzyılın başına kadar sürdü. Bu sıralarda Konya sınıra oranla yakın bulunduğu İçin, sık sık Müslüman mücahitlerin akınlarına uğradı.

Şehir XI. yüzyılın ikinci yarısında Türk beylerinin yönettiği istilalara uğradı. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes‘in önleme çabasına rağmen, bu akınlar durdurulamadı. Alparslan’ın Malazgird Zaferi‘nden sonra, Türk akınları fetih niteliğine dönüştü. 1077 yılında Selçuk hanedanından Kutalmış’ın oğlu Süleyman Konya şehrini zapt etti. Anadolu’da savaşan beylerden bir kısmı Süleyman’a Konya’da katıldılar. Bağdad’daki Abbasi Halifesi de kendisine, hükümranlık menşuru, sancak ve hil’at göndererek “Sultan” unvanı ile hitap etti. Adı geçen hükümdar tarafından İznik şehrinin fethine kadar (1080), Konya, Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti oldu. Selçukluların başkentlerini ve genel karargahlarını İç Anadolu’dan Marmara Bölgesi’ne taşımaları, egemenliklerini genişletmek İsteğinde olduklarını gösterir. Bununla beraber, Bizans imparatorluğu siyasi oyunlara girişerek, Anadolu yönünü alan Haçlı seferleri, Anadolu Selçuklu saltanatının yeniden İç Anadolu’ya çekilmesi gibi bir sonuç yarattı. Daha sonraki yüzyıllarda devletin doğudan Moğol saldırısı ile tehdide uğraması sonucu, Konya, yeniden Selçuklu Devleti’nin başkenti oldu. Bu tarihte II. Haçlı Seferi Konya önünden geçti ve Meram Bağları’nda bir süre dinlendikten sonra, Toros geçitlerine doğru yoluna devam etti. Haçlıların arkasından, Bizanslılar Batı Anadolu’yu kaybettikleri, yerleri geri alarak hemen hemen bir yüz yıl ellerinde tuttukları ve 1177’de Hoyran Gölü civarında Miriokefalon (Myriokephalon) Geçidi’nde li. Kılıçarslan, bunları tam bir bozguna uğrattıktan sonra, Batı Anadolu’daki kayıplarını kısmen giderdi. Geniş topraklarını 11 oğluna dağıtan bu hükümdarın büyük oğlu Kutbal-din, Melikşah‘ın saldırısına uğradı ve 1188-89‘da Konya’yı ele geçiren Melik-şah, kendisini veliaht yapmaya babasını zorladı. 1190 yılında şehir ili. Haçlı ordularının istilâsına uğradı.

Bu sırada iç Kaleye kapanan Kılıç-arslan ve oğlu, imparatora barış teklif etti. Bu teklifi kabul eden İmparator, Konya’da beş gün kaldıktan sonra ordusu ile birlikte Konya‘dan ayrıldı. Ertesi yıl (1191) Melikşah Kayseri’de hüküm süren kardeşi Nureddin’in üzerine yürüdüğü sırada Kılıçarslan büyük oğlunun yanından kaçarak merkezi Uluborlu olmak üzere Göller Bölgesi’nde hüküm süren küçük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’in yanına sığındı ve onunla birlikte Konya üzerine yürüdü. Sultanın gelişini gören Konyalılar şehri ona teslim ettiler. Bundan sonra, küçük oğlu ile Melikşah üzerine yürüyen Kılıçarslan, Aksaray’ı onun elinden alamadan öldü(1192). II. Kılıçarslan‘ın ölümünde Konya tahtına geçen Gıyaseddin I. Keyhüsrev burada uzun süre kalamadı. Tokat’ta hüküm süren Rüdneddin Süleyman, Konya üzerine yürüyerek, şehri kuşattı. Büyük kardeşine karşı koyamayacağını anlayan Gıyaseddin, ondan bir aman name alıp, yanındakilerle ve sonradan kendisine katılan iki oğlu ile birlikte Bizans’a çekildi (1197). Rükneddin, Konya saltanatını eline aldı. Yedi yıl sonra Gıyaseddin onun ölüm haberini alınca, kendisini davet edenlerin isteğine uyarak, Konya’ya döndü(1204). Bu sırada Rükneddin Süleyman’ın yanındakiler, onun yerine, küçük yaştaki oğlu III. Kılıçarslan‘ı tahta çıkartmışlardı. Gıyaseddin, Konya’yı bir ay kadar kuşattıysa da, şehri alamadan Ilgın’a çekildi. Fakat bu sırada Aksaray halkı, kendisini çağırarak, şehirlerinin kapılarını ona açtıkları için, Konyalılar da aynı hareketi taklit ettiler. Bu sayede Gıyaseddin Keyhüsrev I. unvanı ile ikinci kez tahta çıktı (1205) ve kendisinin saltanatına muhalefet eden Kadı Tirmizi’yi idam ettirdi, III. Kılıçarslan’ı Gâvele Kalesi’nde öldürttü. Bundan sonra Anadolu’ya geniş bir fütuhat seferine çıkan, bu arada (1207) Antalya’yı fetheden I. Keyhüsrev, Bizans imparatoru Laskaris’e karşı giriştiği savaş sırasında, Alaşehir önünde verilen meydan muharebesinde öldü(1211). Geçici olarak Alaşehir Müslüman mezarlığına gömülen cenazesi, sonradan Konya’ya nakledilerek, Alâeddin Camii yanındaki medfene gömüldü.

Kayseri’de kendisine katılan oğlu I. İzzeddin Keykâvus, ilk olarak saltanat iddiasında bulunan kardeşi Alaeddin Keykubad’ın saldırısını önlemek zorunda kaldı. Ömrünün büyük kısmını seferlerde geçiren ve 1220 yılında ölen bu hükümdarın cenazesi, diğer Selçuklu sultanları gibi, Konya’ya getirilmeyerek, vasiyeti üzerine Sivas’ta yaptırdığı türbeye gömüldü ve hapiste bulunan kardeşi, Alâeddin I. Keykubad unvanı ile tahta davet edildi. Selçuklu hükümdarlarının büyüklerinden olan Alaeddin zamanında Konya için parlak bir mimari gelişmesi ile kendisini gösteren bir ümran devri en yüksek mertebesine varmış bulunuyordu. Konya surları onun zamanında tamamlandı, şehirde cami ve medreseler yapıldı.

I. Alâeddin Keykubad‘ın Kayseri ordugahında ölümü (1237)üzerine tahta çıkan büyük oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Konya’nın ümranı sürdü ise de cülusundan az sonra Babillerin sebep oldukları ayaklanmalar güçlükle bastırıldı ve çok geçmeden, ülke daha büyük bir tehlike ile karşılaştı. Anadolu’ya saldıran Moğollar, Selçukluları Köse ocağı’nda bozguna uğrattılar (1243). Bundan sonra Selçuklu Devleti Moğol hanlarının keyfi egemenlikleri altına girdi. Bu devirde önlemli yönetimleri ile devletin siyasî gelişmesini geciktirmeye çalışan iki büyük devlet adamı, aynı zamanda Konya’da olağanüstü önemli sanat eserleri bıraktılar ki, bunlardan birincisi, Karatay Medresesi’nin banisi olan Emîr Celâleddin Karatay b. Abdullah (ölm. 1251/52) ve diğeri de büyük vezir (sahib) Fahreddin Hüseyin (Sahib Ata; ölm. 1285)‘dir.

Konya Mevlana Türbesi

Konya Mevlana Türbesi

II. Gıyaseddin Keyhüsrev‘in ölümünde yerine oğlu II. Izzeddin Keykâvus saltanatını onaylandırmak için, Moğol başkentine çağrıldığı zaman, kendisi Konya’da kalarak, yolların güven: sizliği bahanesi ile oraya kardeşi Kılıçarslan’ı gönderdi. Kılıçarslan, 1248’de Anadolu’ya dönerek, Moğolların yardımı ile Sivas’ta istiklalini ilan edince, Emir Karatay’ın önlemi sayesinde durumun iç savaşa dönüşmesi önlendi ve 1249’da II.İzzeddin Keykavus‘un diğer iki kardeşi ile beraber, saltanat sürmesi esası kabul edildi. Bu tarihten sonra 1254’e kadar, üç kardeşin adı yazılı para bastırıldı ve müşterek hutbe okundu. Karatay’ın ölümünden sonra ayrılıklar başladı. Bir aralık tek başına saltanat sürmeyi başaran II. Keykâvus, Moğol baskısından kurtulmak için onların Anadolu Genel Valisi Baycu Noyan ile savaşa kara verdi, ancak, Sultan hanı Savaşı’nda yenildi (1256) ve Konya Moğollar tarafından kuşatıldı. Bir aralık Bizans’a kaçan II. Keykâvus bu arada fırsat bularak yeniden Konya’ya geldi (1257). Baycu Noyan’ı Yıldız Dağı’nda yendi (1258) ve Selçuklu Devleti’nin Kızılırmak batısında kalan topraklarına sahip oldu. Fakat Muin-al-Din Parvana’nın desteklediği Kılıçarsian, Moğollar ile birlikte Konya’ya yürüyünce, II. Keykâvus taç ve tahtını kesin olarak bıraktı(1261). Moğolların elinde bir oyuncak durumuna düşen IV. Kılıçarslan’ın saltanatı uzun sürmedi. Türkmenler ülkenin birçok yerlerini alt üst ettiler ve Konya yöresinde yüzlerce köyü yaktılar. Hatta Konyalıları kendilerine teslim olmaya bile davet ettiler. Bunları Konya’nın batısında Gâvele önünde yenen Muin al-Din Parvana, sonunda IV. Kılıçarslan‘ı öldürüp, yerine küçük yaştaki oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev III‘ü geçirmek suretiyJe, ülkenin yönetimini bizzat eline almak istedi (1266). Mevlânâ Celâleddin, Gıyaseddin Keyhüsres III. devrine rastlar (1273). Bu sırada Anadolu, İlhanlıların sürekli baskıları altında bulunmakla beraber, Mısır Memlûk sultanlarının da müdahalesine konu olmaya başlamıştı. 1277’de Baybars’ın Kayseri’yi işgali üzerine, Parvana,III. Keyhüsrev’i yanına alarak, Konya’dan Tokat’a kaçtı. Konya’nın güneyindeki dağlık bölgede (Ermenâk, sonra iarende) yarı muhtar hüküm süren Karamanlılar, Memlûklerin himayesine de güvenerek Muin al-Din Paravana’nın iç rekabetler yüzünden öldürülmesinden, sultanın ve Şahab Fahreddin‘in Konya’da bulunmasından yararlanarak, bu karışık devrede Konya’yı ele geçirmek istediler. Bunların başında bulunan Mehmed Bey, şehri kuşatarak, Konyalıları kendisi ile beraber olmaya davet etti. Başında Amin al-Din Mikail’in bulunduğu kuvvetler bir süre Karamanlılara karşı koydularsa da sonunda teslim oldular. Mehmed Bey, Selçuklu ailesine bağlı olduğu anlaşılan ve tarihte Cimri adı ile tanınan Gıyaseddin Siyavuş’u, Selçuklu sultanı olarak, Konya tahtına çıkarttı ve kendisini de onun veziri yaptı(1277). Fakat Sahib Ataoğullarının kuvvetleri ona karşıçıktı. Mehmed Bey Develi  Karahisar seferinden Konya’ya dönüşünde Kadı Siracüddin’in teşvik ile hareket eden Konyalılar, şehrin kapılarını ona açmadılar. Keyhüsrev lll’ü destekleyen Moğol kuvvetleri Şemseddin Cuvaynî kumandasında Konya’ya gelince, onu memnuniyetle karşıladılar. Mehmed Bey, çarpışmada öldürüldü ve Cimri de Develi’de ele geçirildi. Bundan sonra Konya, sık sık Karamanlıların saldırısına uğradı. XIII. yüzyılın son yıllarında Selçuklu Devleti iyice çökmüştü. İlhanlı hükümdarlarının baskını son haddine varmıştı. Diğer taraftan Anadolu’daki Moğol kumandanları da İlhanlılara karşı isyan eder olmuşlardı. Karaman beyleri, Konya’ya hakim olmak için böyle durumlardan da yararlanmaya çalışmaktaydı. III. Gıyaseddin Keyhüsrev‘in Erzincan’da İlhanlılar tarafından öldürülmesi (1283) üzerine, ülke sözde II. Gıyaseddin Mesud’un eline geçmiş olmakla beraber, bir süre sonra Gazan Han’ın onu Hamedan’da alıkoyması üzerine yerini III. Alaeddin Keykubad aldı(1297). Fakat Gazan Han’ın öldürülmesinden sonra, tekrar tahta çıkan II. Gıyaseddin Mesud‘un ölümü ile Selçuklu Devleti, yarım yüzyıldan fazla sürmüş bir gerileme devrinden sonra, 1308’de kesin olarak ortadan kalkmış oldu.

Selçuklulardan sonra Karamanoğulları Konya’ya hâkim oldular. Yahşi Bey XIV. yüzyılın daha ilk yıllarında Moğollara başarıyla karşı koymuş, Konya‘yı ele geçirerek, şehrin harap surlarını onartmıştı. Fakat 1314‘te İlhanlıların Anadolu’ya Emîr Çoban kumandasında, gönderdikleri ordu karşısında burada tutunamadıklarından, kuşatılan şehir, açlık yüzünden Moğollara teslim oldu. Bununla beraber, Emîr Çoban kuvvetlerinin çekilmesinden sonra Karamanoğullarından İbrahim Bey, Konya’yı yeniden ele geçirdi. Bu arada Konya başkentlikten çıkmış, Larende Karamanlıların başkenti olmuştu.

Karamanlı  Osmanlı ilişkileri XIV. yüzyılın ikinci yarısında başlar. Osmanlı PadişahıI. Murad kendi kızı Nefise Sultan’ı Karaman Emiri Alaeddin Ali Bey’e verip onun dostluğunu kazanmak istediği halde, I. Murad’ın Rumeli’deki uğraşından yararlanmayı düşünen Karaman Emiri Hamidili’ne saldırıp, bunun üzerine hükümdar suretiyle, Anadolu’ya geçerek, Karamanlılar üzerine yürümüş, Osmanlı ordusu ilk kez 1387’de Konya önüne geldi. Alaeddin Ali Bey’in sığındığı şehir bir süre kuşatıldıysa da, I. Murad kızının şefaati üzerine, rakibini affederek çekildi. Osmanlı hükümdarının Kosova’da ölmesinden yararlanan Alaeddin, yeniden Osmanlılar aleyhine bir ittifak kurduysa da, genç hükümdar Yıldırım Bayezid Konya’ya gelerek, Karaman emirini Taşeli’ne kaçmak zorunda bıraktı. Karaman Beyi de bu kez affedilip, Konya kendisine verildi (1394 -1395). Bundan sonra Karaman Emiri ile arası açılan Kadı Burhaneddin’in Konya üzerine yürüdüğü ve ülkeyi yanındaki göçebelere yağma ettirdiği görülür. Kadı Burhaneddin ile uzlaşan Alaeddin bunun üzerine yeniden Osmanlı ülkesine saldırdı. Hatta Ankara’ya giden kuvvetleri Anadolu Beyleri Sarı Timurtaş‘i esir etti. Konya’ya getirdi. Bunun üzerine Karamanlı ailesini, kesin olarak ortadan kaldırmak üzere harekete geçen Yıldırım, büyük orduyla, düşmanın üzerine yürüdü. (1397 I 1398)’öe Akçay’da rakibini bozguna uğratarak Konya’yı zapt etti. Oğullarını da Bursa’ya götürerek, Karamanlı ülkesinin büyük kısmını Osmanlı topraklarına kattı. Ancak Ankara Savaş’ndan (1402) sonra, Timur, toprakları Bayezid tarafından ellerinden alınan beylere eski yerlerine geri verdiği gibi, Alaeddin’in oğlu Mehmed Bey de ülkesini ve Konya’yı yeniden ele geçirdi. Bu suretle Karamanoğulları ile Osmanlılar arasındaki mücadele yarım yüzyıl sürdü. Mehmed Bey’in Bursa’ya saldırıp, şehri yağmalamasına karşılık, I. Çelebi Mehmed 1414‘te Konya üzerine yürüyerek, Osmanlı Ordusu’nu dağıttı. Osmanlı hükümdarının ayrılmasından sonra yeniden başkaldıran Karamanlılara karşı gönderilen Vezir Bayezid Paşa, Mehmet Bey’i yakalayıp, Konya üzerine getirerek, şehre sığınan oğlunu teslim olmaya davet etti. Bu girişim sonuçlanmayınca, Konya zorla alındı, fakat yine Karamanlılara bırakıldı. Ka-ramanlılardan İbrahim Bey’in zamanı, devletin en parlak devrini oluşturur.İbrahim Bey’in II. Murad’ın Rumeli’deki uğraşından yararlanmak isteyip Beyşehir’i zapt etmesi (1433) üzerine Osmanlı hükümdarı, Macarları yendikten sonra, Karamanlılar üzerine yürüyerek Konya’yı aldı. Ancak, Karaman Beyi İbrahim Bey Osmanlılarla bir kere daha anlaşma yaptı.(1437). 1442‘den sonra Macarlar ile yeniden savaş başlayınca, İbrahim Bey de Osmanlı topraklarına saldırmaya başladı. Bunun üzerine II. Murad, Karaman Beyi aleyhinde fetva alarak harekete geçti ve İbrahim Bey’i ağır koşullar kabul ederek, barış yapmak zorunda bıraktı.(1444). İbrahim Bey’in ölümünden önce, oğullarından Pîr Ahmed Bey, Konyalıları kendisine çekerek hükümdarlığınıİlân etti. Büyük kardeşi ishak Bey onunla mücadeleye girişti ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan‘a sığınarak, onun kuvvetlerine Karaman topraklarını yağma ettirdi. Osmanlılara Beyşehir ve Akşehir’i teslim eden Pîr Ahmed Bey, Akkoyunlular ve Venedikliler ile el altından anlaşmalar yapınca, Fatih Sultan Mehmed, Karaman ülkesine saldı-rıp Konya’yı zaptetti (1465). Karaman ülkesinde Osmanlı egemenliği kurulunca, Konya ve Lârende (Karaman) şehirlerinde yaşayan sanat sahipleri, aileleriyle beraber, İstanbul’a getirilip yerleştirildi. Eyaletin başına da Fatih’in büyük oğlu Şehzade Mustafa ve onun ölümünden sonra Şehzade Cem Sultan (1474) getirildi. Cem, eyaletin başında kaldığı 7 yıl içinde halkın sevgi ve saygısını kazandı. Ülkenin Os-manlı Devleti’yle bağlarını sağlamlaştırdı. Konya eyaletinin başına, Cem’den sonra, Bayezid’ln büyük oğlu Abdullah ve onun ölümü üzerine Şehin-şah (1483) getirildi. Şehinşah ölünce oğlu Şehzade Mehmed onun yerini aldı(1511). I. Selim zamanında Karaman Valiliği’ne Hemden Paşa atandı.

Konya, Osmanlı İmparatorluğuma katılınca, bir eyalet merkezi haline getirildi. Yalnız Mevlevîlerln dergahı, Mevlânâ’nın kurduğu gelenekleri yaşatarak, önemli bir edebi hayatı beslemekte devam etti. Bununla beraber, Konya, Osmanlı Ordusu’nun bir ko-naklama merkezi oldu. I. Selim, Mevlana Türbesi’ni onarttı, şehre su getirtti ve Karaman eyaletinde esaslı bir arazi tahriri yaptırdı. Kanunî Sultan Süleyman da İrakeyn seferi sebebiyle, şehre uğradı. Onun da son yıllarında bu bölge şehzadeler arasında mücadele alanı oldu.

Kanunî devrine alt Konya Tapu Defteri’nde, Konya’nın merkez kazasındaki evkaf şöyle saptanılmıştır: 10 köy, 163 bağ ve bahçe, 11 hamam, 21 su dolabı ve arsa, 45 dükkân, 1 fırın, 35 ev, 6 kervansaray, toplam olarak Kaza-i Konya başlığı altında İse, Konya’da 3 kale, 1 imaret, 14 cami, 66 mescit, 11 medrese, 42 zaviye, 1 darülhadis, 28 darülhüffâz, 2 mualilmhane, 2 kalenderhane ve haydarhane (Yoksullar Yurdu), 1 hızır ilyaslık, 1 darüşşifa, 11 hamam, 8 çeşme, 520 vakıf ev, 243 dükkan yeri, 6 kervansaray, 1 fırın, 40 değirmen, 21 zemini İle beraber dolap, 6 çayırlık, 5 koru, 6 yaylak, 163 bağ ve bahçe, 17 mukataa, 22 pazar yeri, 18 çiftlik, 677 müteferrik zemin, 200 köy, 283 çiftlik bulunmaktaydı. 1636’da IV. Murad Iran seferi sebebiyle Konya’ya uğradı. Bu sırada Karaman eyaleti, Konya ,Aksaray, Akşehir, Beyşehir, Kırşehir, Kayseriye ve Niğde adları ile 7 sancağa ayrılmış bulunuyordu.

XIX. yüzyıla kadar bayındır halde kalan Konya, Osmanlı Mısır mücadelesi sebebiyle, İbrahim Paşa ordusu tarafından İşgal edildi. Bundan sonra Kütahya’ya kadar İlerleyen Mısırlılar, yapılan anlaşma İle Konya’yı boşaltıp, Torosların gerisine çekildiler. Bundan sonra şehrin nüfusu hakkında çok değişik rakamlar verilmektedir. 1800’e doğru şehrin nüfusu 15-20 bin olarak tahmin edilirken, 1838’de yayınlanan bir coğrafya sözlüğünde “Dictlohnalre Gaographique Üniversel” nüfus 30 bin olarak gösterilir. Culnet, XIX. yüzyılın sonlarında (1890’a doğru) Konya nüfusunu 44 bin olarak tahmin eder.Osmanlı egemenliği altında Konya’dan gerek padişahların, gerekse devlet adamlarının çabaları Mevlânâ dergâhının onarım ve düzenlenmesi üzerine toplanmış ve Selçuk eserleri bakımsız kalmıştı. Bununla beraber bu devirde bunlardan Selimiye Camii, Mevlânâ dergâhının hemen yanında İki minareli bir eser olup, Mimar Sinan üslûbunda inşa edilmiştir. Sanat bakımından kayda değer diğer cami,şehrin orta kısmındaki Şerafeddin Camii olup, binanın adı Selçuk devrinden kalmış olmakla beraber, bugünküşekil İle yapısı 1636’ya aittir.

Konya'nın Tarihi

Konya’nın Tarihi

Konya‘nın en bilinen binası olup, son yüzyıllar boyunca hemen bütün dikkati kendine çekmiş bulunanı, şimdi Eski Eserler Müzesi (Mevtini Müzesi) adını taşıyan Mevlevî dergâhıdır. Söylenildiğine göre, vaktiyle burası bir gül bahçesi iken, I. Alâeddin Keykubad tarafından Mevlana’nın babasına verilmiş ve kendisi, 1231’de ölünce buraya gömülmüştür. Oğlu Mevlânâ Celaleddin Rûmi buraya yerleşmiş, 1273’te ölümünden sonra, İlhanlı Emir Parvana tarafından dört fil ayağına İstinat eden ve üzeri çini ile kaplı ehram şekilli bir türbe yaptırılmış, bu türbe civarına da daha sonraki devirlerde birçok kısımlar eklenmiş, Osmanlı padişahları ve ricali tarafından esaslı inşaat ve onarımlar yaptırılmıştır. Derviş odalarının, mutfağın, bugünkü kütüphanenin açıldığı ve birçok büyük kişilerin mezarlarını kapsayan geniş bir avludan geçilerek girilen vilayet odası şimdi teşhir yeri olarak düzenlenmiştir.

XIX. yüzyılın sonlarında Konya’nın hayatında sürekli bir gelişme olmuştur. 1896‘da Konya’ya varan bir süre sonra Afyonkarahisar’da İzmir yönünden gelen hatta da bağlanacak olan demir yolunun şehir kalkınmasında önemli bir rol oynadığı kuşkusuzdur.Demir yolu yönetimi, nakliyatı artırmak üzere, hat boyunca, başta patates olarak, yeni zeriyatın gelişmesine çok çaba sarf edildiği gibi, tarımın makineleşmesine de önem verilmiş idi.

Bu arada belirtmek gerekir ki, Konya bu yüzyılda önemli bir tarım alanı İdi. Beyşehir kazasındaki gölden Konya Ovası’na su getirtilerek sulama alanları genişletilmiş, bataklıklar kurutulmuş, bu İş için İse Mösyö Ratlye adlı kişiye İmtiyaz verirmiş, aynı yıl (Ağustos 1883) bataklıkların temizlenme İşi Ali Efendi‘ye verilmiştir. Şehirde bataklıklar dolayısıyla sık sık sıtma ve kolera hastalıkları da çıkmaktaydı, önlem olarak Osmanlı Devleti Ocak 1879‘dan itibaren burada sürekli hekim bulundurmaya başlamıştır. 1904 yılında da Çayır bağı Suyu şehre getirilerek, önemli ölçüde halkın su sıkıntısı giderilmiştir.

Konya, Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde bir İlim İrfan yuvasıydı. Dolayısıyla Anadolu’nun diğer bölgelerinden farklılık gösteren Konya erkek giyimleri, İlmiye giyimi, eşraf ve ağa giyimi, memur giyimi, efe ve delikanlı giyimi, tekke giyimi, esnaf ve işçi giyimi olarak sınıflandırılmaktadır.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından İtibaren, önemli bir tarım ve yerleşim merkezi olması dolayısıyla Konya nüfusunda sürekli artışlar meydana gelmiştir. Bu artışa bir başka sebep de, Osmanlı İmparatorluğumun yönetiminde bulunan bir çok toprakların kaybından dolayı, burada yaşayan Müslüman halkın çeşitli yerlere İskan edilmesi olmuştur. Bu sebeple, 1861 yılında Konya’ya muhacirler getirtilerek iskan edilmeye başlanılmış, 1865 yılında bir memleket tabipliği kurulmuş, 1891 yılında Kafkasya muhacirleri şehirde ayrı bir köy kurmuşlar ve bunların kurdukları köyün adına, padişahın adına izafeten “Hamidiye” adı verilmiştir.

Osmanlılar döneminde XIX. yüzyılda Konya’nın en önemli sanayi kuruluşlarından biri de Güherçile Fabrikası idi. 1848 yılında Konya’da ilk kez bir Güherçile Fabrikası kurulmuştur. Bir yıl sonra Konya’da iki adet güherçile ocağı daha açılmış(1849), şehre ilk kez 1861 yılında resmî olarak bir Ticaret Mahkemesi kurulmuş, 1870 yılında fabrika binasının harap olması dolayısıyla genişletilmiş olarak esaslı bir onarımdan geçirilmiştir. 15 Ağustos 1882′de Güherçile Fabrikası büyük bir yangın atlatmış, bunun üzerine bir irade ile derhal onarımına başlanılmıştır. 1900 yılında ise Konya el sanatları ile ilgili olarak halı ve kilim sergisi açılmıştır.

Büyük bir bilim, sanat, kültür merkezi olan Konya’da Selçuklu, Karaman ve Osmanlı dönemine ait yüzlerce yapı bulunmaktadır.

Abdülaziz Mescidi, kendi adım verdiği Abdülaziz Mahallesi’ndeki Abdülmümin Halife Mescidi’nin güneyindedir. Altı taş, üstü ve kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Mihrabı eskiden çinilerle süslüydü.

Abdülmümin Halife Mescidi, AlaeddinTepesi’ nin güneybatısındadır. Taşla yapılmış, mescidin üstünü ağır bir kubbe örter. Yapının kapı tarafındaki duvarı iri kesme mermer ve Gödene taşı ile yapılmıştır. Kapısındaki kitabesine göre, 1275 yılında III. Sultan Keyhüsrev zamanında Emir Hocazâde Mahmud tarafından yenilenmiştir.

Akıncı Mescidi, Alaeddin Tepesi‘nin kuzeydoğusundadır. 1203 yılından önce yapılmış, bu tarihte geçirdiği bir depremden sonra onarım görmüştür. Kitabesine göre, 1210 yılında Emir Ali Oğlu Cemaleddin ishak tarafından yaptırıldı. Mabedin Kıble tarafında kısa duvarla çevrilmiş bir açık hava namazgahı vardı.

Alaeddin Camii, şehrin ortasındaki Alaeddin Tepesi üzerinde bulunan ve ilk olarak Selçuklu Sultanı Rükneddin Mesud’un saltanatının son yıllarında başlanan (1116-1156), Sultan Kılıçarslan ile Sultan İzzeddin Keykâvus I. dönemlerinde yapı ve eklerine devam olunarak, Sultan Alaeddin Keykubad I tarafından tamamlattırılan yapı (1221), Konya Selçuklu dönemi yapılarının en eskisi ve en büyüğüdür. Camie doğudaki cümle kapısından girilir. Cami içerisinde Bizans ve daha önceki klasik dönem yapılarından getirilen 41 taş ve mermer sütun vardır. Mihrap önünde kubbeli bir şahın vardır. Kubbe kasnağı ve göbeği, Selçuklu mozaik çinileri ile bezelidir. Mihrap, Selçuklular döneminde mozaik çinilerle kaplı iken, zamanla dökülmüş, 1891 yılı onarımında da çiniye benzer biçimde boyanmış ve üzerine mermerden bir mihrap oturtulmuştur.

Yıkılmaya yüz tutması sebebi ile 1889 yılında Sultan Abdülhamid zamanında Konya Valisi Sururi Paşa‘nın atılımı ile geniş ölçüde onarılan ve yenilenen camiin, diğer bölümleri ile bir
likte çinili mihrabı da değişiklik geçirdi. Yapı, 1897 yılında yeniden bir irade ile onarıldı. Bu onarım sırasında Alâeddin Türbesi de esaslı şekilde elden geçirildi. Yapının çeşitli yerlerinde 7 kitabe mevcuttur.

Alevî Sultan Mescidi ve Türbesi, hükümet konağının kuzeybatı köşesindedir. Muntazam kesme taşla yapılmıştır. Üstünü yayvanca bir sağır kubbe örterdi. Konik kubbeli türbesi de önünde idi. Hükümet konağı yapılırken türbe ve mescit kısmen toprak altında kalmıştır. 24 Rebiülevvel 1874 tarihli bir Arapça vakfiye sureti Vakıflar Müdürlüğü birinci vakıf defteri 84-86 numarasında kayıtlıdır.

Anber Reis Camii ve Türbesi, İstasyon Caddesi’nde Ziraat Âbidesi’nin kureyinde ve tam karşısındadır. Muntazam kesme sille taşıyla yapılan ve duvarlarının üst kısımları dört köşe yeşii çinilerle kaplanan bu tek, taş minareli cami, Arifi Paşa’nın Konya valiliği sırasında yaptırıldı. (1911)

Aziziye Camii, Konya Çarşısı’nın ortasındadır. Muntazam kesme gödene taşı ile yapılan mabed son Osmanlı mimarisinin başarılı bir örneğidir. Önünde 6 sütunun yükselttiği üç derin ve yuvarlak iki tonoz kubbeli bir son cemaat yeri vardır. Sütunlar ikişer üçer parçadan oluşmuştur. İlk kez 1676 yılında Musahib Mustafa Paşa tarafından yaptırılmışken, 1867’de Sultan Abdülaziz’in yardımı ve cami vakfının geliri ile Devlet Baş mimarı Sarkis Balyan’a ikinci kez yaptırıldı. XVIII. yüzyıldan başlayarak Osmanlı mimarisine giren Barok üslûbunun, XIX. yüzyılda Rokoko ile birleştiği devrin eseridir.

Beşare bey Ferhuniye Mecidi, Alaeddin Tepesi’nin kuzey tarafında Ferhuniye Mahallesi’ndedir. Kitabeye göre, 616 yılı Cuma elulasının 15’inde I. Keykâvus Ibn-i Keyhüsrev‘in hükümdarlığı zamanında Uhur Beyi Zeynüddin Beşare tarafından yaptırıldı.(616/1219). Mabedin alt kısmı taşla, sağır kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Kubbeye, içeriden örülürken tuğla ile zarif şekiller verilmiştir. Kubbenin üstünde tuğladan kabartma ve çıkartma süsler vardır.

Beyhekim Mescidi, Alaeddin Tepesi’nin batısında kendi adını verdiği mahallededir. Beyhekim, Mevlânâ’yı son ve mühlik hastalıktan kurtarmak için çalışan doktorların arasında bulunuyordu. Camiin 1275 yılında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Cephesi tamamen kırmızımtrak iri ve kesme taşlarla yapılmıştır. Kapı söveleri som mermerdir. Üstündeki yekpare mermer kemeri ortasından çatlamıştır. Kapının sağında ve solunda yine mermer çerçeveli birer pencere vardır. Lala Mustafa Paşa tarafından onarıldığı tahmin edilmektedir.

Bulgur Dede Mescidi, Çarşı Mahallesi, Tuzcular içindedir. Yapının altı muntazam iki Gödene taşı ile üstü tuğla ile yapılmıştır. Mabed yüksekçedir. Sağ kısımının altında dükkân ve Kıble tarafının altında çeşme ve taksim yeri vardır. Mabet yakınında Şeyh Mahmudzade Seyyid Ahmed gömülüdür (1443)

Demirci Hacı Mescidi (Sırçalı Mescid ), Bordabaşı Mahallesi’nde, Kara Kurt Sokağı’ndadır. Eskiden kubbeli ve çinili idi. 1863 yılında yıkılan yapının yerine Ali Haydarla abisi Mahmud Celâleddin, şimdiki mescidi yaptırmışlardır.

Dursun Oğlu (Dursun Fakih) Mecidiyeler Camii, Alaeddin Tepesi’nin güneyinde, Şeker Furuş Mahallesi’ndedir. Yapının altı düzensiz taşlarla, kubbesi, kubbe eteği ve kubbe kasnağı tuğla ile yapılmıştır. Kıble tarafına, iki alttan bir üstten, üç, sağ ve solda iki sıra halinde ikişer, son cemaat yerinde de kapının sağında ve solunda birer pencere açılmıştır. Kıble tarafının sağ köşesindeki minaresinin küpine kadar olan kısım muntazam kesme taşla, üstü tuğla ile yapılmıştır. Şerefenin altı sadedir. Kapının üstündeki kitabeye göre, 1306 yılında Mecidiye Zadelerden Tahir Paşa ile kardeşi Ali Bey tarafından onarılmıştır.

Erdemşah (Kale-i Cerp) Mescidi, Kale-i Cerp Mahallesi’nde Hacı Arap Sokağı’nın içindedir. Adi kerpiçle yapılan kara örtülü son cemaat yerinin kapısı kuzeye açılır. Kitabesine göre, 1220 yılında I. Alaeddin Keykubad‘ın ikinci hükümdarlık yıllarında Hacı İsa-ilzade Şemseddin Erdemşah tarafından yaptırılmıştır. Yapı, tek sağır kubbelidir.

Hacı Ferruh (Akcagizlenmez Mescidi; Taşcâm) Mescidi, Konya’nın güneyinde Larende kapısının dışında Hacı Ferruh Mahallesi’ndedir. Kitabesine göre, 1215‘te Hacı Ferruh tarafından yaptırıldı. Kesme taştan yapılan bu cami, tek kubbeli Selçuklu devri mescitlerindendir. Planı, tonozlu, son cemaat yeri ise kubbeli kare kısımdan ibarettir. Giriş holü ile mescit arasında pencereler vardır. Yıkılan kubbesinin yerine ahşap tavan yapılmıştır. Cümle kapısı bir taç kapı şeklinde olup, kesme taşlardan yapılan yan süveleri arabesklerle süslüdür. Son cemaat yeri, üç tarafı kapalı dikdörtgen bir mekân olup, harimden önce bir hazırlık yeri görevini görür. Harimi 6.85 x 6.85 boyutlarındadır.

Mihrap, güney duvarı içine yerleştirilmiştir. 4.30 metre genişlikte, 6.00 metre yükseklikte, duvar yüzeyinden taşmayan, dikdörtgen formdadır. Mihrap hücresi içice yerleştirilmiş, birincisi dikdörtgen planlı, ikincisi yarım poligonal planla, iki nişten meydana gelir.

Hacı Hasan Camii, Kalecik Mahallesi’nde hükümet konağının batısındadır. Son cemaat yerlerinde ufak tadiller yapılmış, şimdi kütüphane olarak kullanılmıştır. Yapı 1325 H. yılında yeniden yaptırılmıştır.

Hatuniye Mescidi, Alaeddin Tepesi’nin doğusunda Mihmandar Mahallesi’nde Kınaca Sokağı’ndadır. Yapının kuzey ve doğu tarafına sonradan yapılan kerpiç duvarlı ve kare örtülü medrese odaları şimdi tamamen yıkılmış ve yeri arsa haline gelmiştir. Konya Ticaret Mahkemesi, Hacı Mehmed Efendi tarafından yaptırılmıştır.(1873)

Minarenin alt kısmı küpüne kadar taşla, üstü tuğla ile yapılmıştır. Şerefe altına kadar sekiz yüzlü, şerefeden külaha kadar da yuvarlaktır.

Hoca Ali Mescidi (Mesud b. Şerefşah Hanlkahı), Uluırmak Ali Hoca Mahallesi’nde, Karaman Caddesi’ndedir. Kitabesine göre, Hanıkâh, II. Keyhüsrev Ibn-i Keykubad zamanında 1239 yılında Mesud b. Şerefşah tarafından yaptırılmış, faklı ve sofilere tahsis edilmiştir.

Sultan Hanı, Alâeddin I. Keykubad tarafından Konya Aksaray arasında 1229 yılında yaptırılmış olan Selçuklu kervansaraylarının en büyük ve önemlilerindendir. Yazlık ve kışlık tiplerin birleşimidir.

Zaradin Hanı, Selçuklu emirlerinden Sadeddin Köpek tarafından 1236‘da yaptırılmıştır. Yazlık ve kışlık tiplerin birleşmesinden meydana gelir.

Horozlu Han, 1248 yılında Konya -Ankara yolunda yaptırılmış, avlusuz kervansaray tipinde bir handır.

Sırçalı Medrese, Bedreddin Muslih tarafından 1242’de Gazialemşah Mahallesi’nde yaptırılmıştır. Mimarı Tus’lu Mehmed b. Osman’dır. Duvarlarıçini süslemelerle kaplıdır. Bu yüzden “Sırçalı” adını aldı. Medresenin doğu yüzünde süslü bir portal yer alır. Buradan tonozla örtülü bir dehlize girilir. Dehlizin sağında bulunan ve Bedreddin Muslih’e ait türbenin ilgi çekici bir tavanı vardır. Dehlizin önünde dikdörtgen bir avlu, karşısında da sivri kemerli bir eyvan bulunur.

Karatay Medresesi, Emir Celâlüddin adıyla ün kazanmış olan Vezir Karatay b. Abdullah tarafından yaptırılmıştır (1251). Alâeddin Tepesi’nin kuzey yönündedir. Batı yönünde bir eyvan, her iki yanında bulunan ve öğretime ayrılmış kubbeli büyük bir oda, kuzey, doğu ve güney yönlerinde de öğrenci odalarının çevrelediği ortası havuzlu, üzeri kubbe ile örtülü kare bir alandan meydana gelir. Planı sadedir. Portalinin taş işçiliği, kubbesindeki çinileri ve kuşak halinde dolanan yazıları ünlüdür.

İnce Minareli toedrese (Darülhadis), Fahreddln Ali tarafından 1258 yılında Alâeddin Camii‘nin batısında yaptırılmıştır. Adını, ince ve uzun minaresinden alır. Düzeni, Karatay Medresesi’ne benzer. Kapıdan bir dehlize, oradan da yüksek bir kubbenin örttüğü bölüme girilir. Anıtsal portalinin süslemesi ve taş işçiliği ünlüdür.

Konya, Mevlana Türbesi

Konya, Mevlana Türbesi

Nasrettin Hoca Türbesi

Nasrettin Hoca Türbesi

Konya

Konya

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git